- 366 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
23 Nisan Üzerine
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
2011 yılında 23 Nisan şenliklerine Fransa ve İsrail ülkemize çocuk göndermemişti. Bunun üzerine naçizane bir yazı yazmıştım. Az önce bu yıl için hangi ülkeler çocuk göndermiş diye baktım ve bu iki ülkenin ismini göremedim. Bu yüzden 2011 tarihli yazımı sizlerle de yeniden paylaşmak istedim…
23 NİSAN ÜZERİNE
İki gün önce 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı büyük bir coşku içerisinde kutlandı.
Milyonlar, yurdumuzdan ve dünyanın değişik ülkelerinden çocukların katılımıyla gerçekleşen muhteşem şöleni TRT ekranlarından seyretme fırsatı buldu. Yüzelerce çocuk sevgi ve barış duyguları içerisinde tüm maharetlerini canlı yayınlar aracılığıyla dünya’ya gösterdiler. Çocukların bu barış nidalarına ses vermeyen iki ülke vardı. Birisi İsrail, diğeri Fransa. Peki ne oldu da, bu iki ülke şölen için çocuk göndermedi?
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, daha iki yıl önce İsrail ordusu karadan ve havadan Gazze’ye saldırılar düzenlemiş, binlerce masumun canına kıymıştı… Bu masumların arasında daha anne, baba demesini bilmeyen, dişleri çıkmamış körpecik bebekler de vardı, akıl-baliğ olmamış çocuklar da. Küçük yaşlardaki çocuklara; Siz dünyanın efendisisiniz, tüm insanlık sizin kölenizdir” inanışını empoze eden siyonistler, hangi yüzle barıştan bahsedilen bir organizasyona çocuk göderebilirdi ki?
Gelelim Fransa’ya. Fransızların Cezayir’deki masum halka yaptıklarını bazıları unutmuş olabilir, ama biz unutmadık. Kore’ye asker gönderen ülkemiz, Fransızların Cezayir’deki zulmüne maalesef seyirci kalmıştır. 1954 - 1962 yılları arasında, Fransa ve İsrail’in ittifakıyla gerçekleşen saldırılarda yaklaşık 1,5 milyon Cezayir’li masum insan katledilmiştir. Bugünse Libya’da vuku bulan bir çok saldırının altından yine Fransa çıkmaktadır. Mevzu petrol, savaş, katliam oldu mu “Fransız kalmayan” Fransızlar, mevzu huzur ve barışın sembolü çocukların bayramı olunca nedense Fransız kalıyorlar…
Bizim devlet büyüklerimizin bu ülkelerin yöneticilerine tepkileri ise kınamaktan ve “ülkemize fransız kalmışsınız” demekten öteye varmıyor.
Sıcak mevzuları bırakarak biraz da mazide yolculuk yapalım. Kendi çocukluğumuza ve o dönemki 23 Nisan’lara gidelim.
Ben ilkokulu köyde okudum. Köy okullarında okuyanlar beni daha iyi anlayacaklardır. Köy okulları genelde küçük bir antre, müdür odası, iki sınıf ve büyükçe bir bahçeden müteşekkildir. Ortalama elli-altmış civarında öğrencisi vardır. Brinci, ikinci ve üçüncü sınıflar bir sınıfta ders görürken, dördüncü ve beşinci sınıflar da diğer sınıfta ders görürler. Bizim dönemimizde iki öğretmen vardı. Öğetmenlerden birisi birinci, ikinci, üçüncü sınıflara ders verirken, diğeri de dördüncü ve beşinci sınıflarla ilgilenmekteydi.
23 Nisan yaklaştığında mutlaka, ama mutlaka her çocuğa bir vazife verilirdi. Kimileri şiir okurken, kimileri günün ehemmiyetine dair yazılar okurdu. Kimileri koro halinde marşlar, türküler söylerken, kimileri de halk oyunları oynarlardı. Bu türkülere ve halk oyunlarına köylüler de eşlik ederlerdi. Bunlara ilaveten bir de çeşitli yarışmalar yapılırdı.
Bu yarışmaların içerisinde aklımda kalanlar çuvalla koşma, kaşıkla yumurta taşıma, balon patlatma, ördek yürüyüşü, yoğurt içinde bozuk para bulma ve halat çekmedir. İşin en güzel yanı ise bu gösterilere ve yarışmalara köy halkının neredeyse tamamının seyirci olarak katılmasıydı. Bir öğrencinin annesinin, babasının akrabalarının önünde yarışıyor olması çok güzel bir duygudur. Hele bir de dereceye girerse değmeyin keyfine.
Şimdilerde köylerde nasıl bir kutlama yapılıyor, açıkçası bilemiyorum. Büyük kentlerden az-çok haberim var. Çocuklar yine şiirler okuyor, marşlar söylüyor, halk oyunları oynuyor…
Acaba anneler, babalar, akrabalar bizim çocukluğumuzdaki gibi bu tür günlere gereken özeni gösteriyorlar mı? Bu soruyu sorma ihtiyacı duyuyorum; çünkü her geçen gün evlatlarımızdan uzaklaşıyoruz. Aslında bedenlerimiz çok yakın, aynı odada oturuyoruz, fakat ruhlarımız, düşüncelerimiz, benliğimiz birbirimizden çok uzaklarda. Nasıl mı?
Üç kişilik küçük bir aile düşünün. Okuldan eve gelen çocuk acıkmıştır hemen bir şeyler yemek ister, hakkıdır, yer de. Aradan biraz zaman geçer, baba gelir. O da acıkmıştır, yemek yemek en doğal hakkıdır ve yer. Anne tercih yapmak durumundadır ya yavrusuyla yiyecektir ya da eşiyle. Büyük ihtimalle yavrusunu tercih eder. Hal böyle olunca yemekte bir araya gelerek konuşmak mümkün olmaz. Vakit biraz ilerleyince anne televizyona dalar, baba yorgunsa uzanıp dinlenmeyi tercih eder, çocuksa büyük ihtimalle bilgisayarın başındadır. Günler böylece akıp geçer. Her geçen günde maalesef aile arasında inanılmaz uçurumlar oluşur. Peki bu duruma düşmemenin, düşülmüşse kurtulmanın yolu nedir?
İlk olarak aile sabırlı olacak, mümkün mertebe yemeklerini beraber yiyecek. Ayrıca yemek yerken mutlaka televizyon, bilgisyar hatta mümkünse cep telefonları dahi kapatılacak. Bu sayede aile içi sohbet mümkün olacaktır. Aile içi sohbet, iletişim gerçekleşirse, ailede olumsuz giden herhangi bir şey var mı yok mu açığa çıkar. Böylelikle sorunların çözümüne yönelik adımlar atılır. Aile içi iletişim temin edildikten sonra komşuluk ve akrabalık münasebetleri de geliştirilmeye çalışılmalıdır. Sözü çok fazla uzatmak istemiyorum. Hani yukarıda bahsettik ya 23 Nisan’larda koro halinde marşlar, türküler söylenirdi diye. Onlardan bir tanesi de Mustafa Ahıskalı’nın bestesi olan “Kara basma iz olur” türküsüydü. Geçenlerde bu türküyü mırıldandım. Aradan bir iki saat geçmeden baktım ki bizim ufaklıkta (4 yaşındaki kızım) bu türküyü söylüyor :
Kara basma iz olur (2)
Güzellerde naz olur (2)
Gündüz gelme gece gel (2)
Eller duyar söz olur (2)
Hop ninnayı ninnayı (2)
Gel oynayı oynayı (2) ...
Çocuklarımızla bereber mutlu ve neşe dolu uzun yıllar yaşamamız dileğiyle...
25.04.2011
yusuf akkaya
YORUMLAR
Düşündüm...
Anne baba olarak bizler, kendi evlatlarımıza bu kadar uzakken, büyük küçük ayırmadan insan katletmeyi zafer veya marifet sayan kan dökücü katillerin çocuklara değer vermesini beklemek doğru olur mu?
Eskiden "Vahşi Batı" ifadesi vardı. Şimdi de "Vahşi Siyonizm" veya "Vahşi İsrail" desek doğru olur.
Konudan konuya geçilmiş, ancak irtibatlı olarak düşündürücü bir yazı.
Saygı ve selamlarımla...
Yusuf Akkaya
Rabbim mazlumların yardımcısı olsun!
Kıymetli yorumunuz için ayrıca teşekkürler Hoca’m…