- 177 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FASULYENİN FAZİLET'İ
1950’li yıllar. Kara Mehmet ağa, köyündeki çiftliğinin hayvanları için, adamlarının aldığı yemlerin ödemesini yapmaya geldiği ilçedeki yemcinin ısrarıyla , öğle yemeği için , birlikte lokantaya gider.
- Göreceksin ; sana methettiğim kadar güzel, buranın fasulyesi.
- Göreceğiz bakalım. Konuşmaları bitip, kapıdan girdiklerinde, lokanta sahibi kapıda karşıladı onları.
- Hoş geldiniz Cevat bey, buyurun, deyip yer gösterdi. Gösterilen yerlere otururlarken yemci Cevat ;
- Bak sana Mehmet ağayı getirdim. Şu senin kuru fasulyeyi, öyle bir methettim ki ; inşallah mahcup olmam.
- Merak etmeyin . Ağam, gerçekten de seveceksiniz bizim fasulyeyi.
- Haydi, getir bakalım ! Önce yiyelim de, sonra konuşuruz.
- Mustafa, doldur bakalım ağalarımın fasulyelerini.
- Bu aşçı Mustafa da sizin oralardan, Mollafenari’ denmiş. Aşçı Mustafa, fasulyeleri getirip masaya bıraktıktan sonra ağa ;
- Mollafenari’den, kimlerdensin oğlum sen ?
- Koçlar’ dan, Kara Ahmet’in torunuyum.
- Tanırdım Kara Ahmet’i , rahmetli. Yusuf’un oğlu musun yoksa ?
- He ağam. Fasulyeler yenince, övgüler peş peşe sıralanmaya başlandı.
- Helâl olsun köylüme ! Gerçekten de çok güzel yapmış fasulyeyi.
- Nerede öğrendin oğlum bu işi ?
- Askerde ağam.
O gün, razı edip , köyüne, çiftliğine götürdü Mustafa’yı. Köyün, neredeyse tamamı, onun yanında çalışıyordu. Mustafa’ya, peynir tenekelerinin lehim işini verdi. Arada sırada da kuru fasulye pişirtmeden edemiyordu. Köyde kimsesi olmadığından, çiftlikte yatıp kalkıyordu. Ağanın karısı, kızı, kuru fasulyenin tarifini defalarca sorup, püf noktasını öğrenmek için çok çabaladılar. ’’ Pişmiş aşa su katılmaz ’’ diyor, başka da sır vermiyordu. Bir gün ağanın kızı, biraz da cilve yaparak sordu :
- Bana da mı söylemeyeceksin, fasulyenin sırrını ? deyince dayanamadı. Bakışlarından, çok değişik bir anlam çıkartmış, ondan umutlanmaya başlamıştı. Göğsü sıkışmaya, kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı.
- Kızım ; pişmiş aşa su katılmaz diyorum ya işte ! Yani, yemek pişerken, suyu azalınca, soğuk su katmayacaksın , mutlaka sıcak su katacaksın ! deyiverdi. Kız çok sevindi. Sevincini, neredeyse, yanağına bir öpücük kondurarak belli edecekti ki ; son anda tuttu kendini. Ama Mustafa’ya olan olmuş, kıza âşık olmuştu bile. Garipti, kimsesizdi, ama yaşı otuzu geçmiş, evlenme yaşı gelmişti. On üç yaşında, üvey anne zulmünden dolayı evini terk ettiğinden beri, kendini ilk defa bu kadar mutlu ve gelecekten umutlu hissetmeye başlamıştı.
Ağanın bir de küçük oğlu vardı. Onunla oynarken bir gün ;
- Ablanı bana verecen mi, ablanı bana verecen mi ? diye sormaya başladı. Çocuk cevap veremeden, arkadan gelen ağa duydu onu. Hemen atıldı söze :
- Hangi ablasını diyon lan ? Mustafa bocalamaya başladı. Saadet ablanı diyemezdi ki !
- Fazilet ablanı diyom ağam ! deyiverdi. Fazilet, köyün üç çocuklu dul kadınlarından biriydi. Ağa, bu cevabın kaçamak olduğunu bal gibi anlamıştı ama, bu Mustafa’nın kızına askıntı olduğunun da farkındaydı. Bu Fazilet cevabı, ağaya kızının kurtuluşu için bir fırsat doğurmuştu.
Çok geçmeden Mustafa, üç çocuklu Fazilet hanımın , iç güveysi, imam nikâhlı eşi oluverdi. Ağa, köyün sığırtmaçlığını da Mustafa’ya verip, kızından temelli uzaklaştırmayı başardı.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.