- 213 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
KIRINTILAR
Bir sonraki an için bir öncekinin mühletinin dolmasını bekleriz veya bu gerçekleşmeden sonrakinin olamayacağını biliriz, düşünürüz. Bir mecburiyet gibi görünen ve silsileyle yeni anların ve ona ilişkin durumların, duygu, düşünüş ve davranımların kapılarını aralayan şey, gerçekte de böyle mi ilerliyor acaba?
Hayatın bizi konumlandırdığı yer ve zamanda gerçekten de doğru yerde ve anda olduğumuzu bilmek ne iyi gelirdi bize. Ne yazık ki genellikle doğru diye atıfta bulundurduğumuz kişilerle, zeminlerle ve o arzulanan anlarda birlikte olabilme şansını nadiren buluruz. Üstelik doğru yer ve anda bile hissetsek, bir şeylerin yarım kaldığından veya eksikliğinden de hayıflanırız nasılsa. Zihin atlasımızın öngördüğü hayat ile reel olarak nefeslendiğimiz hayat arasında kimi kesişmelerin olması gibi, apayrı bir sunumla da yüzleştiğimiz olabilir. Ne demişlerdi, dünya bir geçici handır. Bizler arzu ettiklerimizi değil, bahşedilenleri kısmet olarak alırız, yükleniriz ve yola devam ederiz. İyi de bütün kabullenmelerimize rağmen, o anların her biri için gereken alışma, kendini o zaman ve mekânın bir parçası olarak görme ve o an ve zeminlerin yüklediği ve veya sunduğu olanakları değerlendirmede bütün görevleri ya da seçenekleri gözden geçirip hayat verebiliyor muyuz?
Bolca yağan bir kar sonrası kızaklarıyla dışarı çıkan ve o çocukluk hevesi ve aynı zamanda gelişim görevlerinin gereği olan potansiyellerin hayat bulması için uygun anın ve zeminin gerçekeştiğini düşünen bir çocuk, en azından bir saat kadar bu hazzı tecrübe etmek isteyecektir. Sadece beş dakika sonrası ve kendi iradesi dışındaki nedenlerden ötürü bu hazdan ve aynı zamanda da görevden alıkonulması bir yarım kalmışlık haline yol açmaz mı? Bazı insanların hayata asla uygun yakınlığı kuramaması, bağlanamaması veya onun içinde değil de dış muhitlerinde geziyor olmaları gibi durumlar geçmişteki kimi yarım kalmışlıklarla ilgili olabilir mi?
Gıpta ile baktığımız, öykündüğümüz ve hatta idolleştirdiğimiz kimi öznelerin bir yanlarının eksik kaldıklarına dair samimi sohbetleri izlediğimizde, hayatı daha bir farklı pencereden de görmeye başlarız. Her şeyi ile dört dörtlük bir süreci izleyerek göz önünde olabilme vasfını elde eden çoğu kimsenin, nelerden mahrum kaldıklarını bilmek elbette bazı şeylerin kıymetini anlamada bize büyük dersler verebilir. Şu ya da bu şekilde içimizde uhde kalan o yaşanamamışlıklar birikir de birikir. Hayat dediğimiz iyi veya kötüleriyle önümüze çeşitli seçenekleri dayatırken, o müşküllere göğüs gerebilmeyi sağlayan güzel ve iyi olan sunumların çokluğu ve bilakis de tamlıklarıyla bizlere gerçek anlamda ilham verir, motivasyon katar. Hal bunun tersi ise, başat bir resim yeteneğinin, sportif becerilerin ve veya çeşitli kabiliyetlerin icrasındaki kısıtlı kalış, bizden bazı şeylerin dolmamış petekler gibi hayat kovanımızda yer almasına neden olur. Her sahadan artan şekildeki bu burukluklar, anın gereği olan hayata sarılışa da ket vurur, içe kapanık, neşesi düşük insanlar ordusuna katılırız istemeden. O küçük gibi görünen bş on dakikalık koşuşturmaların, pedallarına asılarak düşma pahasına sadece bir tur daha meydanda bisiklet sürmenin, meşin yuvarlağın ardından en azından bir kaç ay daha koşuşturmanın hayatımızın sonraki sayfalarının rengine nasıl da vurgu yaptığını nereden bileceksiniz ki. Ve bu tür kırıntıları bolca yüklenmiş olanlardan maziye yönelik o "Ah, o günlere bir dönebilseydim..." cümleleri de elbette sıklıkla telaffuz edilir olur.
Buradan çıkarımda bulunmak gerekirse, zamanın o anlarını yeniden yaşamak veya yeşertmek mümkün değilse de, o hazları yaşayabileceğimiz ve şimdiki ana uyarlı farklı heyecanlarla her şeye rağmen hayata yeniden tutunmayı başarmak ise bizlerin seçimidir. Yetişkinler için bu durum, bir yanlarında o kırıntıların sızısını taşırken, çocukların da haklı serzenişlerini anlayabilmek noktasında ne de önemli bir durumdur. Amaç ille de uçmak ise, o yaşlarda uçamamış veya yeterince bu hazza varamamış olmanın şimdi de uçulamayacağı anlamına gelmediğini düşünerek eyleme geçmeyi gerektirmez mi? Hangi iş sahasının, hangi şirketin, hangi coğrafyanın ve inancın insanı olursak olalım, büyük olasılıkla o kırıntılardan her birimizin heybesinde yeterince vardır,diye düşünüyoruz. Mesele, bu kırıntıları nasıl bir yere koyacağımız sanırım. Hayat, bu kırıntılardan ötürü kamete uğruyor da olsa devam ediyor. Burada bir esaslı duruş almak zamanıdır, diye düşünüyorum. Bu küçük ve fakat her seferinde can yakan ve biz izin verdikçe de büyüyen ve adeta da şafağımızı perdeleyen her ne olursa olsun, onun kaynaklandığı öznelerin söz, davranış ve duruşlarını kale almamak gerektiğini ve hatta böylesi durumların hedefi olmadığımızı da bir şekilde göstermemiz gerekiyor sanırım. Bizler istemedikçe, üzerimizde o istenmeyen renklerin yankılanması ne mümkündür, diye de düşünmek gerekir sanırım. Bunu başarmak pek kolay değil elbette. Bizi her bir anın sonraki adımına motive eden bir hayat bekliyor olmamız gayet doğal. Hazzı veren veya sorunları en latif şekilde ve hayatın sınırları dışına çıkmadan çözüyor olabilmek ne de güzel olurdu. Yemek, içmek, nefes alıp vermek gibi bir rutine bağlanarak hayatla yüzleşebilmek ve yerinde de destek alabilmek omuzlardaki yükü ve hele ki kafadaki o kırıntıları da kolayca aşabilmemizi sağlardı bir şekilde. Birilerinin bizi olmamız gereken değerin altında görmedeki inadı veya bizim bu algıya karşı tavrımız çok şeyin farklı biçimde can bulmasını sağlıyor. Kendimizi nasıl gördüğümüz elbette her şeyin üzerinde. Bunu diğerlerinin de doğru şekilde algılamaları hususu ise tam bir cihan harbi her birimiz için. Olduğumuz ve veya olmak istediğimiz bene doğru yaklaşırken bunu kolaylaşlaştıran unsurların artmasını diliyoruz. Bu dileği kuvvetli bir olasılık haline getirebilmekte ise iş yine bize düşüyor galiba. Ne demişlerdi, her zaman bir çözüm vardır. Mesele siyah veya beyaz olmak noktasında ise, iki temel değerin arasında binlerce farklı renk nüansının olduğunu göz ardı etmemelidir kanımca.
Nadiren de olsa birikmekli olan şu kırıntıların bir kısmının iyi yönde olmaları ihtimâlini de dile getirmek gerekir. Belki de asıl seçenek böylesi küçük ve fakat iyiye, güzele uzanışın adımlarını pekiştiren kırıntılardır. Onlardaki motivasyonun gitgide büyüdüğünü ve sizde hayal edemediğiniz bir potansiyeli harekete geçirdiğini düşünsenize bir. Yüreğe giren her şeye bir filtre kullanmak mümkün müdür bileme ve fakat ışık saçan ve yarına umudu verenlerin artmasını dilerim bütün insanlar için. Bir kuşun sabahın erken saatlerindeki neşeyle ötüşü, hareketlerindeki ritmik devinim ve kıvraklık, aheste esen rüzgâr, her bir tanesi beyaza karkıda üzerine düşen görevi yapmakta olan kar tanesi ve doğaya can veren her bir yağmur damlasının cama vurduktan sonrasında hızla akıp gitmesi, yağmur sonrasında çıkan güneş ve bu durumun vazgeçilmezi gökkuşağının belirmesi, geceleyin olağan dışı mesafelerden bize göz kırpmakta olan binlerce yıldızın parlayışı,… İlhamı kaybetmeden günü yaşamak ve sonrasına uzanmak ise hayat, onun sunduğu ve ücret de istemediği çokça şeyi görüyor olmamızı bize söylemiyor mu sayısız örnek? İçte yangın oluşturacak kıvılcımları da söndürme kudretindeki bu tebessüm ettirici şeyleri dikkate almayı seçmek, hayata başka ve fakat duyarlılığı yüksek bir pencereden de bakmak demektir öyleyse. Bu noktadan sonra artıranları görmeyi, diğerlerini de gözden kaçırmayı tercih ediyorum. Nihayetinde akıl, beden ve ruh halindeki iyilik, topyekün sağlığın da sigortasıdır. Bu noktada şu duygu bedeninin ne de önemli olduğunu anlamak ve anlatabilmek mümkün olsaydı, hayata dair çok şey değişirdi.
Cebimizdeki giderek azalan satın alma gücünün öznesi para ve diğer metalar, vücudu sarıp sarmalayan kasvetli rahatsızlıklar bir süre sonrasında bizi terk edip daha özgür bırakabiliyorken, ruhi anlamdaki küçücük zorluklar böyle bir yol izlemiyor. O sahadaki ufak tefek serzenişler, incinmeler ne de can yakıcı olabiliyor. Bu anlamda her birimizin iletişimde araç olarak kullandığı en doğru sözcüklerin, mimik ve jestlerin dahi içi duygu anlamında fukara kaldıkça, moralmen de bir düşüşün içinden kurtulamıyoruz. Duygu evrenimizn güçlü olması, diğer bedenlerde de her şekilde bir iyilik haline dönüşüyor nasılsa. Ruhen sağlıklı olmanın yolu nedir, bir formülü var mıdır bunun her yerde geçerli olsun, bilemem ve fakat o zemindeki en ufak ışığın ne denli büyük işlerin, güzelliklerin ivmesi olabildiğini çok iyi biliyor ve buna inanıyorum yürekten. Bedene ve akla da şifa şu duygu yanımızın incinmemesini ve her demde güçlü kalmasını temenni ediyorum. Kalın sağlıcakla.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Oğuzhan, hayata dair bu güzel yazıyı bir solukta okudum. Ne de güzel yazmışsın. Hayatın açmazları, sürprizleri, 'anı yaşamak' ve kendimizi kendimiz gibi görebilmek, gelişmelere karşı o kırıntıları yeri geldiğinde kalkan gibi kullanabilmek ya da birşeyler alabilmek... Yüreğine sağlık.
Oğuzhan KÜLTE
Ömrü güzel olası Anadolu'm canı üstat; Yarınlarımıza nice kalıcı eserler dileğimle yüreğinize, kaleminize sağlık.