- 309 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kul Hakkı
İslâm’ın üzerinde hassasiyetle durduğu temel kavramlardan birisi hak kavramıdır. Allah(c.c.) kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Allah (c.c.)’a ortak koşmak Şirk en büyük zulüm ve günahtır. Allah (c.c.)’tan başka ilah yoktur. Tevhidi zedelememek gerekir. Allah (c.c.)’ın varlığını ve birliğine inanarak emrettiği emirleri yapıp yasaklarından da kaçınarak bir hayat yaşamak Müslümanın asli görevidir.
Allah (c.c.) şirki ve kul hakkını bağışlamamaktadır. İslâm, bütün canlılara ait hakları ayrıntılı bir şekilde tespit ve tarif edip sınırlarını belirledikten sonra her bir hak sahibine hakkının verilmesini emretmiş; hak ihlali anlamına gelecek her türlü davranışı da yasaklamıştır. Bu haklardan biriside kul hakkıdır. Şirk koşmamak ve kul hakkına girmemek gerekir. Şirke düşenlerin arınıp Tevhid merkezli bir hayat yaşaması, üzerinde kul hakkı olanların var olan hakları ödeyip helalleşmesi tövbe istiğfar edilerek bağışlanma dilenmesi gerekmektedir.
Âyet-i Kerimelerde: “Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Karada ve denizde taşıtlara yükledik ve temiz yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (el-İsrâ 17/70) Bu âyette Allah Teâlâ, insanoğluna lütuf ve ikramının bir özetini vermekte ve onun âlemdeki özel yerine işaret etmektedir. Müfessirlere göre insanın şanı, şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü; Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, kulak gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka birtakım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, âletler icat etmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç alâkasını görmesi ile bu sayede geleceğe yönelik programlar, hazırlıklar yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin kavramlarına sahip olması; kısaca, maddi, bedenî, ahlâkî, ruhî meziyetleri haiz olmasıdır.
“Muhakkak ki biz insanı en güzel biçimde yarattık” (et-Tîn 95/4) buyurulmuştur. Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. Âyette: ‘en güzel biçimde yarattık’ ifadesi bu hususu belirtmektedir. İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak ‘kâmil insan’ olacak yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.
İslâm’da; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, konumu ne olursa olsun insanların hakları dikkate alınmış ve gözetilmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) veda hutbesinde; “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar dokunulmazdır.” (Buharî, Hac, 132 [1739, 1741]) buyurmuş; kul haklarını ihlal eden kişinin ahirette hüsrana uğrayacağını haber vermiştir. (Müslim, Birr, 59 ‘2581’). Dolayısıyla İslâm’da kul haklarına riâyet, İslâm’ı anlama ve özümseme göstergelerinden olup dünya ve ahiret saadetine ulaştıran temel vesilelerden birisidir.
Kul hakkı ihlali durumunda; haksızlığın gecikmeden giderilmesi, hak sahibi ile helalleşilmesi ve bu günahtan tövbe istiğfar edilmesi gerekir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim din kardeşinin şeref, onur ve haysiyetine veya malına yönelik bir haksızlık yapmışsa altın ve gümüşün fayda vermeyeceği kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınarak hak sahibine verilir. Şâyet sevabı yoksa hakkına girdiği kişinin günahlarından alınarak kendisine yüklenir” (Buhârî, Mezâlim, 10 ‘2449’)
Mallarla ilgili kul hakkı ihlali durumunda; mevcutsa söz konusu malın kendisi, yoksa bedeli hak sahibine verilmelidir. Hak sahibinin hayatta olmaması hâlinde ise mirasçılarına teslim edilmelidir. Malın sahibi bilinmiyor veya kendisine ulaşmak mümkün olmuyorsa söz konusu mal veya bedeli hak sahibi adına fakirlere ya da hayır kurumlarına verilmelidir. Ayrıca yapılan bu hatadan dolayı samimi bir şekilde tövbe edip Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.
Hak ihlali; hakaret etme, küfür, yalan, gıybet, iftira, istihza, rencide etme gibi insanın onur ve haysiyetine yönelikse bu durumda yapılması gereken, ortaya çıkan zarar ve mağduriyeti gidermek ve hak sahibiyle helalleşmektir. Buna imkân bulunmadığı durumlarda ise samimi bir tövbeden sonra hak sahibine hayır dua edilmeli, onun namına hayır hasenat yapılarak bu vebalden kurtulmaya çalışılmalıdır. Bu şekilde bir yol izlemenin manevî içerikli kul haklarına keffaret olabileceği bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir (İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-kübrâ, 1/113).
Kul hakkına girme, şirk koşma sakın,
İhlaslı, ahlâklı olmaya bakın,
Ar, namus ve iffet tavrını takın,
Sevapları artır, günahlar yakın.
Ömer LÜTFİ ERSÖZ
Şirkten uzak durup kul hakkına girmeyip Allah (c.c.) ve Resulü Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizin emirleri ve yasakları doğrultusunda hayatını yaşayan hakiki Mü’minlerden olmamız duası ile sıhhat ve afiyetler dilerim.
[email protected]
YORUMLAR
Kul hakkıyla ilgili gerekli olanları yazmışsınız. Bu uyarıcı nitelikteki yazınızdan dolayı sizi tebrik ederim. Bu noktada şunu söylemek isterim hocam, Müslüman ile Mümini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Müslüman için günah işlemek önemli değil; nasılsa bir tövbe, bir helalleşme ile vebalden kurtulabiliyor. Sonra yeni günahlar, yeni kul hakları ihlali tekrarlanıyor ve yeniden helalleşme ve tövbe... Bunun sonu yok hocam. Bu yüzden, Kur'an'da da müminler için özel bir ayetler topluluğu var; Müminun suresi. Müminler Allah'ın sınırlarını aşmadan yaşamayı hayatının değişmezi kabul ederler. İnsanlık gereği günaha girdiğinde bir tövbe eder ve tövbesinde daim kalır. Bu tövbeye Nasuh tövbesi denir, öyle değil mi? Bu sebeple, İslam olduğunu söyleyenlerin hedefi Müslümanlıkta ısrar etmek değil, mümin olmakta kararlı olmaktır. Bilmem yanılıyor muyum? Kaleminize sağlık
Ömer Lütfi ERSÖZ
Hucurat Suresi:
14﴿ Bedevîler, “İman ettik” dediler. Şunu söyle: “Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz. Bununla beraber Allah’a ve resulüne itaat ederseniz yaptığınız hiçbir şeyi boşa çıkarmaz; Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”
﴾15﴿ Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olanlar işte bunlardır.
Buyurulmaktadır. Dedikleriniz doğru.Yazılarımda genel olarak bahsettiğiniz anlamda yazıyorum.
Yalnız İlk İman ediş dönemi vurgulanıyor henüz kalbe inmediği belirtiliyor.Mü’minliğe geçme aşamasında ki Müslümanlarda övülmüşlerdir.Önemli olan İmanın kalbe hakiki anlamda inmesi ce İslami hükümlere uygun yaşamaktır.Selamlar teşekkür ederim