- 222 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Lulu’ya Böyle Söyledim (Yüz Atlası)
Yeni bir dilin sözcüklerine tutunmaya çalışan dillerin ucunda tedirginlik var. Beynin karmaşık yapısını akışkan bir korkuya çeviriyor. Lafazan diller süt dökmüş kediye dönüşüyor ve inanmazsın kulaklar radar gibi açılıyor. (İnsan kesinlikle biyolojiye iman etmelidir) Kulak tembelliği gidiyor, kulak hafızası cilalanıyor, işitmenin her türlüsüne kulaklar kabarıyor. Bilmediğin bir dilin ahengine kendini nasıl kaptırabilirsin ki? O ahengi yakalamak, aksan topallaması, bir çocuğun hecelerken düşürdüğü hece olmak, bilmenin ve bilmemenin arasındaki o incecik çizgide ’cahil’ addedilmek. Bilmediğin dilin deryasında kulaç atmak için kıyılarında kıçı kırık cümleler kurmak, ırzına geçilmiş fonetik detoneliği, rezil olmuş bir tenor hüznü.
Mimiklerde işlenen anlamın peşine düşersin. Yüz hatlarındaki gerilmenin, dudak çekilmesinin, gözbebeğinin küçülüp büyümesinin, okşanan burnun, kaçırılan bakışların, vücudun ritmik hareketliliği ya da hareketsizliği, vücut diline mütercimlik gözlemi. Bir pandomim sanatçısının sanatını icra ederken sahne önündekilerin anlayış ve kavrayış ikilemi gibi. Ana dilinde öteki kimliğinin asimilasyon kurbanlığı, resmi dilde geveze bir bilgiçlik ama halihazırda var olan lâl duraksama. İnsanın günlük yaşamda hali pür melalini birkaç sözcükle ifade etmeye çalışması, birkaç sözcükle sabahı akşam kılması, birkaç sözcükle anlaşılma tutkusunun tutuşması, birkaç sözcükle uzunca süre susma zorunluluğu, birkaç sözcüğe birkaç sözcük biriktirme çabası, birkaç sözcük içindeki binlerce sözcüğe muhtaç olması ve daha neler.
Yüz Atlası yetmiyor. Mimik ve evrensel bir dil olan tebessüm yetmiyor. İlerleme kaydı iki ileri üç geri şeklinde cereyan ediyor. Dilsizlik. Lâl hal. Anlam, anlaşılma, anlamlandırma, anlama. Gayeler dudak bükmesi ya da dökmesi oluyor, tebessüm ile geriye çekilen dudaklar dökülüyor, bakanın muhtemelen gözlerde gördüğü kocaman bir boşluk, boşluk içinde anlaşılmayan bir doluluk, yabancılık duraksaması, eşikte kapının bir parçası gibi olmanın garip bir duruşu. Bir lisan ile toplanan insanın bir insan etmesi ve toplama işleminin devam etmeyip, matematiksel kurgunun bölme, çarpma ve çıkarma ile sürmesi.
Yüz Atlası, hakkıdır; Mim Sanatı pazarı oluverir. Pazar tezgahında öteberi cinsinden birkaç iri tebessüm, -onlar da ha döküldü ha dökülecek- özgüveni tastamam bir iki duruş geri kalanı harcıalem. Yığınla duygudurum patinajları, ses telleri arasında birikmiş boğuk küfürler, ortalık dolusu ı ve e harfleri, bir türlü sese bürünemeyen hımhımlar, kafanın içinde yönce sorular. Ben neredeyim, ben neden buradayım, burası da neresi, benim burada ne işim var, niye ben? İnsanın tek yönü kendisidir mukabilince Ben dolu yönsüzlük soruları.
Yönsüzlük de bir bakıma insanın kendine tayin ettiği pervane gibi ama bu pervanenin ses ve dil pazarındaki karşılığı insanın kendi ekseninde dönüş şaşkınlığı.
Kırılan yüzlerden dökülen bakışları hiç gördük mü? Bakmak ile görmek arasındaki uçuruma şahit olduk mu? Ya tökezleyen diller, çatallaşan sesler, büyümüşlüğün alfabesi’nin artık yetmemesi, yabancılık körlüğü, karın boşluğunda büyüyen gri balonlar, ses cümbüşünden arta kalan anlamsız sessiz uğultulları hiç işittik mi?
Baktık görmedik, gördük umursamadık, umursadık bir şey yapmadık, şahit olduk görmemezlikten geldik, işittik ama duymadık. Eksik bir bütün gibiyiz.
Böylelikle Lulu, yüzüm kırık, yüz atlasımın benzi soluk, dilim lâl mevsiminde.
Kendince kal kimseciklere benzeme.
Lulu’ya Böyle Söyledim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.