- 283 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Sakın Koşmayın
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aniden siren sesleri yükseldi binanın her tarafında. Dahlia ile göz göze geldik. Fazla seçeneğimiz yoktu. Oturduğumuz koltuklardan kalktık. Masanın üzerindeki bilgisayarları toparlamadan toplantı odasından çıktık. Bütün bina siren sesi, onun da üzerine kayıt edilmiş “Bu bir tatbikat değildir” anonsu ile çalkalanıyor, tavan boyunca yanıp sönen kırmızı ışıklar da yangın senki tepemize kadar gelmiş hissi veriyordu.
“Asansörlere gitme!” diye beni uyardı.
“Yangın merdiveni de o tarafta değil mi?”
“Ah, tamam”
Beraber merdiven yönüne doğru hızlı adımlarla yürüdük.
“Derhal acil çıkış kapılarına gidin! Sakın koşmayın! Yardıma muhtaç olanlara öncelik tanıyın. Bu bir tatbikat değildir” diyordu yıllar önce Boston’da bir stüdyoda kaydedilmiş, tuzu kuru olan ses.
Koridorlarda kimseye rastlamadık. Uzay gemisinden bozma şirket binası neredeyse boştu. Sabah girerken otoparkta altı tane araba saymıştım. İki güvenlik görevlisi, bri de bilgisayarcı Jason, eder üç. Üç katlı binanın her katı için birer hademe, altı. Ben ve Dahlia’yı da ekledim mi, eder sekiz. En az iki kişi başkalarıyla araba paylaşarak işe gelmiş olmalıydı.
Biz yürüdükçe bina bizi tanıyor, duvarlar boyu uzanan ekranlardaki mesajlar değişiyordu:
“Ay sonu yakın diye tatile gitmekten vazgeçmeyin. Raytheon aile/iş dengenizi en az sizin kadar önemsiyor”
Muhasebeci olduğumu ve ayın ilk ve son haftaları boyunca iş bilgisayarımı gece yarısı birden önce kapatmadığımı biliyordu bina. “Tatili geçtim, yatağa gitmek istiyorum” diye mırıldandım. Salı günü gece bir buçukta bilgisayarı kapatmış, sonra sabah beşte kalkıp tekrar çalışmıştım, bir sonraki gece bire kadar. Dahlia Türkçe mırıldandığımı duydu ama duymazlıktan geldi. Bir an önce binadan çıkmalıydık.
Penceresi olmadığı için güneş ışığı almayan merdivenler şirketin yüzkarasıydı. İçeri girecekken sizi “Kerem Bey, sizin toplantınız ikinci katta, B213 nolu odada. Burası B313. Lütfen doğru toplantı odasına gidin!” diye uyaran uzay teknolojisi acil durum merdivenlerinin orada bir anda ortadan kayboluyor, yalapşap boyanmış beton ve metal korkuluklar sizi geçmişte, artık denk gelmemeniz gereken bir ortama götürüyordu. Normal ışıklar sönmüş, yerlerini acil durumun kırmızı ışıkları almıştı. Yine de Dahlia kızıl bir renge bürünmemişti. Daha çok damardan fışkıran kan misali kara kırmızı bir rengi vardı. “Zencilerin teni ışığı farklı yansıtıyor” diye geçirdim içimden.
Koşar adımlarla ikinci kata indik. İlk kata doğru inmeye devam edecekken aşağıdan yoğun duman geldiğini gördük.
“Yangın giriş katında olmalı. Bu dumana girersek bir daha çıkamayız. İkinci katta bir çözüm arayalım”
Şefim de olan Dahlia’nın dediğini ikiletmedim. İkinci kata açılan kapıdan içeri girdik. 21. Yüzyıl tekrar etrafımızı sardı.
“Kırabileceğimiz bir cam bulalım. Oradan aşağıya atlayabiliriz”
Bunu söylemesi Dahlia için kolaydı. Bir seksenin üzerindeki boyu, kolejden beri hala düzenli oynadığı basketbol geçmişiyle bunu yapabilir, herhangi bir yaralanma olmadan yere inip, binadan uzaklaşabilirdi. Ben ise itfaiyecileri brandasına yumuşak inişi bile beceremeyebilirdim.
“Camlar kabaca aynı kalınlıkta olmalı. O zaman en geniş olanını bulalım. Onu kırması daha kolay olur”
Toplantı odası A204 ün camı ideal büyüklükteydi. İçeri girerken bina “Rezervasyonunuz var mıydı? Yoksa hemen şimdi Outlook’tan yapabilirsiniz” diye bize laf attı. Doğaldır ki aldırmadık. Yangın alarmı verilmişken binanın acil durum yerine rezervasyona takılması saçma geldi. Ama o an için bu detay gerçekten detaydı.
Boş boş kendisine baktığımı gören Dahlia:
“Yangın baltası getirir misin? Camı yumruklamaktan hem daha kolay olur, hem de daha güvenli”
“Doğru, cam kırıldığında bileklerimiz kesilmez”
“Kerem, camı değil, el kemiklerimizi kırarız. Sen acil durum eğitimi almadın mı?”
Daha geçen ay tekrarlamıştım eğitimimi. Hatta sonuçlarım onaylanmaları için Dahlia’ya gitmişti.
“Aldım da, dikkatim biraz dağınıktı” dedim ve uzatmayıp koridora fırladım. Tavandan sarkan bir takım tabelaları takip ettim ve sonunda sadece duvardaki bir makaraya sarılmış yangın hortumuna denk geldim. Ne balta, ne kargı, ne de yerlerini değiştirip INGA yazabileceğiniz kum kovaları vardı.
Elim boş döndüğümü görünce Dahlia sandalyeleri işaret etti:
“Şunlardan birini cama doğru savurmayı deneyelim”
Onun bu işi benden daha iyi yapacağına emindim ama yine de erkeklik gururuyla sanldalyeyi iki elimle tuttup kaldırdım ve tüm gücümle cama doğru savurdum. Sandalye elimden çıktı, cama tarif edilmesi güç bir sesle çarptı, sonra da gerisin geriye sekip, Dahlia ile aramızdan geçip, toplantı masasının üzerine düştü. Cilalı masa üzerinde de hız kesmeyip, her türlü iletişim cihazını da peşinde sürükleyerek yoluna devam etti ve masanın görmediğimiz tarafına düştü.
Korktuğum başıma gelmedi ve Dahlia “Bir de ben deneyeyim” demedi. Onun yerine gömleğini çıkardı, iç çamaşırıyla kalmasına aldırmadan gömleği yırtarak ikiye ayırdı, sonra parçalardan biri ayağından çıkardığı stiletto denilen son derece yüksek sivri topuklu ayakkabıya doladı.
“Yardım et de şu ayakkabıyı dirseğime bağlayayım”
Ne yapmak istediğimi pek anlamamış olsam da söylediğini yerine getirdim.
“Camlar otomobillerdeki gibi havalı. Sivri bir cisimle nokta vuruşu yapabilirsek şansımız olabilir.”
Ayakkabı dirseğinde mahmuz gibi duruyordu. Elini yumruk yaptı ve diğer elinin avcunun içine koydu. Sol kolunun yardımıyla mahmuzlu sağ dirseğini cama vuracaktı.
“Bir dakika!” dedim, “Sen vurmadan söylemek istediğim bir şey var”
“Söylemek için şu anı mı seçtin?” dercesine bana baktı.
“Dahlia, sana uzun zamandır söylemek istiyorum ama bir türlü dilim varmıyor”
“Çok tutacak mı söyleyeceklerin?”
“Sana bağlı”
Üzerindeki siyah sütyeni, dirseğine bağlı topuklu ayakkabısı ile gerçeküstü bir görünüme sahipti. Sanki Mad Max filmini çekiyorduk.
“Uzatmadan söyle”
“Dahlia, ben ayrılmak istiyorum”
Sonunda baklayı ağzımdan çıkarmıştım. İki haftadır bunu ona söylemeye çalışıyor, bir türlü denk getiremiyordum. İlk hafta yıl sonu değerlendirme toplantısına hazırlanmamda bana çok yardım etmiş, benim de içimden bunu ona söylemek gelmemişti. İkinci hafta işlerin bitmesi Cuma akşamı yediyi bulunca şirkette istifamı verecek kimse kalmamıştı. En sonunda bugünkü toplantıyı bir bahane uydurup ayarlamış, tam ayrılmak istediğimi söyleyecekken yangın alarmı sözümü kesmişti.
“Şu camı kırmamı bekleyemedin mi?”
“Olmaz. O zaman hayatımı kurtarmış olacaksın. Hayatımı borçlu olduğum birini yüzüstü bırakıp gidemem”
Burada sözünü edemeyeceğim bir küfür etti. Sonra yüzünü cama döndü. Gerilip son hamlesini yapmaya hazırlandı.
“Kerem Can Erdoğan! Bugünden geçerli olmak üzere Raytheon’dan kovuldun. Ne Raytheon’un, ne de benim sana ihtiyacımız yok”
Sözünü bitirir bitirmez de var gücüyle cama dirsek attı.
YORUMLAR
İlhan Kemal
Muhtemelen camdan sonra bir dirsekte size vuracak.
Güzeldi sevgili dost.
Tebrik ederim.
Selamlar saygılar iyi bayramlar.
İlhan Kemal
Not: Yangın alarmına uzananı yakarım. Saygılarımla.
Yazar, Kullanıcının girdisi aniden patlak veren yangın alarm seslerini ve bina içinde yaşanan panik durumunu anlatıyor. Karakterler, acil durum çıkışlarına yönlendiriliyor ve yangın merdivenlerini arayarak bina içinde güvenli bir şekilde hareket etmeye çalışıyorlar. Yangın tatbikatı olmadığını anons eden ses anonsları, karakterleri tedirgin ediyor ve hızlı bir şekilde çıkış noktalarına ulaşmalarını istiyor. Güvenlik görevlilerinin bulunduğu boş bir şirket binasında, acil durum prosedürleri takip ediliyor. Karakterler, binadan güvenli bir şekilde çıkmak için doğru adımları atmaya çalışıyor.
İlhan Kemal
Okuyup yorumladığınız için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Bir telaşenin içine yerleştirilmiş düşünceler ve ilişkiler yumağı ki ayrılık kararı birden uygun olmayan bir durumda söyleniyor, sonrası ise hüzündür muhtemelen. Tabi kişiye özel... Kutlarım güzeldi...
İlhan Kemal
Sizi okumak benim için büyük zevk.
Yazdıklarınızı yaşatıyorsunuz.
Selamlarımla...
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.