- 131 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İKTİDAR.
İKTİDAR VE MEDYA.
Her iktidar medyadan şikâyet eder. İstisnalar olsa da bu genel bir teamüldür. Bu durum dünyanın her yerinde aşağı-yukarı böyledir. Siyaset-medya ilişkisi bugüne kadar hep sorgulanmıştır. Bazı zamanlarda medya organlarının, çeşitli baskı gruplarının eline geçmesi, bu alandaki tartışmaları daha da artırdığı doğrudur. O yüzden gazetecilik yapanların başka bir işle uğraşmamaları yönünde sürekli yorumlar yapılır. Ancak işin maddi yükünün taşınabilmesinin zorluğu, bu beklentinin bir türlü hayata geçirilmesini sağlayamamıştır. Bu realitenin varlığı özgür basının, medyanın önemini tabi ki azaltmaz. Medyada millet adına, toplum için kamu görevi bilinciyle işlerini yapmaya çalışanların sayısı, bu alanı şahsi çıkar hesaplaşmasına dönüştürenlerin çok üstündedir.
Hatırlanacağı gibi Türkiye, TRT 2 adıyla yayına başlayan kanalla, tek kanallı günleri 1986 yılında geride bırakmıştı. Televizyon tamircilerinin paylaşılamadığı, anten satıcılarının yok sattığı, çatıların çekiyor-çekmiyor tartışmalarıyla çınladığı günlerdi. Evet, TRT 2 de aynı yayın kuruluşuna yani devlete aitti ama insanlar yeni bir şeyleri izleme imkânını es geçmek istemiyorlardı. Yani farklı bir ses, sima, yayın akışı görmek sanki tekdüzelikten çıkış gibi görülüyordu. Sonrası malum. Özel kanallar açıldı. Türkiye’nin ulusal-yerel yüzlerce kanalı oldu. Bir de üstüne üstlük hâlâ gelişimini tamamlayamayan sosyal medya ortaya çıktı.
Hâl böyleyken bugünün en önemli problemi, özellikle iktidarın medyayı kontrol altına almak için görünürde çok sesli ama aslında kendisini destekleyen tek sesli bir medyayı inşa etmede sınır tanımamasıdır. Bu kadar çeşitliliğin farklı bakış açılarını ortaya koyması beklenirken, birçok yayın kuruluşu maalesef aynı şeyleri tekrar eden, gelişmeleri aynı zaviyeden değerlendiren gazetelere, televizyonlara dönüştüler. Sanki ortak yayın kurullarında hazırlanmış, haberler, manşetlerle muhatabız. Birini okuyunca, izleyince diğerine ihtiyaç duyulmuyor. Ne yazık ki, kimi genel yayın yönetmenleri, yazarlar, çizerler, editörler varsa-yoksa iktidar lehine konuşmayı, yazmayı görev edinmiş olmayı kendilerine ana sorumluluk haline getirdiler.
Şu noktayı da unutmamak lazım; AK Parti iş başına geldiği 2002 yılında, bürokratik oligarşi ile mücadele etmek adına bürokrasiyi kontrol altına almak için o gün çeşitli işbirliklerine girişti. O süreç 15 Temmuz darbe girişimi ile sonuçlandı. AK Parti aynı zamanda “kendi medyamı kurmalıyım” motivasyonuyla, medya üzerinden her şeyi kontrol etmeyi hedefleyen bir anlayışa büründü. Kendi doğrularının topluma aktarılması için ilk başta bu girişim bir yere kadar makul olabilirdi. Ancak gel gör ki, bu aşırı kontrol mekanizması fren tutmaz oldu. Geçen yazıda da atıfta bulunduğumuz Halil Berktay Hoca’nın bu durum ile ilgili tespitleri ilginç. Berktay Hoca AK Parti’nin medya ile olan ilişkisini tarif ederken; “Güçlendikçe kendi medyalarını kurdular ve daha fazla kurdular ve daha fazla satın aldılar. Gene güçlendikçe, mevcut medyaya daha fazla baskı yaptılar; onları satmaya, devretmeye zorladılar…
Sonuç olarak, önceki vesayetçi partizanlığın, tek yanlılığın yerini başka bir partizanlık, zıt bir tek yanlılık almaya başladı. Ortak yanları, tekelci bir tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, dar çizgicilik oldu” diyor. Aynı zamanda Berktay Hoca bu durumun iktidara yaramadığını, İstanbul seçimlerinde bunun görüldüğünü, milletin bu durumu kanıksadığını, yüzde yüz yeknesak anlayışının geri teptiğini, aşırı baskının AK Parti’nin kendi tabanını da sindirdiğini, yaratıcılığını ve enerjisini öldürdüğünü ifade ediyor.
Bütün bunlardan sonra şunları ifade edebiliriz. Kanaatimizce iktidar yetkililerinin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın uygulamalarından alacağı bazı dersler var. Neden mi, çünkü basın toplantılarında akreditasyon uygulamadan her kuruluşu davet etmesinin, herkesin sorusunu rahatlıkla sorabilmesinin salgınla mücadele sürecine nasıl katkı sağladığını herkes gördü. Yani içlerinde az da olsa ellerinde bulundurdukları kalemlerini şahsi hesaplaşma aracına dönüştürenler olsa da basın özgürlüğü bu toplumun hayrınadır.
Bir de şu gerçek var ki, medya üzerine kurulan baskılar, er ya da geç zararı siyaset kurumuna, iktidarlara veriyor. İnsanlar artık monoton yorumlardan sıkıldı. Tek taraflı propagandaya maruz kalmak herkesi yordu. İktidar bu durumu bir an önce değiştirme yoluna gitmezse, hem ülke hem de kendisi bundan zarar görmeye devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.