- 315 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLIĞIMIZI KAYBETMEYELİM
"Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat,
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine..."
Bundan yıllar yılar önce üstat ne de güzel resmetmiş aşkı. Sakarya Nehri’nin kenarından…
Sakarya aşktır değerli dostlar. Din, dil, ırk ayrımı yapmadan isteyen herkese kucak açan, barındıran, su veren, ekmek veren güzel bir aşk. Vatandır aşk..
Peki biz bu aşka nasıl karşılık veriyoruz, nasıl ihanet ediyoruz, nasıl nankörlük yapıyoruz?..
Her geçen gün artan asayiş olayları, kadına şiddet, istismar suçları, yaralama ve öldürme, trafikte kavga, narkotik suçlar, organize suçlar ve daha niceleri. Biz böyle değildik, büyüklerimizden de böyle görmedik sevgili dostlar.
Sokaklarda kültürümüze, örfümüze, hatta insanlığımıza dair, hiçbir şey kalmadı?.. Yaşadığımız şehirleri, oturduğumuz mahalleyi, apartmanımızı aşkla yaşamak varken sahipsiz bırakmayalım sevgili dostlar. Sahip çıkalım, koruyalım…
İnsana özgü bir olgu olan kötülük, insana özgü olan sevgiyi ve özgürlüğü ortadan kaldırmaya yönelik bir girişime yani insan öncesi duruma gerilemeye işaret eder…
Erich Fromm’un tanımıyla kötülük insanın, insanlığının yükünden kaçmaya yönelik trajik girişimi içinde kendini kaybetmesi yani insanlık alanından çıkıp insanlık dışı alana girmesidir.
İnsanın her türlü kötülük olasılığını hayal etmesi ve onu beslemesine yönelik hayal gücünün genişliği kötülüğün potansiyelini büyütmekte…
Yaşam sevgisine karşı ölüm saplantısı, insan sevgisine karşı narsistik duygulara dayalı ego saplantısı insanı nefrete ve yıkmaya götürürken onu çürütür. Oysa yaşam ve insan sevgisi özgürlüğü de içine alarak insanı insanlık alanında tutar ve geliştirir.
İyi insan olmak mükemmelliğin kendisinden korkmak, kendini bulmak hatalarda, yaşamın dahi çözemediği problemlere çözüm bulacak formüller aramak.
Hoş bir iştir yaşamak, durmadan tekrarlara boğmadan, sürprizlere açık, her daim yaşama sıkı sıkı tutunmak. Ciddi işleri yapanlar çok... Kalın ve siyah mürekkeple yaşam izlerini yazanlar da.
İşi mahir kılmak, kendin olmak, yaşarken kendini bulmak, kendini memnun etmek, sonrası bir düğümün çözülen ilmekleri…
İyi insan olmamız bize, çocuklarımıza ve toplumumuza en azından ahlak ve güzel bir kültür katacaktır.
Unutmayalım sevgili dostlar, her insan bir dünyadır, bu yüzden önce kendi dünyamızı güzelleştirelim.
İnsanların giderek bireyselleşti ve bencilleşti. Vaz geçelim benlikten, biz olalım hep beraber, omuz omuza, elele…
Bakın giderek yalnızlaşıyoruz. Bütün bu çılgınlığın ve şaşkınlığın temelinde insanların özünden uzaklaşması, kendi özüne yabancılaşması ve bireyselleşmesi var. Bizim yapmamız gereken özümüze dönmek. Toplumsal birliği, dayanışmayı, paylaşmayı hatırlamak…
Çocukluğumuzda her şey paylaşılırdı. Biri tarhana yapardı herkesle paylaşırdı. Ötekisi erişte yapardı bölüşürlerdi. Eskisi gibi olmamız lazım. Bugün insanlar yılarca aynı apartmanda oturuyor birbirini tanımıyor. Evde anne, baba, çocuk bile birbirine yabancılaştı. Herkesin elinde telefon... İnsanlar sosyal ortamlarda bile birbiriyle iletişim kuramıyor.
İnsanlığa sadakatine inandığımız her insanın eşiğine gidelim. Eskiden kapı komşularımız, aynı eşiği paylaştığımız insanlar olurdu. Unutuldu mu bu değerler?.. Nereden başlamalı?..
Yaşam kendi adına neyi önemsiyorsan onu pişirip pişirip önüne koyuyor çünkü. Seyrediyoruz hareketsizce kendimizi, sonra herkesin içinde gömülü bulunan cevherlerini keşfetmesi ve sonrasında aradığını bulmak için yola çıkma hikâyesi yazılıyor. Ölüme rağmen yaşamak, ölüme rağmen hedefleri tam ortadan isabet ettirmeye çalışmak, özetle insan olmak başlı başına mucize.
Mucizelere inanmadan yaşadıkça kayıpların girdabına kapılmamak ne mümkün…
İnsanların birbirine en çok güven duyduğu şehirler, aynı zamanda en mutlu oldukları şehirler ancak, modern şehirde güven neredeyse kayıplara karışmış durumda. Komşumuzdan tam emin olamıyoruz. Bize sürekli televizyon ve gazete haberlerinden kötü havadis zerk ediliyor. Karşımızdaki insanın her an bir cani, katil, sapık olabileceği düşüncesiyle kirlenerek, aslında dostumuz olabilecek, sohbet edebileceğimiz bir insandan işkillenmeye başlıyoruz. Bu da toplumdaki beşeri sermayenin altını oyuyor ve bizi güvensiz ve yalnız insanlar haline getiriyor.
Ey insan kendi içinde çözdüklerini bir de kalabalıkların yalnızlığında bul. İşte o zaman büyüyorsun, büyütüyorsun ruhunu. Yüksek seslere, kabalıklara, insan olmanın dışındaki her türlü zavallılıklara karşı inceden bir yüce ruhu büyütüyorsun içinde.
Eğildikçe yücelen, sustukça kökleşen, asileştikçe insana benzeyen..
Bu yüzden ruhu beslemek lazım yeniden, bıkmadan usanmadan..
Ruhu inceleştiren, öfkeden arındıran, güzel sözleri dile taşıyan, nazik ve ince olmayı öğreten ancak ve ancak içi her gün dolmaya aç bir dimağ, okuyan ve kendini geliştiren bir zihin ile mümkün. O zaman insan kendini kimseye, kimselere onaya sunmadan güçlü hissedecek donanıma sahip oluyor.
Acırım ruhunu incelikten, zariflikten ve bilgiden mahrum edenlere. İçindeki hazineleri cehaletin elinde teslim edip, kendi ilim denizini bataklığa çevirenlere.
Gününü ziyan edip, ne kendisine, ne etrafına faydası dokunmayanlara..
Her daim insan olmaya, kötülüğe dahi iyilik ile sapasağlam duranlara sebep dönen dünyaya.
Çivisi çıkmış dünyanın, ruhunu kirliliklere dayamış insanlarına her gün yeniden şans tanımasına...
Öyle ya da böyle mücadele eden ruhun kazanması için var gücüyle okuyan topluma. Okudukları ile değiştirebilen küçük de olsa faydalı farkındalıklara. Gözleri kapatmak var kötülüklere bir de savunmak çıplak gerçeklere hayatın aslında bu kadar kirlenmemiş olabileceğini.
Sesini yükseltme insan, lafını kendi vicdanında ölç de biç de tüket. Karşında insan olduğunu unutma. Hayvanlara özgü yaşamaksa amacın onlar bile bir düzenin içinde boynu bükük. Sen sen ol, karşındaki insanın kendisi için değeri olduğunu, kendi değerine ihtiyacı olan insanlar olduğunu unutma. Düşüncesizliğine kabalığı ilave edip yoksunluğunu hırçınlığınla örtbas etme.
İnsan olmak güzel ahlak ile mümkündür. Güzel ahlakta ancak okumakla, öğrenmekle ve tüm bunları hayatına tatbik etmekle olur. Olur ki sen bunlardan yoksunsan insan olmanın lafta olduğu kervana katıl, kalabalıkların yalnızlığında kaybol...
Senelerdir aynı apartmanda oturmamıza rağmen komşularımızı tanımayabiliyoruz. İnsanlar asansöre girdikleri zaman birbirlerine selam vermiyorlar, başlarını çeviriyorlar, bir güzel sözden imtina ediyorlar. Oysa şehir, tek başımıza inşa edemeyeceğimiz ortak iyiyi birlikte, komşuluk ahlakıyla inşa ettiğimiz bir yer de olabilirdi. Kendimizi başkalarının bakışından ve ’kem göz’ünden sakınmak için evin mahremiyetine çekilmeyi bildiğimiz kadar mutluluğun iş birliğinde, dostluk ve yarenlikte yattığını unutmadan komşuluğu diri tutmayı başarmalıyız. İnsan aynı zamanda bir ses, bir yankı, bir yüz arayan bir varlık.
Kemal Sayar, önemli bir psikiyatrist. Tıp bilgisini şiir ve tasavvufla harmanlaması bir yana, aynı zamanda önemli bir yazar ve şair de.
Şu satırlar onun: "Elimi dostça omzuna koydum, meğer yarası tam oradaymış."
İyilik bazen, uzak kalabilmek inceliğini gösterebilmektir. Orada olmak ama yarayı deşmemek…
Ayrıca Dr. Kemal Sayar demiş ki: "Susuzluğunu gidermek isteyen, kulağını dostun çeşmesine uzatsın ve oradan kana kana işitsin."
Güzel bir söz vardır dostlarım; “İnsanlığınız size zimmetlidir kaybetmeyiniz.”
Johann Wolfgang Goethe insanın acizliğine, çaresizliğine en derinden bakmış bir yazar. "Bazen gezegenimiz acaba evrenin tımarhanesi mi diye düşünmeden edemiyorum." demesi de bundan. Ve ekler: "Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir."
İnsanoğlu bazen tıkanıp kalıyor…
Hani bir söz var ya: “Dil varıyorsa el varmıyor, el varıyorsa dil varmıyor.”
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık misali.. Yüzsüzlerin hatalarını yüzüne vurmak istiyorum ama!..
Allah’tan utanıyorum, çevremden utanıyorum. Kısacası terbiyem müsaade etmiyor.
Çünkü Allah resulü insanların hatasını yüzüne vurmayın diyor. Ama ikaz etmemizi istiyor.
Keşke ikaz edebilsek veya ikazdan da anlayabilsek!..
İnsan, makam, unvan, titr putu peşinde titrek adımlarla koşanlardan değil, yaratanın gösterdiği yolda hem Rabbin yarattığı tabiat kanunlarını hem Rabbin indirdiği İslam dini kurallarını öğrenerek Rabbin rızasına kilitlenen insanlardan olmaya çalışalım. Güç, zehirli bir yılan gibi vücuda hızla yayılır ama alışkanlık yapan ilaç gibi de yavaş yavaş nüfus eder.
Kısa sürede alışkanlık, yerini müptela olmaya bırakır, bunun farkına varmak da mümkün olmaz.
İnsan kadim çağlardan bu yana, Kur’an-ı Kerim’de de “eşrefimahlukat” (yaratılmışların en şereflisi) olarak tanımlanmıştır ama "yaratılmışların en şereflisi olarak belirtilen insan", eğer yaratılış formatının (yani Kur’anı Kerim’de belirtilen çizginin) dışına çıkarsa, "yaratılmışların en şerlisi" haline geliyor maalesef.
Bu dünyadan nice insanlar gelip geçmiştir. Soruyorum, onların saltanatlarından, koltuklarından, mallarından, mülklerinden, saray ve köşklerinden, hazineler dolusu altınlarından geriye ne kalmıştır?..
Onlar nereye gittiler?.. Gittiklerinde yanlarında ne götürebildiler?..
Önemli olan İnsanların kalbine taht kurmak değil midir?..
Hepimiz tek tipleşmeye başladık, Görüntümüz yapaylaştı, insanlar robotlaşıyor, tek dünya düzenine doğru gidiliyor sanki. Umarım insanlar daha fazla insanlığını kaybetmez
Hayat insanı sürekli seçimler yapmak zorunda bırakır. Başka insanların acıları, duyguları, doğanın ve sanatın güzellikleri bizi etkiliyorsa yani farkındalıkla yaşama ve sevgiye kucak açmışsak iyiye yönelebiliriz. Yaşama ve sevgiye kayıtsızlaşırsak iyiyi seçme imkânı ve umudu da kalmaz.
Yarının ne olacağını bilemediğimiz bu dünyada insanları kırmak yerine; sevelim, onları kaybetmeyelim kazanalım.
İnsanları sevmeye başladığımız zaman inanın kalbimizdeki haset, kin. Nefret ve düşmanlıkta bitecektir ve kalpler sevgiyle dolup taşacaktır…
16’ncı Yüzyılda yaşayan divan şairimiz Bâkî ne demiş; günümüze kadar gelen ve bugün de bir atasözü gibi tekrarlanan GAZEL şiirinde: "Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…"
Özetle insan ol... İnsan olalım…
Ruhunu kaybetmiş bir insanda yaşamın anlamını aramak ne saçma! Belki de yerin üstündeki cesetler, altındakilerden fazla…
Z kuşağı gençlere Mevlana’nın şu sözünü bırakıyorum son satırlarımın arasına...
“Gençlerin aynada gördüklerinden daha fazlasını, ihtiyarlar bir tuğla parçasında görürler…”
AMİN MAALOUF’un bir sözüyle bitirelim bu günlük yazıyı ve var olan sesin hükmüyle yazan kalemisimizi kının koyalım…
“Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa, en yakınların çirkin maskeler takmışsa, hayat budur de, ikinci kez çağrılmayacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatma oyunu, maskeler oyunu, onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak ister izleyici olarak.”
Bu nedenle ki dostlar, her zaman ki sözlerimi tekrarlayarak günü noktalıyorum…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım...’ her zaman ve her an...____Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Ömer Sabri KURŞUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.