- 201 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgilinin Kapısında
Aşk geldi kan gibi, damarlarıma, derime doldu.
Beni benden aldı, varlığımı sevgiliyle doldurdu.
Vücudumun bütün cüzlerini dost kapladı.
Benden bana kalan bir ad ancak. Ötesi hep O…
Aşık mâşukunun eşiğinde. Sevgiliyle arasındaki engel, bir kapı sadece. Bir adım sonrası vuslat. Sevgiliyi incitmekten kaçınırcasına usulca çalmış kapıyı. Gözlerinde yaş, gönlünde sevgilinin hayali bir garip sevda dilencisi misali başlamış beklemeye. Sevgilinin adı dilinde tesbih olduysa, dağları sürdüyse ovalara gözyaşlarına bend olsun diye ve onu aradıysa kâh gece yarılarında, kâh dikenli yollarda, kâh ıssız çöllerde,sevgilinin sunacağı sevdanın kırıntıları bile olsa razıdır aşık.
Arada sadece bir kapı varsa sevgiliye kavuşmak için, o kapının önünde bekleyenin yar hasretiyle ciğerinin parça parça olduğunu, tepeden tırnağa hasrete boyandığını söylemeye ne hacet. Adını sorsalar “hasret” kelimesi dökülüverecek dudaklarından hani.
Rüya olma ihtimali var mıydı bütün bunların? Birazdan kapı açılacak, eşikte o görünecek, saatleri günlere, günleri aylara, ayları yıllara döndüren o hasret vuslata dönecekti. Ondan başkasına kör olan gözleri onu görecek, ondan başkasına sağır olan kulakları onu duyacak, ondan başkasına kapalı olan yüreği belki yerinden fırlayacaktı. Sevgilisinin bir tebessümü, dudaklarından dökülecek birkaç kelime, ab-ı hayat misali yeniden hayata döndürecekti onu. Her güzelde gördüğü, ayda, güneşte seyrettiği sevgilisinin gül yüzüne doya doya bakacak ve “Dikenini yüreğime batır’” diyecekti. Uzaklığın, hasrete, hasretin ızdıraba dönüşmesinden şikayet edecekti.
İşte böyle aşık, yorgun, mahzun, bîçare ama bin bir hayalle, bin bir ümitle dopdolu beklerken, sevgilinin sesi gelir nihayet içerden:
-Kim o?
Bütün hayallerinin gerçekleştiğine, ızdırabının dindiğine, hasretin bittiğine dair bir muştu gibi gelen bu sesi duyan âşık sevinçten aklını yitirmişcesine karşılık verir:
- Ben geldim.
O anda âşığın hiç beklemediği bir şey olur. Aldığı cevaptan hiç hoşlanmayan sevgili:
- Sen ha ? Demek sen geldin. Var git o zaman kapımdan çünkü bu eve iki kişi sığmaz. Biraz daha olgunlaş da öyle gel!
Bu cevap karşısında aşığın düştüğü durum hangi cümlelerle anlatılabilir ki ? Sanki sema yere inmiştir de aşık altında kalmıştır. Sanki dünyanın bütün yükü omuzlarına yüklenmiştir de aşık taşıyamaz olmuş, dizlerinin bağı çözülmüştür. Aynı zamanda aradaki tek engelin o kapı olmadığını da kesinlikle anlamıştır aşık.
Sevgilisine kavuşmanın hayaliyle beklediği kapıdan, boynu bükük, gönlü kırık, büyük bir mahcubiyet içerisinde ayrılan aşık anlamıştır daha öğrenmesi gereken çok şeyler olduğunu, anlamıştır ham kişinin ayrılık ateşiyle yanması gerektiğini. Dağlara, ovalara vurur kendini. Sırtındaki gömleğinden ayağındaki ayakkabısına, ağzındaki dilinden göğsündeki kalbine, kalbindeki aşkına kadar her şeyin, ama her şeyin zannettiği gibi kendisinin olmadığını anlar birden. Sonra “Ben” demeyi unutması gerektiğini fark eder ve sevgilisinin ismini söyleye söyleye aşar dağları, ovaları. Dağların ıssızlığında, ovaların tenhasında yavaş yavaş kendi olmaktan uzaklaşıp bir başkası olduğunu hisseder.
Sevgiliye ulaşmak için kendinden vazgeçmek gerektiğinin idrakine vardığında yavaş yavaş sevgilinin boyasına boyanmakta olduğunu da fark eder. Ellerinin, ayaklarının, gözlerinin, bütün azalarının sevgiliye benzemeye başladığını hisseder. Kendisiyle birlikte dağların, ovaların, ağaçların, kuşların, rüzgarın, gecenin hatta gönlündeki hasretin sevgilinin adını tekrar etmekte olduklarına şahit olur. Karşıya geçmek için paçalarını sıvayıp daldığı derede de sevgilisini görünce anlar artık aşık kendinde kendinden eser kalmadığını, ortada sadece sevgilisinin kaldığını. Ve tekrar düşer yollara.
Yollar aynı yollardır ama aşık çok değişmiştir. Olgunlaşmıştır, pişmiştir. İkilik ateşinden kurtulup sevgilide fani olmanın huzuruna ulaşmıştır. Başı önünde tekrar çalar kapıyı aşık ve içerden aynı soru gelir:
- Kim o?
Aşık artık vereceği cevabı çok iyi biliyordur. Diliyle birlikte elleri, ayakları, gözleri, kalbi kısacası bütün azaları da cevap verir:
- Sen geldin?
Bu sefer kapıların ardına kadar açıldığını söylemeye hacet var mı?
Şairin dörtlüğündeki sır tecelli eder o anda:
“ Kim o deme boşuna…
Benim ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Baştan başa sen. ”
Bu, aşığın kendini kaybetmesi, kendini yok etmesi değildir hiçbir zaman. Tam tersi bir kendine dönüş, kendine kavuşma hikayesidir. Aşıklık menzilinde varlık, yolculuğa en büyük engeldir, çünkü. Gönüllerde aşk dalgalanır kabarırsa varlık şehirleri yıkılıp yağmalanır. Varlık elbisesinden soyundukça sonsuzluk elbisesi giyilir. Yokluktan sevgilinin hayaliyle yola çıkan her yolcunun gecesi aşkın lambasıyla aydınlanır. Gecesini vuslat lambasıyla aydınlatanların kalbi, o parlayan sonsuz ışık karşısında tıpkı altının civada erimesi gibi erir, benliğini yok eder. Benliğin yenilgisi ise aşkın zaferini getirir. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferdir, aşk.
Mevlana’ nın da dediği gibi marifet can için sevgili aramakta değil, sevgili için can taşımaktadır. Aşk bir imtihandır çünkü çoğu zaman. Adem’ i dünya sürgününde, Nuh’u tufanda, Yusuf’ u hapiste İbrahim’ i ateşte, İsa’ yı bir ihanetin ortasında bulan bir imtihan. Aşkın bir imtihan olduğu gerçeğini anlayamayan aşıklara maşuklarına ne kadar yakın olsalar da aşka çok uzaktırlar.
(Anonim bir halk hikayemizden esinlenilerek yazılmıştır.)
Remzi ORMANCI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.