- 190 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ELVEDA ÇİÇEĞİM
Karadenizli grup, şimdi de, köy muhtarlığına el attı. Bir gün, Konyalı’ nın kahvesinde ses sistemli toplantı düzenlediler. Yılların muhtarı Remzi beyden başka, yerlilerden biri daha - Kasap Kadir ağanın oğlu H. Koyuncu - aday. Remzi beye muhtarlık , babadan miras. Babası Sarı Mustafa da uzun süre muhtarlık yapmış Kurtköy’de. Asıl mesleği de değirmencilikmiş. Karadenizliler, kafayı Remzi beye takmışlar. ’’ Muhtarın kahvesinde seks filmleri gösteriliyor ’’ anonsunu duyduğumda, çok utandım. Sonuçta Remzi bey kaybetti ama onlar da kazanamadı. Kadir ağanın oğlu, Kurtköy’ün yeni muhtarı oldu. Bu olay bile benim stres haneme eklendi. Kendimi sorumlu tutuyordum.
SB. hiç bir şey olmamış gibi, beni kırmış olduğundan habersiz, ya da umarsız bir şekilde , yeni neşeli davranışlarını sürdürüyordu. Bense, kovulduğum yere bir daha gidemeyeceğim gibi, onunla konuşmayı, lâf atmayı bıraktım. Yine neşesinin yerinde olduğu bir teneffüste, ilk defa o kadar abartılı gördüğüm bir hareketi oldu. Öğretmen masasının üzerine oturmuş, ayaklarını da sallandırmış, adeta beni seyrediyordu. Sınıfın en sevmediğim erkek öğrencisi Sadi, öyle pis bir şekilde, sapıkça bir hareketle onun bacaklarına baktı ki ; bir anda koşup boğazına sarılmaktan zor tuttum kendimi. Eteği asla uzun değildi, teşhirci hiç bir zaman olmadı. Öyle kötü gözle bakılabilecek bir kız değildi SB. Ama sapıklık o çocuğun ruhunda olacak ki, ona bile öyle pis bir davranışta bulunabildi. Farkına vardı, eteğini çekiştirip, masadan aşağı indi. ’’ Sana ne, sen kim oluyorsun ? ’’ korkusu olmasa, çoktan saldırmıştım. Yumruğumu sıktım, dişlerimi kenetledim, yerimde duramadım. Çantamı aldım, yumruğumu sınıfın tahtasına çarpıp ’’ Allah belânı versin ! ’’ deyip okulu terk ettim. İki gün de gelmedim.
Sonraki hafta, Kol toplantısı vardı sınıfta. Diğer sınıflardan öğrenciler de bizim sınıftaydı. Onun sırasına oturdum. Sıranın üzerinde adını gördüm. Kendisinin ve arkadaşlarının adını karalamıştı sıraya. Çarpı attım adının üzerine ve ’’ Yoksun Artık ’’ yazdım. Onun için gizlice yazdığım şiirlerden birinin başlığıydı. Onu unutmaya, vazgeçmeye karar verdiğimi ima etmekti amacım. Gördüğünde elbette anladı benim yazdığımı. Tam arkamdan, yanımdaki sıra arkadaşıma sordu : ’’ Kemâl, bunu kim yazdı, biliyor musun ? ’’. İstediği cevabı alamayınca, asıl hedefe, bana yöneldi. ’’ Sen biliyor musun ? ’’ Kaçamak cevaplar verdim. ’’ Ne yapacaksın öğrenince, dövecek misin ? ’’ Başka çarem kalmayınca, kabul edip, özür diledim ve teneffüste sileceğimi belirttim. Sadece tek söz söyledi ama öylesine derinden ve etkileyiciydi ki ; halâ unutmadım : ’’ Ama neden ? ’’ Cevabı olmadı, veremedim o sorunun. Sustum sadece.
Ertesi gün, nasıl bir cesaret bulduysam ; bendeki resimlerinin arkasına, onun için yazdığım şiirleri karaladım. Bir tane de o akşam son olarak yazdım. İlkleri ; ’’ Öğret bana sevdiğim ’’ ve ’’ Yoksun Artık ’’ tı. Sonuncusu ise ’’ Elveda Çiçeğim ’’. Teneffüste çantamdan çıkartıp, gözünün önüne serdim ve iade ettim. Hiç korkmadım, başkalarının görmesinden de, onun beni azarlamasından da. Hiç bir şey söylemeden aldı hepsini. Herhalde şok olmuştu ve ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi, o yüzden sesini çıkarmayıp şaşkınlıkla baktı sadece. Sonraki derste, evde bulduğum bir şişe ilâcı, bir çırpıda yuttum. İntihar etmek istiyordum. Son şiirim ; ’’ Gidiyorum dünyandan, Elveda Çiçeğim ’’ diye bitiyordu. Yüzüm kıpkırmızı kesilmiş. Kezban fark edip sordu. Sanırım ilâç aldığımı da görmüş olacak . ’’ Yüzün çok kızardı, intihar falan mı ediyorsun sen ? ’’ Cevap vermedim . Ölmeyi bekledim ama boşuna . Yüzümün kızarmasından başka hiç bir şeyim olmadı. Herhalde vitamin ilâçlarıydı yuttuklarım. Kezban, sürekli beni izledi. Fenalaşırsam hocaya söylerdi herhalde.
Benden sonra SB’ nin de neşeli günleri bitti. Eski gülmeyen, ciddi yüzü geri geldi. Günlerce hiç konuşmadık ve ben onun yüzünün güldüğünü bir daha göremedim. Benim derslerim de günden güne bozulmaya devam etti. Dönem sonu geldi çattı. Zayıfım yoktu ama Takdirnamem de yoktu artık. O, tek kalmıştı. Asıl mesleği Eczacılık olan, genç Kimya hocamız Canay hanımın dersiydi. Son gün olduğu için ders yapmayacaktık. Güler yüzüyle sıraların arasında dolaşıp sohbet ediyordu öğrencilerle.
- Ne yapalım çocuklar, nasıl vakit geçirelim ? O içimdeki ses, yine devreye girdi. Yeşilçam filmlerinden mi bulaşmıştı, yoksa gerçekten içimde beni inadına yönlendiren, konuşturan, hiç düşünmeden bir anda karar verip eyleme kalkışmama sebep olan gizli bir güç müydü ?
- Hocam, arkadaşlardan biri, benim için dertli bir şarkı söylesin, deyiverdim.
- Ne oldu, hayrola, neden öyle söylüyorsun ?
- Bugün benim son günüm, okulu bırakıyorum hocam ! Daha fazla dayanamayacağım ! Şimdi hazırlayın kendinizi : Anlatacağım olaya inanmakta zorlanacaksınız. Belki de ’’ Hadi canım sen de ! ’’ diyeceksiniz. Gözünün yaşıyla ağlamaya başladı Canay hoca. Meğer ne çok sevdirmişim aslında kendimi, özellikle öğretmenlere.
- Neden, neden ?
- Dayanamıyorum hocam. Bütün sınıf buna benzer tepki gösterdi. Çok şaşırdım ama SB.’den gerçekten de beklemiyordum.
- Ne olur bırakma ! derken, basbayağı yalvarıyordu. Oysa benden kurtulduğuna sevineceğini bekliyordum. ’’ Güle güle, yolun açık olsun, sakın vazgeçme ’’ benzeri sözler bekliyordum ondan.
Teneffüste Behice hanım sınıfa gelip çağırdı beni.
- Oğlum, ben dün gece kötü bir rüya gördüm ; sen okulu bırakıyordun. Öyle bir şey yok değil mi ? Ona kadar haber gitmişti. Aslında o sene dersimize gelmiyordu. Israrla vazgeçmemi söyledi, her türlü desteğini vaat etti. Sömestr tatilinde düşünmemi, gelmezsem, köye kadar gelip, kulağımdan tutarak okula getireceğini söyledi. Düşüneceğime söz verdim. O gün hemen her hoca ilgilendi benim bu kararımla. Müdür yardımcımız İbrahim bey bile çağırıp dinledi. Maddi, manevi destekler vaat edildi. İbrahim bey, siyasi olacağı ihtimaliyle, başka okula da gönderebileceğini söyledi. Sonunda, hiç düşünmeden, kesin karar bile vermeden söylediğim o sözle, bütün okul ayaklanmış ve benim derdime düşmüş oldu. Çok şaşırdım, pişman bile oldum. Bırakmayacağıma söz vermek zorunda kaldım.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.