- 300 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
SADECE SEN VARSIN...
Ruhumdaki fırtınaları durduracak bir yer arıyordum, bir mecra, bir iş, bir uğraş.
Alı al moru mor bir günce ruhumun istiflendiği takvim yaprakları:
Kendime meylettiğimden de fazlası istirham ettiğim ve ettiğim tövbeler sözcükler öncemde saklı en başta çehreme geçen çekinceler ve ayağımı sıkan rugan çizme:
Asla derme çatma bir çocukluğum olmadı hem benim:
Hem bendim ben bana rücu eden hem de sitem dolu insan izlekleri. Karınca kararınca yürüdüğüm kara gecenin lanetini bürüdüğüm
Lakin kara gecede sökün eden karıncalar kadar olmasa bile cüssem ve tüm çekincelerin asla ve asla ruhumu azat edemediğim kara iklimi karartıların içimi kararttığı ne ki?
Ey, yüce Rabbim:
Sadece Sensin Sen yüreğimin gümbürtüsüne tek tanık bense sanık sandalyesine münafıklar tarafınca oturdum oturalı ta çocukluğuma uzanır yalnızlığım ve işte feryat ediyorum şimdilerden düne sekip azık biliyorum yüreğimi bandığım ve kandığımdan da fazla karartılan önüm kamburu çıkmış bir rüzgâr gibi tünediğim ve yasımla tokalaştığım ve işte Sana koştuğum kadar koşullanmış iken insanlar artık nasıl bir nefret nasıl bir kin bürümüşse gözlerini.
Keşke.
Ah, keşke latife yapabilseydim.
Nazımda niyazımda saklı berrak ve bakir yüreğim.
Kanadığım kadar da kandığım ve işte bütçemin verdiği sevgi açlığı özlemin açığı.
Günü hiç mi uymaz insanın gününe?
Uyuya kaldığım o masa başı.
Sedeften düşlerim ve saf sevinçlerim ve aşkı buyur ettiğimden de öte kâinatın ç/ağrısı iken aşkın beni kendine mahkûm ettiği.
Ey, Rabbim Seni çok sevdim ve işte sırf Sen, razı gel, diye Senin rızanla düştüm yola hem de çocuk yaşımda canımın yanmasına izin verirken cihan yâd ellerde teselli aradım ve yârim bildim ben tüm ama tüm duygularımı safça sahiplendim ve beynamaz rüzgâr tarafından bir oraya bir buraya sürüklendim sahiplendiğim kadar da gördüğüm boşluğu hoşluğa çevirmek adına ve işte kırık iğnem kırık plağın radarında takılı kırgın yüreğim ve…
Tüm kırıklarım.
Kırkladığım tüm duygularım.
Kırkı çıkmadan şiirin yazdığım nicesi belki de ihanet ettim edeli kendime ve işte ikna kabiliyetimle ibraz ettiğim yüreğin cümleleri ve cümleten kayan duygularım bir yıldız gibi peşimde kuyruğum ve kaçtığım kadar kovalandım.
Şuursuz bir seçimse benimki.
Şurası iklimin ve işte şuh kahkahaları beşerin.
Öncem.
Sundum sunalı mazimi.
Gökte saklı gövdemden sancılı firarı ruhumun.
Ölümle sevişen cıngılı tutkumun.
Yaşama meyletmedim yaşam bana meyletti.
Doğduğum gün hesabı kesilmişken yüreğimin ve doğaçlama sevdiğim kadar insanları kendime ettiğim zulmün de farkındayım artık.
Kara gövdesi kara karıncanın zümresi ve işte onca hayvanın ayak sesi bir beşeri dahi geçemezken gürültüsüyle ve baş koydukları yolda her biri yürürken Hakkın Yolunda.
Sensin duyan.
Sensin bilen.
Sensin şükrüme delalet.
Sensin en şaşalı İklim.
Sensin doğmayan.
Sensin doğurmayan.
Sensin sadece Sen’den ibaret olsaydı keşke tüm cihan.
Koşullu koşulsuz ben en çok sevmeyi becerdim.
Tükettiğim kadar kendimi tünedim kalemin sırtına.
Türettiğim kadar duyguları tamamladım yarım kalan tüm masallarımı.
Nöbetteyim.
Şafağı beklerken.
İçtimada geçerken ömür.
İhlal edilmişken hem sınırlarım hem duygularım.
İtiraz edemediğim genel kabul görmüş ne varsa ve kim varsa uzağımda yakınımda.
Şiarım.
Simyası aşkın.
Semada gezinen şaşkın bir Yıldız.
Yerkürenin tohumu düşmüşken yüreğime ve açan bir çiçek bir Gül, sadece ve sadece Rabbin emriyle.
Yazgıma razı.
Yazamadığım kaderim.
D/okunaklı el yazım.
Elim el üstünde geçmiş olsa bile alnımın akıyla sevdim insanları.
Bir takva.
Belki de kayıp bir taka.
Benim yüreğim varsın olsun bir yarım ada.
Ve işte tünediğim o kırık dal tüm endamıyla beni kucaklayan doğa.
Doğaüstü olmasa da güçlerim doğaüstü bir yalnızlığım var benim.
Ve dokunulmazlığı yalnızlığın aşka eren aşkla eriyen içimde saklı buzdağı.
Görünmeyene meylettim ve ben göründüğüm gibiyim sadece kendim.
Sözcükler dayanağım derdimi tasamı yok saydığım.
Yankısı duyulmaz iken varlığımın ve işte kalemin tebaası sır dolu aynalarda saklı ruhumun ikizi bir varsayım olsa bile yazdıklarım veryansın ediyorum mademki cihan bana cephe aldı.
Cenk ettiğim safi sair duygu.
Rengime küskün.
Rakımı ölgün olsa bile günün.
Bir rabıta iken servetim.
Renk körü cihan bense kör noktasından sekiyorum bilinmezin gizeminde Sana koşuyorum.
Dik açılı bir hüzün ve alabildiğine dik başlı iken kalemimden damlayan masumiyetin ve sevginin sihri ve şiarı evrenin bazen kala kaldığım bazen yok sayıldığım ve Sensin Sen: yoktan var edensin madem…
İçimi koydum heybeme ve çıktım Huzuruna.
Boca ettiğim alabildiğine, biteviye itirazsız sahiplendiğim acılarım ve hüzünlü kalbimi sadece seven Sensin.
Mahcup bir gülüm/seme ile yaşarken.
Belleğimde saklanırken bilinç dışı meziyetlerim bazen eziyet addedilebilen bir denklem misali peşindeyim kendimin ve Senin emrine sadık mademki ‘’ol’’ diyensin olmazın oluru bir kavşakta ereceğim hidayetin öncüsü iken ruhumdan sızan hüznün dayattığı kadar bana benden uzak bir minvalde hala hangi akılla insanlardan sevgi dileniyorsam.
Kara gecenin karanlığında mademki cüssem ve cübbem kara bir karıncanın mahiyetinde ve işte aciz benliğimle saf yüreğimle yaşamayı değil ölmeyi diliyorum artık Sana kavuşma umuduyla yaşarken solumda dinmez ağrının çağrısında Sana yürüyorum Sana koşuyorum.
Sıradan bir günü sıra dışı kılabilen bir huzurla huzurundayım anbean sadece beş vakit de değil aralıksız Seni andığım kadar huzur bulmanın verdiği coşkuya da şükrediyorum.
Bir benden fazlası var içimde.
Nice insanla bir olmanın hayali ile biz olamadığımız kadar da değil hani asla da beylik değil hıçkırıklarım ve çığlıklarım.
Beyzadesi cihanın.
Beynamaz rüzgârın alabildiğine üşüttüğü şu aciz bedenim.
Kirlenmeden.
Hayallerim sonlanmadan.
Ve sevdiklerim beni terk etmeden…
Sen varsın gam yok.
Yeter ki rüyamı gerçek kıl, yüce Rabbim…
Sadece Sen varsın Sen sonlandığı kadar tüm acılar sonlandığı kadar acıyan canı ile sadece Seni anarken gamlı notalar ve gamlı yüreğimden arda kalan Sana koşmakla mükellefim hem de kendimi bildim bileli…
Gerisi mademki yalan mademki Sen varsın sadece Senden de ötesi yok iken…
YORUMLAR
Suskun güncemi güncelliyorum hali hazırda takılı kaldığım çocukluğum ve tüm hüznüm babamdan miras alınganlıkta da yok iken üstüme.
Ar edindiğim bir ardıç kuşu misal.
Orası.
Oradan oraya uçuşan saç tellerimde saklı hırsız kelebekler ve polenlerin öyküsünde üç kere hapşırıp başıma koyduğum bir avuç çiçek ve bal özlü sözcükler miadı dolan şaşkın kelebek bense haykırdığım kadar sessiz ve öfkeli iken öncemde ve orada geçen hepi topu birkaç senenin ardından artık oralı bile olmadığım kadar adamışken kendimi baba evime.
Racon kesen rüzgâr.
Yalıtılmış zambaklar.
Taşeron sözcükler yumulduğum kaderimi yamulduğum kederime nispet yaptığım mutlu günlerim delişmen varlığım ölümün vardiyasında zan altında kalmış üç beş metruk kâbusa düşmüşken yolum.
Muğlak bir rengin gölgesi olmayı reddediyorum; hâkimiyetin kayıtsız şartsız yüce Mevla’da olmasından öte zihniyetleri tanımıyorum.
Aşk kutsal bir rengin ta kendisi bir o kadar yalnızlığın tanrısı, aşkın nidalarına serili gözyaşımdan ibaret de değilim sadece.
Mevki makam sahibi tüm insanlar insanlığın tadını değil adını çıkaranlar.
Hümayunu evrenin ve şeritlerde dikili dimdik yakalar dik başlı yalanlar kürediğim toprağın içine girmeye dünden razı varlığım hele ki yalnızlığı sır tutan aynalarının parçalanıp da sonsuz parçaya ayrılmasının verdiği acının yerini kim tutar, söyleyin?
Kim tutar yasını ölümden ibaret gömülü şeceresinde tarihin yana yakıla tekerrür eden tarihi kahramanların tanısı konulmamış ziyanlarından kim mesuldür?
Gönlün surlarına serili bir sır değil sadece.
Şehrin surlarında hâkimiyet kuran binlerce hece uçuşan saçlarımda dönenen yakamozlar ve kuş benzeri canlılar ama benim sadece benim gördüğüm; bana görünen hayaller hayaletler.
Cebbar bir gölge.
Cüzi sözcükler.
Sürmanşet imgeler balta girmemiş duygular kadar makbul olsa keşke yaşanan hayatlar hadiseler sökün eden zuhur eden ve zulmeden zalime püskürttüğüm nidalarım esefle yerinden söktüğüm putları tabuları münafıkların.
Zanlar yüklenmiş iken zamansız ölenler.
Ziyan olmuşken hayatlar ve ucu yanık mektuplar.
Kıtalar aşmış şaşkın ruhumdan dökülen parçaların uzamında bazen tekabül ettiğim bir yarımadanın mahiyetinde mıntıkasında sözcükler paralanıyor her kalemle olan diyaloğumu kesip de koptum mu hayattan ve içime kapandığımda.
Yosun yeşili gözlerinde şehrin.
Yâd ellere esir düşmüş iken mevsim.
Meali hüzün.
Mizacı hazan.
Sancılandığında evren ve işte o büyüyen izdiham…
İtirafı imkansız değil bilakis ruha huzur veren Allah’a koştuğum bensiz bir iklime meyleden insanların canı sağ olsun…