- 140 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÜLBÜL.
BÜLBÜL VE GÜL.
Yüreği tabiat sevgisiyle dolu meydana iştirak eden bülbül altını çizen semaya kanat çırpar, ufkun sonsuzluğuna gerçek uzanan manzarayı seyrederdi. Gördüklerinden, işittiklerinden, kokladıklarından aldığı ilhamla şarkılar besteler, yüksekçe bir yere konarak içerisinde bulunan tabiat sevgisini şakırdı.
Yine bir gün havada süzülürken gül bahçesine konup bir birinden güzel gülleri izlemek talep etti. Farklı nitelik ve ebattaki güllerin aralarında kırmızı rengârenk bir gül takıldı. Gözleri kırmızı gülü görür görmez kilitlendi. Ne yabancı tarafa bakabiliyor ne de uçup gidebiliyordu.
Bülbül kırmızı güle tutulmuştu. Bir çeşitli anlayamıyordu o gülün diğerlerinden farkını veya ne sebeple hayran meydana geldiğini. Ama o güle tutulmuştu bir kere.
Aslında bülbül sevmek istemezdi gülleri. Solardı zira güller, terk ederdi bir zaman ardından. Ha! Bir de dikenleri vardı güllerin. Batırırlardı dikenlerini sevenlerine hiç acımadan.
Bu sebeple kapılıp gitmemeliydi o güle, anında ayrılmalıydı oradan. Bakışlarını kaçırmıştı gülden ama kalbine hükmedemiyordu. İçinde yer aldığı hale mana veremiyordu. Onca gülün arasından ne sebeple o gülü seçmişti? Kesinlikle bir nedeni olmalıydı. Aşk bu muydu? Gün süresince gülü düşünmekten kendini alamadı.
Hasreti gece uyutmamıştı bülbülü. Bir daha gülü görememe korkusu büyüdü içinde. Sevmemesi gerektiğini biliyordu o gülü ama yeniden de görmeliydi, hiç olmazsa bir defa daha. Sonrası gün çiğ taneleri yapraklardan düşmemişken o bahçenin kenarında uzaktan uzağa seyretti gülünü doyasıya. Evet, onun gülüydü o çoğalış. Bir bir başkasının meydana gelmesine tahammülü yoktu.
Artık altını çizen o bahçeye gidiyor, geceleri ise gülünü düş ediyordu. Tabiki bir gün sevdiğini söyleyecekti gülüne, gülü de onu sevecekti. Beraber sevinçli olacaklardı. Her gece ant içiyordu gülü kayıp verebilecek her şeyden koruyacağına. Küçücük vücudunu siper edecekti gülüne.
Bülbül çoğalış kendini güle adamıştı, gülün susuz kalmaması için yağmur bulutu getiren rüzgârlara, gıdasız kalmaması için toprağa şarkılar söylüyordu altını çizen. Rüzgârla toprak destek ettiler güle ellerinden geldiğince. Onlar da hayrandı zira bülbülün sesine. Bülbülün elinden iştirak eden buydu; güle destek edebilecek herkese şarkılar söylüyordu gülü için.
Zaman geçtikçe bülbül güle daha çok bağlanıyor gülünden bir an olsun farklı kalamıyordu. Hasret acısı, bülbülün minik yüreğini kavurmaya başlamıştı. Çoğalış uzaktan sevmek bülbülün yüreğini serinletmeye yetmiyordu. Sarılmalıydı gülüne, en güzel şarkılarını şakımalıydı ona.
İçindeki kuşkularda büyümeye başlamıştı bülbülün. Acaba sevgisine cevap bulabilecek miydi? Ortada bir hakikat vardı: Bülbül güle âşık olsa da bülbülün aşkından gülün haberi yoktu…
Cesaretini toplayan bülbül gülün yanı başına kondu, dikenlere aldırmadan. Çoğalış konuşmalıydı gülüyle, içerisinde bulunan büyük yangın kendisini kül etmeden yüreğinin sesini güle fısıldamalıydı.
Olanca gücüyle soluk alarak sözlerine başladı o güzel sesiyle. Şakıyarak aşkını itiraf etti en güzel sözlerle. Sesi o civarı güzeldi ki, güllerin en güzeli kayıtsız kalamadı bülbülün aşkına. Bülbülün yanık sesi gülün de onu ölesiye sevmesini sağladı. Çoğalış altını çizen buluşuyorlardı. Bülbül, zamanının tümünü gülüyle geçirmeye başlamıştı.
Sonunda hayalleri hakikat olmuştu bülbülün.
Ama bu hale üzülenler de vardı, öfkelenenler de. Bülbül vaktini gül ve arkadaşlarıyla geçirdiği için bülbülün güzel sesine hasret kalanlar üzülüyor, üstelik kızıyorlardı bülbüle ihmal edildikleri için.
Gül bahçesinin gülleri “kırmızı gülü kıskanmaya başlamıştı. Zira kendilerine altını çizen serenat yapan güzel sesli bülbüller yoktu. Aşk şarkıları yalnızca kırmızı gül için söyleniyordu.
Sonunda tüm hayat bu aşka karşı ittifak etti. Gül ile bülbül hizaya gelmeliydi. Yağmur bulutu taşıyan rüzgârı uyardılar, gülü baba şefkatiyle besleyen toprağı da. Çoğalış her biri gül ile bülbüle sırtını dönecekti.
Bülbül ise olanlardan habersizdi. Gözü gülünden başkasını görmediğinden dost bildiklerinin kendisinden surat çevirdiğini fark edemiyordu. O civarı kördü ki ne gülünün ihtiyaçları meydana geldiğini ne de güllerin ömrünün kısa meydana geldiğini göremiyordu.
Susuz ve besinsiz olan gül günler geçtikçe gül solmaya başladı. Ama bülbül bunun için bir çeşitli mana veremiyordu. Gülü gözlerinin önünde solmasına karşın bülbülün elinden bir bir şey gelmiyordu. Unutmuştu güllerin meydana geldiğini. Bu acıya hazırlamamıştı kendisini. Gülleri sevmemesinin nedenini unutmuştu. Aşkın gücü bunu unutmasını sağlamıştı.
Kısa zaman ardından gül solup gitti. Güle aşkı ona sevgiliyi yalnızca güzelliğiyle değil dikenleriyle de sevmesi gerektiğini öğretmişti. Gözü yaşlı bülbül dikene karşın sevip kucakladı gülünü. Doyasıya sarıldı gülüne son bir defa, bırakmamacasına sıkı sıkı.
Bülbül gülünü görene civarı dikenleri olduğu için gülleri sevmemiş, sevememişti. Ama hemen ıstırap içerisinde bulunan bülbül hiçbir şeyi düşünmeyerek sarılıyordu gülüne. Onu tekrar bırakmamacasına, bir vücut olurcasına. Gülün dikenleri bülbülün minik yüreğine saplanıyor, aşk sarhoşu meydana iştirak eden bülbül acıya ve kanının boşalmasına aldırış etmeden daha sıkı sarılıyordu.
Küçücük vücudundan sızan kanların ne önemi vardı ki çoğalış sevdiği yakınında yokken. Ölüm korkutmuyordu onu. Canı vücudundan hemen hemen tamamıyla çekilmişti çoğalış. Son bir hamleyle gülünün toprağa serilmiş cansız vücudunun yanına uzandı, yavaş yavaş kapandı gözleri.
Son nefesini veren bülbül en küçük bir pişmanlık dahi duymuyordu. Gül ile bülbül yerde yatan iki cansız minik bedenden ibaretti çoğalış. Ama aşkları dilden dile dolaştı, gülün güzelliği, bülbülün sesi efsaneleşti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.