Üzgün ve Çaresiz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çokça ve çoktan öfkeli. Yine klavyesinden dolanıyordu parmakları. Sigarası küllüğünde dumanlanıyordu. Diğer sekmenin üzerinde sayılar hareket edip duruyordu. Kripto para piyasası 7/24 çalışıyordu. Eski sistem borsalar 7/24 çalışmazdı, kağıt ve kalem kültüründen önce çivi ve kaya kültürü vardı. Devamlı çalışmıyordu o eski kayıt kuyutlar mesela.. Şimdi ise adına sayısal denilen bir sistem 40 yıldır dünyayı kasıp kavuruyordu. Her neyse diyelim...
Tanrı, ya sistemini kurmuştu dünyada ve sistemi başıboş bırakmıştı ya da canlılığı, çoğalmayı, ışığı, karanlığı, ısıyı, ölümü vb vs açıklayabilen başka bir düşünce bulunamamıştı daha. Bulunamadığı için Tanrı’da karar kılmıştı milyarlarca insan.
Oysa; bir yanardağ patlıyordu bir kasabayı lavlar eritiyordu, kasabada yaşayan insanlar canlı canlı lavların içinde veya çok sıcak küllerin boğaz ve ciğerleri ve eti parçalayan etkisi altında ölüp gidiyorlardı. Tanrının haberi yoktu ihtimal yanardağın patlayacağından... Bir deprem oluyordu binler on binlerce insan molozların altında ezile ezile can veriyordu, kemikleri, kafatasları kırılıyordu, parçalanıyordu. Veya bir yangın çıkıyordu, sel basıyordu yaşam yerlerini veya bir fırtına uçuruyordu, kökünden temelinden söküp savuruyordu evleri, apartmanları ve aciz insan işte, parçalanıyordu. Tanrının tüm bunları kontrol ettiğini düşünmek, düşünmeye veya inanca değer miydi?
Düşünebilen hayvan denilen insan da bir tuşla, bir tetikle kendi türünden onlarca binlerce milyonlarca insanı öldürebiliyordu, parçalayabiliyordu. Tanrı insana hükmedebilir diye düşünülse de pek de hükmetmek umurunda değildi dünyanın gerçekleri karşısında.
Bir baba, 10 yaşlarında ya var ya yok, iki çocuğunu boğarak öldürüyor ve hapse atılıyordu, mahkemede ise; bu zalim dünyaya çocuklarımı emanet edemezdim diyor ve gayet huzurluyum diyordu. Kimi anneler, kızlarını ve çocuklarını seks işçiliği için satıyordu yine insan olan türüne mesela.
Aşktan meşkten bahseden şair yazar takımı ise hep yüzeysel takılıyor, dalgaların sefasını sürüyordu sanki güneşlenir gibi deryanın üzerinde su yatağında. Magazinlerde kimi göğüslerini büyütme ameliyatından bahsediyor kimi kalça ve yüz gerdirme operasyonlarından bahsediyorlardı. Haberler halkı ve milletleri gütmek için hiç durmuyordu, birileri konuşuyor, demeç veriyor, açıklama yapıyordu.
Aslında bana ilginç gelen şeylerden biri de, garanti süreleriydi. İmalatçılar ürettikleri mallar için 2 yıl - 5 yıl vb vs garanti veriyorlardı, oysa Tanrının yarattığını düşündüğümüz hiç bir canlıya garanti verdiği görülmüyordu. Bir Tanrının hangi insana, mesela; 60 yıl 80 yıl garanti verildiği okunmuş ya da görülmüştür. Veya insanı bir kenara bırakırsak hangi hayvana garanti vermişti.
And dağlarındaki bir dağ aslanına mı, Himalayalardaki bir kar leoparına mı garanti vermişti Tanrı ya da dağ keçisine, kartala vb vs.. Tanrı garantisiz sürüyordu piyasaya veya bilebildiğimiz kadar dünyaya.
Yaşamın kökü ve gerçeği dünya üzerinde kaç yıl nefes tüketeceğiyle mi alakalıydı canlılar için mesela.
11 Eylül, 15 Temmuz veya Rusyadaki patlama yalanları ile suç bir ekibe atılıyor ve o olaylardan sonra yeni bir dönem açıyordu muktedirler dünyada. Kimi bu muktedirler bu olayları Brezilyada, Meksikada, Afrika ülkelerinde, Avrupa ülkelerinde planlıyor ve uyguluyorlardı.
Dünyanın dört bir yanından haberler görüntüler, demeçler, yazılar, manşetler durmaz akıyordu internete. Kaos her yerdeydi. Şansa yaşıyordu insanlar. Hatta bu haberlerin temelini atanlar da, olayları planlayanlar bile şansa yaşıyordu dünyada.
Birinci ve ikinci dünya savaşı için de aynı planlar yapılmamış mıydı? Oldu bitti ile başlayan savaşlar milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanıyor, hatta bu olaylara sebep olanları da yakıyordu, öldürüyordu. Yine de kimse yapacağından geri durmuyor, kim kimi kullanabiliyorsa kullanıyor, kim kimi önce ateşe veya ölüme atabiliyorsa atıyordu gerçekte.
Dünyayı tüm bu kargaşadan kurtaracak bir gün daha belirmemişti dünya üzerinde. Ne dünyaya hakim olabiliyordu insan gerçekte, ne de kendisine. Öyle ya, midesinin guruldamasına, kalbinin bir kaç gün atmadan dinlemesine bile hükmedemiyordu insan ola ki dünya üzerinde doğal afet denilen hareketlere hükmedebilsindi. Şansaydı sanki dünya ve içindekilerin döngüsü, hal ve hareketleri.
Bir gün ayaklarını bacaklarını kullanabilen insan bir gün sonra ise ayağa kalkamayabiliyordu. Felç geçirmiş deniveriyordu.
Fransada çiftçiler örgütlenip Parisin çevresini ve yollarını traktörleriyle kapatıyorlardı belki, bir şey değişmiyordu. Kuzey Kutbunda iki aile kendi aralarında alışveriş yapıyorlardı biri kürk verirken diğeri balık veriyordu mesela alışveriş adına. İnsana ait olan ve insanın daha ulaşamadığı yerlerde bile yaşam bir döngüde sanki şansa akıp gidiyordu. Tüm akışı kontrol edebilmek ise imkansızdı.
Yine yakınlarda bir kaldırımda bir çocuk babasını bıçaklayarak öldürüyordu, iki genç amcalarını kurşunluyordu, bir adam eski eşini katlediyordu, kimileri kedileri tekmeliyordu, kimileri köpeklerini arabasının arkasına bağlayarak sürüklüyordu.
Oysa yeni çağın çocukları büyürken tuşlara basarak oyun oynuyordu ekranların üzerinde. Oyunun konusuna göre atlatıyor, koşturuyor, giydiriyor, öldürüyor veya bir şeyler kurup bir şeyleri yıkıyorlardı ekranlarda. Tuşlara ulaşamayanlar eski çağın oyunlarından oynayarak büyümeye devam ediyordu.
Dünyevi ise klavyede parmaklarını gezdirip bu yazıyı yazmaya çalışırken, yazının ne konuda olduğunu düşünüyor ne de paragraflar arasında bir bağlantıya dikkat ediyordu. Sanki öylesine kendisi yazmıyormuş gibi , kelimeler kelimeleri, cümleler cümleleri takip edip gidiyordu.
Dünya çok hızlı bir şekilde çağ dönüşümüne girmişken insanlık yine alışkanlıkları üzerine şansa yaşıyordu, düşünüyordu, işine gücüne bakıyordu. Hiç bir anın ve mekanın bir garantisi olmamasına rağmen, kendilerini haklı görüyor, başkalarını haksız görüyor, onlar bunları, bizler sizleri, senler benleri, o beni, sen onları vb vs üzerinden ahkam kesmeye devam ediyorlardı insanlar.
Eski nesiller, bunaklar, eski kurallarını uygulamaya çalışırken, yeni nesillerin ise daha yeni çağda kuralları oluşmamış veya oluşturulamamıştı. Dünya tüm güçleriyle birbirine çarpmaya veya toslamaya çalışan iki teke ve öküz gibiydi sanki. Veya iki sırtlan, iki aslan, iki bitki gibi birbiri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyordu. Aynı olay sistem denilen hücrelerin içlerinden de devam ediyordu. Otomatiğe bağlanmış gibi çalışıyordu hücrenin zarı da, mitokondrisi de, endoplazmik retikulumu da..
Neye ne isim verirseniz verin bu çağın hengamesinde kaybolmaya mahkum değil miydi. Ulan kim demiş ki; ellerimizin ucundaki parmakların üstündekilere tırnak diye. Kulağa kim isim vermişti mesela, neden toprağa toprak demişlerdi, suya kim su demişti... Hangisi saf doğru olabilirdi ki? Saflık mümkün müydü, saf gerçek, saf doğru, saf sevgi vb vs mümkün olabilir miydi?
Mesela tam şuan, dünyadaki tüm apartmanların, evlerin musluk takılı duvarlarındaki musluklardan kaç tanesinden bir damla lavaboya düşüyordu?
Şıp şıp.
Zihnimiz gözyaşlarını bilinmezliğe damlatırken.. Uğultular, sesler, görüntüler, hareketler devam etmeye devam ediyordu...
Zihnimiz üzgündü, zihnimiz çaresizdi. Koca evren de sanki zihnimiz gibi çaresizliğine ağlıyor, ızdırabını kendisinden bile gizliyor, gizlemeye çalışıyordu.
Bilim insanları evrenin üç boyutlu resmini çizmeye çalışırken daha, bu yazı da yörüngesini kaybetmiş bir şekilde bitiyordu.
Y.
YORUMLAR
Parağraftan paragrafa geçerken, içim burkula burkula dedim ki:
"Evet, bunlar oldu. Bu kirli döngü devam etti ve biz susarak baktık. Suskumuz güçlü kıldı bu döngüyü. Kemikleşti sistemin tüm hücreleri. Yine de susuyoruz. Hala da oralı değiliz.
Ve... zaten mutsuzduk daha da mutsuz olduk. Sadece o mu? Hayır! Şimdilerde ilgisizlik ve çaresizlik en büyük düşmanımız oldu..."
Oysa teslimiyet öldürür; belki hemen değil, yavaş yavaş eritir yok eder.
Zaten öyle de değil mi şimdiki ruhumuz...
Teşekkürler, tınmadığımız halde, ısrarla pasımızı, kirimizi anımsatan kaleme.
Çok saygımla, sayın Yinsani.
Olaylar ve insanlar. Yaşayanlar ve yaşar gibi yapanlar... Bir hiç uğruna ya da bir kaç duyarsız "Af edin" piç uğruna hayattan koparılan masum insanlar... Bu sıralar dünyada hüzün dolu, bizlerde dostum... Dokunan yazılar bunlar bir yerlerimize...
Ahmet Zeytinci tarafından 24.3.2024 17:41:15 zamanında düzenlenmiştir.