- 297 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVMEK Mİ, SEVİLMEK Mİ ?
Sonuçta, tartışmasız tek gerçek ; SB’ nin, ona olan ilgimin farkına varması oldu. Bu durumun onu mutlu ettiği de apaçık ortada. Kimseyle doğru dürüst şakalaşmayan, kolay kolay gülmeyen, üstelik bana karşı soğuk hatta öfkeli hali , yerini bu durumun tam da tersine bıraktı. Sürekli benimle ilgileniyor, konuşmak istiyor, gülümsüyor, arkadaşlarıyla şakalaşıyor ve günden güne de güzelleşiyor. Bu güzelleşme olayı bilimsel olarak kanıtlanmış zaten. Sevildiğini anlayan kadınların en belirgin özelliğiymiş güzelleşmek. Ben de bu durumdan memnundum aslında. Çok da mutluydum. Yine bilimsel olarak kanıtlanmış bir olay daha var ki; o da annesiz yetişen çocukların sevgiye hasret olması ve kendisine ufacık bir ilgi gösteren insanlara adeta tapmaya başladığı. O yüzdendir, özellikle kadın öğretmenlerimi anne yerine koymam ve yüzüme her gülen kıza âşık olmaya kalkmam.
Bu kızcağız, ilgimden memnun. Bana da sıcak davranıyor ; tamam da bu durum aşkıma karşılık verdiği , bana âşık olmaya başladığı anlamına gelir mi ? Kırk beş yıl sonra, bu soruya cevabım ; hayır, o bana asla âşık olmadı, sadece ilgim, sevgim hoşuna gitti şeklinde. Üstelik bundan da eminim. Galiba o zaman da böyle düşünmüştüm. Yoksa, her ne pahasına olursa olsun, konuşup açılırdım. O, günlerce, hatta daha uzun süre bunu bekledi, yani konuşmamı, açılmamı. Ama ben inat ettim. Defalarca niyet ettiğim halde , tuttum kendimi. Hatta, o bazı oyunlar bile oynadı, konuşmam için. Bir keresinde, elimi isteyip falıma bakmaya başladı.
- Sen zamanında çok çekmişsin ama artık o günler geride kalmış. Geleceğin çok güzel olacak, dedikten sonra ;
- Sen galiba birine âşıksın, doğru mu, âşık mısın ? diye sordu ısrarla. Kabul etmek zorunda kaldım.
- Peki adı ne ? dediğinde ise, yine takıldım. Söylemeyeceğimi anlayınca bu defa ;
- Sadece baş harfini söyle, diye diretip durdu. Söyleyemezdim, söyleyemedim.
- Ben zaten fala inanmam, deyip sertçe çektim elimi.
Kompozisyon dersimize de Ece hanım geliyordu. ’’ Arkadaşlık ’’ konulu bir yazı yazmamızı istedi. Duygusala bağladım o yazıda. Ecevit’in, Fransızca çevirisi olan ’’ İnsanları Seveceksin ’’ şiirini hem başlık yaptım, hem de tamamını kullandım yazıda. Çok etkilenmiş hoca. Ayda yılda bir alınan Kompozisyon notu olarak dokuz almışım. Notları okumadan önce övgüler düzdü bana. Sonra da kâğıtlarımızı bize dağıttı. ’’ Sen bir hümanistsin ’’ gibi övgü dolu sözler not etmiş yazıma.
SB, ısrarla, adeta yalvararak , okumak için yazımı istedi. Yine inadım , daha doğrusu korkum tuttu. O yazıdan bir aşk itirafı çıkarır diye korktum ve onu kırmak pahasına vermedim, okutmadım.
Bir defasında da yeni çektirdiğim vesikalık resimlerimi bir arkadaşıma gösteriyordum. Farkına varmış, görmek istedi. Yine ısrar etti ve ben yine inat edip göstermedim. Bu defa, resimde adeta uyumuş olduğum görüntüsüydü. Gerçekten o kadar zor günler geçiriyordum ki, uykusuzluktan dökülüyordum. Bir gün gözlerimin kanlandığını fark etmiş, üzgün bir şekilde sordu :
- Gözlerin niye kanlı ; hasta mısın ?
- Önemli değil, deyip geçiştirdim. Hiç uyumadan geçirdiğim gecenin sabahında, sıcak duş alınca gözlerim böyle kanlanıyordu. Gözlüğümü taktığımda pek belli olmuyordu ama çoğu kez rahatsız olup çıkarıyordum.
Güya Fen sınıfıydık biz. Edebiyat dersi o kadar ağırdı ki ; sabaha kadar elimde Osmanlıca - Türkçe sözlükle Bâki ’nin, Fuzuli’nin şiirlerini çevirmeye çalışıyordum. Fen derslerine ayıramadığımız zamanı bu Osmanlı Edebiyatına harcamak zorunda kalıyorduk. Matematik de Modern olmuştu bir kaç yıl önceden. Biz Pendik Lisesi’nin son klâsikleri olduk.
Yeni kahvemizin sahibi Remzi bey, kira artışlarında asla sorun çıkarmadı. Biraz da ben okuduğum için yardımcı olmayı düşünüyordu. Köyleri gezip, araba parası, film gösterdiğimiz yerlerin kirası olmayınca, maddî durumumuz oldukça düzelmeye başladı. Filmlerin renkli olması, gerek açık saçık filmlerin gerekse Hababam Sınıfı serisi ve Kemal Sunal filmleri, bir de Cüneyt Arkın’ın Kara Murat , Kartal Tibet’in Karaoğlan, Tarkan filmlerinin sayesinde sinema müşterilerimiz çok oluyordu. Açık saçık filmleri göstermek zorunda olduğumdan çok utanıyordum. Diğer filmler, gururum oluyordu.
Bir gece filmi bitirip, kahveyi temizledikten sonra eve geldim. Her akşam gibi eve erken gönderdiğim babam çoktan uyumuştu. Önce bir kaç parça çamaşır yıkayıp, sonra derslerime çalışmam gerekiyordu. Babam uyandığında çamaşır yıkıyordum.
- Ne yapıyorsun oğlum ? diye sorunca, çamaşır yıkadığımı söyledim.
- Yahu, bir çamaşır makinesi alamaz mıyız ? Kaç paraya verirler acaba ?
- Bilmem ; beş yüz lira peşinat versek, taksitle alırız herhalde , dediğimde, hemen cüzdanını eline alıp beş yüz lira çıkarıp uzattı.
- Yarın git al bir tane de kurtul bari ! dedi rahatlamış olarak. Benden , hiç bir zaman, hiç bir şeyi esirgememişti zaten. Üstelik, o yaşta okula başladığım günlerden beri, bana daha çok düşkün olmaya, yüzü daha çok gülmeye başlamıştı.
O günlerde, Kurtköy’de çamaşır makinesi olan evlerin sayısının parmakla gösterilecek kadar az olduğundan eminim. Daha önce televizyon aldığımız, Kartal’daki Yeğenoğlu mağazasından , beş yüz lira peşinatla, galiba altı bin liraya, AEG- Turnamajik çamaşır makinesi aldım. O günden sonra daha sık çamaşır yıkamaya başladım. Sık sık çamaşır astığımı gören mahalleli kadınlar, ardımdan olumlu dedikodular yapıp ’’ Amma da hamarat çocuk ’’ diyorlardı.
Remzi beyin, Rahmi bey adında , şişman bir erkek kardeşi vardı. Şehirlerarası otobüslerinde Turan ağabey ile birlikte çalışıyorlardı. Köyde olduğu zamanlarda, genellikle kahvenin bahçesinde, sandalyede uyuklardı. Kalp krizinden vefat ettiği duyuldu. Adeta bütün köyde matem havası esti. Köyün sevilen insanlarıydı onlar. Rahmi ağabey de henüz kırklı yaşlarda ancak vardı gibi geliyor bana. Uzun süre sinemacılığa ara vermek zorunda kaldık. Bir aydan daha uzun bir süre sonra Remzi ağabey, yeniden başlayabileceğimizi söyledi.
Dönem sonu geldiğinde, SB. ile birlikte ikimiz Takdirname aldık. O zamanlar, bu günkü kadar kolay değildi Takdirname almak. Okulun en seçme sınıfında, ancak iki kişi alabildik. Çok mutlu oldum elbet. Fakat bütün bir sömestr tatili , onu düşünmekle, açılıp açılmamaya karar vermeye çalışmakla geçti. Yüz veriyordu, konuşabilirdim. Fakat bu ilgisi aşk değil de dostluk , arkadaşlık üzerineyse ; ona ters gelip azarlarsa, arkadaşlığını keserse, hatta bir de sınıfa duyurup rezil ederse beni ? Bir de açılsam ne olacak ; karşılık verse, aramızda bir ilişki başlasa, aşka dönüşse bile , sonumuz ne olur ? Bu ilişki uzun sürebilir mi ? Benim onu mutlu etmeme imkân ver mı ?
Sonuç ; ben ona lâyık değilim. Onu mutlu edemem. ’’ Ayrı dünyaların insanlarıyız biz ’’ Yeşilçam ağzı, farkındayım ama o Yeşilçam filmleri, o saçma gibi gelen bütün hikâyeler, aslında ülkemizde hayatın tam da gerçeği. Çoğu yaşanmış ve halâ da yaşanmaya devam ediyor.
Sonunda şiir yazmaya başladım ona. Adını da çoktan koydum : OLAMAZSIN !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.