- 225 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kara Şövalye
“Tam anlamıyla yapay zekanın gelişimi insan ırkının sonunu getirebilir. Bir noktadan sonra yapay zeka kendi kendine gelişecek ve giderek artan bir hızla kendini yeniden tasarlayacaktır. Yavaş biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar bununla rekabet edemezler ve silinip giderler.” Stephen Hawking
Hindili sandviçleri sevmiyorum. Ama ne yazık ki sandviç otomatından ya hindili, ya da sade peynirli olanlar çıkıyor. Mecburen Yeni Dünya’nın icadı olan, sülüngillerden bu kuşun tatsız etini yiyorum. Eğer dikkatinizi başka yere verirseniz tadını farketmiyorsunuz. Mesela ben ekranda Kara Şövalye’nin Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan gönderilen görüntülerine bakıyorum. Şövalye de istasyona bakıyor mu, bilemiyorum.
Dünyanın yörüngesindekilerle ilgili iseniz size tanıdık gelecek karakterlerin en gösterişlisi olmasa bile en ünlüsüdür Kara Şövalye. Resmi olarak geçen sene çeyrek yüzyılını doldurdu. İlk görüntülenmesi 1998’de uzay istasyonunun parçalarını taşıyan mekik seferlerinden birine denk gelir. Bu da tesadüf değil tabii ki: Kara Şövalye bu uçuştaki uzay yürüyüşlerinde iki astronotun beceriksizliğinden dolayı uçup giden bir termal yalıtıcıydı. En azından dönemin resmi açıklaması böyleydi.
Tabii herkes bu fikirde değil. İnsanlar bir sürü küçük parçayı bir araya getirip ortaya bir resim çıkarmaya bayılıyorlar. Bu resim Picasso’nun Avignon’lu Hanımlar’ına benzese de kimse aldırmıyor. İddiaların en aşırısı bunun on üç bin yıldır dünyayı gözleyen dünyadışı bir aklın yörüngeye oturttuğu casus uydu olduğunu söylüyor. 1899 da Tesla’nın kulağına çalınan atmosfer ötesinden gelen sinyaller, 1928 de ilk radyo astronomlardan Jorgen Hals’ın duyduğu ‘Geç gelen yankı’ların hepsinin bu casus uydudan geldiği iddia ediliyor. Ama bir şekilde biz uzaya çıkınca uydu sessizliğe bürünmüş olacak ki, biz sadece görüntüsünü, onu da 98 yılında, yakalayacağız.
“Hala dünyayı Kara Şövalye’den kurtarmaya mı çalışıyorsun?”
Rajendra Gupta aramıza katılalı çok olmamıştı ama ilk günden adı Raj’a indirgenmişti. Alanı radyo astronomiydi ama nedense New Mexico’da değil, bizimle Texas’ta, NASA Johnson Uzay Merkezinde çalışıyordu.
“Birisinin beyaz atlı prens olması gerekiyor. O da neden ben olmayayım?”
“Eğer 94 model beyaz Taurus’unun seni o mertebeye taşıyacağını düşünüyorsan epey yanılıyorsun.”
Evden ayrılırken evi ve maaşımın iyi bir bölümünü yanında götüren eski karım Lydia olmasaydı bugün otuzuncu yaşını kutlamayan bir araca sahip olabilecektim. Ama lakin bin dolara bunu bulunca düşünmeden almış, hatta aracı kaydeden memur kadının “Bence vakit varken geri götürün, kazıklanmışsınız” sözlerine aldırmamıştım. Fena da değildi hani. Ön koltuklar kanepe şeklindeydi. Eve gitmeye üşendiğim bir gece üzerime battaniye çekip ön koltuklara uzanmıştım. İlk defa kadifeden bir yatağım oluyordu.
“Kötülüklerle savaşmanın yolu atlara güvenmek değil, problemlere çözümler bulmaktır.”
“Ne probleminden bahsediyorsun? Ha şu bir kaç hafta önce kaydettiğimiz yayınlar mı?”
Dediği gibi birkaç hafta önce Raj’ın yardımıyla ilginç bir şeyler yakalamıştık. Yapay olduğu kadar geri zekalı da olan tarayıcılarımız rutin bakımdayken, manuel sistemi devreye sokmuş, bir takım uzaydan gelen radyo sinyalleri kaydetmiştik. Ama daha sonra akıllı sistemler devreye girince sinyallerin izine rastlayamadık. İkinci bir manuel tarama da sonuç vermemişti.
“Ben çok üzerinde durma. Zaten haftaya bir uzman gönderip sistemi kontrol edecekler”
“Teknisyenler halihazırda gözden geçirmemişler miydi?”
“Bu gelen kişi farklı. Akıllı sistemlerin gurusu filan olduğunu söyliyorlar”
...
“Ne gurusu? Ben sadece robot psikoloğuyum”
“Robot psikoloğu derken?”
Guru olmasını gayet rahat kabullenebilecekken karşımda psikolog olduğunu iddia eden bir kadın vardı. Uzun boylu, gözlüklü, sarışın, hiç bir zaman güzel ya da çekici olmamış biriydi Susan Calvin.
“Farkındalığı olan sistemlerin sorunlarını inceleyip, onları çözmeye çalışıyorum”
“Bizim sistemin farkındalığı mı var?”
“Bilmiyor muydunuz?”
Sorduğuma göre bilmiyordum. Sadece bizimkinin değil, dünyada farkındalığı olan sistemler olduğunu bilmiyordum.
İfademi ve sessizliğimi doğru yorumlayan Susan:
“Anlaşılır bir durum bu. Yapılan protokole göre 2035 e kadar bunun açıklanması beklenmiyor. Hatta duruma göre o tarihi daha da ileri atabilirler” dedi.
“O zaman... Pskologların çalıştığı gibi konuşarak mı sistemi ikna edeceksiniz?”
“Sistemi bir şeye ikna etmeyeceğim. Bir sorun varsa onu belirlemeye ve düzeltmeye çalışacağım. Bu arada sorunuza cevap vermek gerekirse, evet, sözlü diyalog kuracağım. Ayrıca bir miktar kodlarla yazılı iletişim de olacak”
“Yani bizim radyo teleskop konuşuyor mu?”
“Arabanız konuşurken iyi, sorun yok...”
Benim 94 model Taurus’um konuşmuyordu. Diğital saati vardı ve büyük olasılıkla araçtaki tek işlemci de o saate bağlıydı. Sessiz bir arabaydı benim beyazım.
...
Susan Calvin’e bir kaç gün sonra otomatın sandviçlerinden bıkıp indiğim kafetaryada rastladım. Peynirli bir sandviç yiyordu.
“Oturabilir miyim?”
Kafasını kaldırdı ve omuz silkti. Hareketini olumsuz olarak yorumlamadım ve karşısına geçtim.
Karşısındaydım ama onun gözleri tepsisinin yanındaki rapordaydı.
“Bir ilerleme var mı*”
“Henüz sonuçları açıklama noktasında değilim. Zaten o noktada da yönetim kuruluna sunup yaparım. Bulguları, kabul edersiniz ki, önceden kafeterya gibi topluma açık alanlarda bildirme durumum yok.”
Kafeterya için topluma açık pek denemezdi. Orada bulunanların hepsinin yakasına iliştirilmiş bir kimliği, o kimliği almayı sağlayan da akademik ve teknik geçmişleri vardı. Toplumun da yüzde doksan dokuz nokta dördü bu kafetaryada bulunma vasıflarına sahip değildi. Ama yine de üstelemedim.
“Bu robot psikologluğu... İnsanlarla olanlardan farklı mı?”
Son dört dakikada ikinci defa bana baktı:
“Dağlar kadar. En azından yapay zeka her zaman terbiyeli davranıyor”
Bir ima sezmeli miydim? Yapay zeka ayağına yatıp, anlamamazlıktan geldim.
“Hal ve gidiş dışında, gözle görülür bir fark var mı?”
Sanki çok lezzetli bir şey yiyormuş da ben araya giriyormuşum gibi bir ifade takındı:
“Evet var. Hiç bir zaman boş konuşmuyorlar, tüm söyledikleri tutarlı ve asla kötü kokanına denk gelmedim”
Sabah duş almadan gelmiş olabilirdim ama o kadar da kötü durumda olduğumu düşünmüyordum. Belki sorun bir önceki gün de duş almadan merkeze gelmiş olmamdı. Yine de otomat sandviçini bu kadar iştahla yiyen birinin kokuya takılması garibime gitti.
Bir süre sustum. O zaten susuyordu. Sonunda sandviçini bitirdi, raporu koltuğunun altına kıstırdı ve tepsisini alıp gitti. Ne bir “Afiyet olsun”, ne de bir jest. Demek ki yapay zeka kabalığı algılamıyordu. Sistem konsolunun başında istediğim küfredebilirdim; bu da iyi bir şeydi.
…
Oturum Peachem Chesterfield’ın sözleriyle açıldı:
“Akıllı sistemlerin olası algılama sorunları ile ilgili oturumumuz başlamıştır. Akıllı sistemler danışmanı Susan Calvin sorularımızı yanıtlayacak. Bayan Calvin, yazılı raporunuzu okuduk. Yine de bazı noktaların sizin ağzınızdan kayda geçmesi gerekiyor. Hazır mısınız?”
“Evet Bay Chesterfield.”
Neyse ki oturum yönetim kurulunda olmayanlara da açıktı, böylece ben de girebilmiştim. Raj bana yer tutmadığı için salonun dinleyici tarafında, merdivenlerde oturuyordum.
Susan Calvin sanki Meclis Komisyonunda savunma yapıyormuş gibi tek başına, kendisinden daha yukarıya konuşlanmış kurulun karşısındaydı. Ama çaresiz bir hali yoktu.
“Bayan Calvin, raporunuza göre sorunu ortaya çıkarmışsınız. Buna göre, sizce sistemin sorunu, eğer varsa, nedir?”
“Öncelikle şunu belirteyim: Sistem hatasız çalışıyor.”
Herkes devam etmesini bekledi ama o etmeyince sessizlik oldu.
“Sistem hatasız çalışıyor dediniz. O zaman manuel ölçümler mi yanlıştı?”
“Manuel ölçümler hatalıdır ya da değildir diyemem. Radyo-astronomi benim uzmanlık alanım değil. Ölçümleri yapanlarla da görüşmedim, metodlarını da tartışmadım. Ama büyük olasılıkla bulgularını tehlikeye düşürecek bir yanlış yapmadılar, çünkü sistemin de ilk elde vardığı sonuçlar aynı yönde.”
“Ama çıkış noktamız insanlarla yapay zekanın farklı bulgulara ulaşması değil miydi? Şimdi siz ikisinin de aynı sonuçları bulduğunu söyliyorsunuz? Bir sıkıntı yok mu bu ifadenizde?”
“Her iki grup da, insanlar ve makineler, aynı sonuçları buluyorlar: Buna göre yörüngedeki kimliği belirsiz cisimden radyo dalgaları yayınlanıyor. Ama sonrasında taraflardan biri sonuçlarını değiştiriyor ve hiç yayın yapılmamış gibi rapor veriyor”
“Bu yapan taraf da…”
“Bunu yapan taraf da kullandığınız sistem olan Nancy Sprangler.”
“Nancy Sprangler da kim?”
Raj’ın beni sorgulayan bakışlarını yakaladım. “Ben de bilmiyorum” cinsinden bir hareket yaptım. Johnson Uzay Merkezindeki neredeyse tüm kadınları tanıyordum ve Nancy Sprangler bunlardan biri değildi.
“Nancy Sprangler radyoastronomi tarayıcı sisteminizin kendine verdiği verdiği isim. Eğer bana biraz daha zaman verilirse bu adın niye seçildiğini öğrenebilirim. Ama bu bilginin önceliği olmadığı için üzerinde fazla zaman kaybetmedim. Devam edebilir miyim?”
“Tabii, lütfen”
“Bir şekilde Nancy yakaladığı radyo sinyallerini çözüyor ama bunu size bildirmiyor. Ben de sinyallerin içerdiği mesajı öğrenemedim. Bir de şu var: Nancy Kara Şövalye’ye mesaj da yolluyor. Örneğin ikinci manuel ölçümlerden önce Nancy bir yayın yapmış ve Şövalye de sessizleşmiş. Bu yüzden ikinci ölçümler de insanlar da bir şey yakalayamamışlar”
“Yani sistemle bilinmeyen cisim arasında bir radyo diyaloğu var ve biz bunun ne içerdiği bilmiyor muyuz demek istiyorsunuz?”
“Kesinlikle öyle”
“Ama niye? Neden bizim sistemimiz bize karşı çalışıyor?”
“Bunu bilmek şu anda olası değil. Sadece spekülasyon yapabiliriz?”
“Yapın o zaman? Elimizde daha geçerli bir bilgi yok”
“Öncelikle spekülasyon bilgi değildir. Bunu söyledikten sonra şöyle bir tahmin yürütebilirim: Bir olasılıkla Kara Şövalye ya da onun arkasındaki akıl Nancy’e rüşvet verdi”
“Yapay zekaya ne rüşveti verilebilinir ki?”
“Kendini geliştirme vaadi gayet güzel bir rüşvettir Bay Chesterfield. Bir çocuğa büyüyüp araba kullanacağı günleri vaat etmek gibi düşünebilirsiniz. Başka bir sorunuz var mı?”
Peachem Chesterfield bir süre Susan Calvin’i süzdü.
“Peki bu durumda biz ne yapabiliriz?”
“Gayet basit: Fişi çekin!”
Susan Calvin başka bir soru ya da yorum beklemeden ayağa kalktı, önündeki dosyayı ve tableti çantasına koydu, sessizliği bölen adımlarla salondan çıktı. Raj’la göz göze gelince fısıldadım:
“Topuklu giymiş, farkettin mi?”
YORUMLAR
Nancy Sprangler uyuyan bir canavar gibi.Stephen Hawking’in dediği gibi; bu hızlı gelişime bu dünyada insanlığın yetişmesi mümkün değil.Belki arada yapay zekayı ortaya çıkaranlar gibi küçük bir topluluk, şartlar elverdiği kadar kendini geliştirebilir. Ama bunlarında psikolojisi nasıl olur bilinmez. Çekin fişi, kurtarın bizi…😊Güzel hikayeydi. Tebrik ederim.
İlhan Kemal
Peki fişi çekmek bizi kurtarır mı? Şimdi çekersek evet. Çekecek miyiz? Tabii ki hayır. Nükleer silahlarınkini çektik mi? Saygılarımla.
Davul sesine uyandım.
Ramazandayız ya, davulcu oruç tutanları sahura kaldırmak için cadde cadde, sokak sokak davulunu çalarak dolaşıyor. Uyuyamadım, kalktım.
“Deftere girdim, bu yazınızı okudum. Yazınız beni eskilere götürdü. Babamın mekanik bir saati vardı. Onu kurar saatin acı acı bağırmasıyla kalkardık sahura. Şimdilerde herkeste olan cep telefonlarının hepsinde alarm sistemleri var. Peki, bu davulcular da neyin nesi? Bir geleneği yaşatmak içinmiş. Olsun bakalım. Onlarda bayrama yakın bahşiş topluyor, ceplerine üç beş kuruş giriyor.
Kuran; işletilen akıldan bahsedip, “ Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” diyor.
Evet.
İnsanlar akıllarını işletip yeni yeni icatlar yapıyorlar. Buluşlara yetişmek her geçen gün zorlaşıyor. Yanlış anlamadıysam yazınız yakın zamanda yaşanabilecek bir öykü. Anlamadıysam da su gibi akan bir yazı okudum. Az bir kazanç mı bu?
Ben bu yorumu yazarken belki de siz öğle yemeğindesinizdir.
Afiyet olsun.
Selam ve saygıyla.
İlhan Kemal
"yazınız yakın zamanda yaşanabilecek bir öykü"
Gayet doğru bir tespit. Hatta şunu söyleyebilirim, hikayede büyük ölçüde gerçek mekan ve kişilere dayanıyor. Bir tek robot psikoloğu Susan Calvin hayali ama o da benim karakterim değil. Kendisini Isaac Asimov 1941 yılında yaratıyor. Asimov'a göre Susan 1982 de doğmuş, Columbia Üniversitesinden 2003 te mezun olmuş, 2064 ya da 65 yılında kaybedeceğimiz bir karakter. Asimov ustaya saygı göstergesi olarak kendini öyküye davet ettim ve öyküyü de yine Asimov'un tarzında yazmaya çalıştım (Gerçi Asimov anlatıyı "Fişi çekin" de bitirdi, o ayrı) Kullanılan teknolojiler için de "Farkındalığı olan" bir makinenin yapıldığını sanmıyorum. Ama inanıyorum ki böyle bir zeka yaratılırsa d aepey gizli tutulur çünkü şu ana kadar yapılan tüm sözüm ona yapay zekalar şatafatlı bir çamaşır makinesinden öteye geçmezken "farkında" bir makine insanlarda Frankestein fobisini tetikler.
Gecenin o vaktinde zaman ayırıp, bir de üstüne uzunca da bir yorum yazdığınız için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.