- 197 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Lulu'ya Böyle Söyledim (Hâl Bildirimi)
İçimin yangınları duruldu, alevler azamatini kaybetti. Şimdileyin sadece köz mevsimindeyim. Bunun da geçeceğini seni temin ederim. Üç vakte kadar köz ruhunu kaybedecek, kırmızı tonların zafer sarhoşluğunu küllerin grisi yaşayacak. Öyle işte. Mütemadiyen evrilen bir döngünün içindeyiz. Evriliyoruz, bu kimi zaman psikolojik oluyor kimi zaman sosyolojik. Birkaç yüzbin yıl önce de biyolojik bir evrim yaşamıştık. Ama işte bunu dillendirdiğin zaman Maymun bahsi açılıyor ve kimsecikler Aslan ile olan akrabalık bağına bir şey demez iken söz konusu Maymun olunca heyheyleniyor. Ve ekliyor: İNSAN ULU BİR CANLI ve ŞEREFLI BİR MAHLUKTUR!
Heyheylenenlere ve ekleyenlere katılmıyorum. İnsan cinsi bozuk varlıktır. Yeryüzünün ağrısı, gökyüzünün sancısı, kendi cinsinin ve cümle canlının baş düşmanıdır. Bir dispotyada yönetimi hayvanlar ele geçirmişti ve zamanla Domuzlar iktidarın ete kemiğe bürünmüş hali oldular. Domuzlar hayvanlara ihanet ederek insanoğlu ile ittifak masasına oturdular. Domuzların mı insan insanların mı Domuz olduğu bir muamma değildi. Birbirlerinin aynası oluvermişlerdi. Atlara ve köpeklere yazık oldu tabii ki de bahsimiz Canlılar bahsi değildi, konu ne ara filizlendi anlamadım. Evet, evrim.
İçimde bitmez tükenmez bir döngü var. Dönüşüyorum. Yeni baştan filizleniyorum, sarmaşık gibi serpiliyorum ve sonra budama iklimindeymişim gibi budanıyorum. Kırmızılar ve Griler arasında gidip geliyorum. Kişilik olarak tren rayları gibi olamadığım ama olanlara içten içe tatlı bir haset hissettiğim o tekdüze yaşam stili.
Kareli ve ütülü gömlek, kısa kollu çizgili tişört, sabah akşam istikrarlı bir gidiş ve dönüş, ezberlenmiş ögeler, birazcık kültürel birikim, entelektüel duyumlar ile coşkun bir şaşırma nidaları, Devlet İle Allah’ın işine karışmama, makrodan uzak mikro bir hayat serüveni. Yani serüven demeyelim de naçizane bir hayat meşgalesi.
Hakkın var; yazarken bile sıkıldım ve böyle yaşamak hayatta kalmakla eşdeğer. Ömrün böyle yaşanmaması gerekir. Ama sanıyorum burada devreye Coğrafya giriyor. Coğrafya girince, Atadan nakil olan her şey durur mu? Pekala onlar da giriyor. Ataerkil nizam, Din diyanet, örf âdet gelenek, kan bağı ve bir cümle vesaireler cümbüşü.
CÜMBÜŞ sözcüğünü filhakika bilerek kullandım. Bu kadar kaotik sıralamanın ardından sevimli bir şey gelsin istedim ve istediğimi yapmakta özgürüm. Özgürlüğün böyle minnacık şeylerle aranması, mini minicik şeylerle avunulması Rabb Teala seni inandırsın çok gülünç. Öyle bir gülünç ki insan gülmek ile ağlamak arasında kalıyor.
Ama toplumumuzda bu arada kalmışlığın, yani Tarafeyn (İki taraf demek) olmanın örneğini hiç görmedim. Tarafsızlık söz konusu değil. İnsanımızın kahir ekseriyeti tarafını GÜLMEK’ten yana kullanıyor. Benim gibi duvar suratlı insanlar da ağlamayı tercih ediyor. Ağlamak ve Gülmek zaten yarı yol arkadaşı. Tıpkı Özgürlük ve Despotluğun yarı yol arkadaşı olduğu gibi.
Yollar istimlak edildi. Yola çıkılan yollu oldu. Yalan dolan ihanetler geveze bir laubalilik lakırdısı oluverdi. Gözlerimi kapatıp ait olduğum çağlara uyanmak istiyorum. Ya da ütopik ülkelere. Kaf dağının ardına. Belki orada Campenalla’nın Güneş Ülkesi’ne varırım da birazcık soluklanır, insan hırsının ve kapital dişlerin acısından uzaklaşırım. Gerçi soluklanınca Şeyh Bedrettin’in Yarin Yanağından Gayrı her şey ortaktır fikri soluğumu mahrecimde keser. Şeyh Bedrettin ve Campenalla bu konuda müzakere ededursun, bir orman sessizliğinde uyanmak istiyorum.
Canlı, Yeşil Saray. Zümrütten bir konak. Ve çiseleyen bir yağmur. Tanrı’nın aşkın kokusu toprakla buluşan yağmur sesinde gizli. Muhteşem bir dizayn, dinamik bir mühendislik, ihtişamlı bir mimarlık. Dallar, yaprakların kudretli desenleri, kuşların cıvıltı senfonileri ve yabani hayatın akordu bozuk Yaşamak için Öldür (!) tamtamları. Altından mamur edilmiş hayatı elinin tersiyle itip orman sessizliğinde sesini cihana bulaştırma ülküsüyle; Buda seyreder benim cahilliğimi, eteğinde sallar durur bilgeliği.
Etekte sallanan sahifeler gümüş gümüş parlar, sözler kılıç gibi bilenir, sözler ses olmaz, kılıç kınında uyur. Ve anladım ki Ölüm ile Hayat aynı yatağa baş koyan iki kardeş, birbirini seven ve birbirinin boğazına sarılmayı bekleyen tuhaf bir kardeşlik nizamı.
Hepimiz Tanrı’nın avucundan yeryüzüne üflediği Yıldız Tozu’yuz Lulu.
Kendince kal kimseciklere benzeme.
Lulu’ya Böyle Söyledim
YORUMLAR
Düşündüm de...
Bu yazılanların deriliğine inilirse şayet (ki innebilmek için bol ekmek-peynir yemek lazım. Malum, şimdilerde sadece yavan ekmek bulabiliyorsak amenna, diyoruz...), boğulur insan...
Ee, can tatlı, neme lazım. Bilinmeyenden (!) uzak durmak en iyisi...
Fazla söz kirlili yapmadan ben gideyim en iyisi.
Lulu da kalem de var olsun.
Çok saygım ile.