- 334 Okunma
- 5 Yorum
- 6 Beğeni
Merhaba
İçimde; dün geceden kalan yazmak dürtüsü, ruhum; dışarı çıkmakla evde kalmanın kararsızlığı içinde bocalarken, koyu gri temalı bir gökyüzü sabahıma eşlik ediyor.
Kahvaltı sonrası! Bakışlarım; fincanımdaki koyukahve renkli düş denizinde geçmişe doğru kulaç atarken ilk sigaramı yakıyorum. Kahvemden bir yudum alıp, sigaramdan bir nefes çektikten sonra, akşam yarım bıraktığım filmi baştan izlemeye karar veriyorum. Film akmaya başlıyor ekranda. Filmin girişi mi? yoksa müziğimi? bilemiyorum. Belki de ikisi birden içimdeki akşamdan kalma yazmak dürtüsünü iyice tetikliyor.
Yazmak kararlılığı ile pc de bir world sayfası açıyorum. Tuşlara dokunmak için elimi klavyeye uzattığım anda bir fikir gelip yerleşiyor aklıma. Hemen sandalyemden kalkarak kitaplığımın bulunduğu odaya geçiyorum. Yıllardır kapağını açmadığım defterlerimin ve kalemlerimin bulunduğu çekmeceyi çekip; sarı yapraklı ve büyük boy bir blok notla, yazıp yazmadıklarını test ederek, üç adet değişik renkte tükenmez kalem alıp pc nin başına dönüyorum. Bu ara filim de ekranda akmaya devam ediyor. Ama ben filimden çok müziği ile ilgiliyim!
Buraya kadar her şey tamam! Kalem di, defter di ve yazının girişi bile!
Ama eksik olan şeyler vardı. Yazacaklarım şiir mi? yoksa nesir mi olacak? Ve dahi konusu ne olacak bilmiyordum. Bildiğim bir tek şey vardı. Yazmaya başladığım an gerisinin sular seller gibi geleceğini söylüyordu, içimin iç sesi! İlk harfler, ilk heceler ilk kelimeler, derken cümlelerle başladı, tükenmez kalemimin, sarı sayfa üzerinde bir bilinmeze doğru yolculuğu.
Az önce kalemimin sarı sayfada yolculuğu demiştim ya. Ne mümkün, bir kaç sözcük yazdıktan sonra, kalemim “Nuh diyor peygamber demiyor”! bir sigara daha yakıp balkona çıkıyorum. Elimde kahve fincanı, uzun uzadıya ışıltılı raylarıyla önce; demir yoluna, sonra da süslü süzülüşüyle akıp giden Kızılırmağa takılıyor gözlerim. Dalıp gitmişken öylece, bahçede oynayan çocuğunu kahvaltıya çağıran bir anne sesiyle irkilip kendime geliyorum!
Sigaramı kül tablasına bastırırken, okumak mı? Yazmak mı? diyen bir ses misafir oluyor kulaklarıma! En son okuduklarım ve yazdıklarımı düşünüyorum! Önceki gün dünya emekçi kadınlar günüydü, okuduklarım ve yazdıklarım da bu konu üzerineydi. Bu anma gününe vesile, hani vıcık vıcık etmiştik şiirleri yazıları! okuduklarımız ve yazdıklarımızla! Offf yazdıklarımızda ne kadar samimiydik acaba düşüncesi hem ruhumu hem de kelime hazinemi darlandırıyor! Mola deyip elimdeki kalemi sarı yapraklı deftere emanet edip bırakıyorum yazmayı!..
iki günlük ara ve!..
Yine kahvaltı sonrası, kahvem, sigaram, kağıt ve kalemim! Toygar Işıklı’nın “bekle beni” melodisi yazı enstrümanlarımın yoldaşı. Önce; salındım çocukluğumun bir meşe ağacına kurulu sicim salıncağında! Sonra; yeni yetmeliğim ve gençlik yıllarım çıkıp çıkıp geldiler balkon camlarına vuran yağmurun notalarıyla.
Aklımdan geçenlerle ve bütün levazımatımla balkona taşındım!
Hayatımla ilgili “En”lerim; yağmur damlalarına eşlik edip hüzünle aktılar balkon camından içimin ıssızlığına! O kadar benzeşiyordu ki; yağmur damlalarının cam yüzeydeki oynayışıyla, hayatıma dair “En”lerin aklımın arka sahnesindeki canlanışı!..Bir damlacık kendi halinde yoluna devam ederken cam yüzeyde, az sonra bir köşe başında başka bir damlacıkla yolları kesişiyor, aynı yolu beraber yürümeye başlıyorlardı. ve yolculukları ilerledikçe daha çok çoğalıyor, daha hızlı ilerliyorlardı,Yolculuklarının son bulacağı zemine doğru! Tıpkı şu an benim aklımı meşgul eden hayatımın “En”leri gibi…
Aklımın arka sahnesi dedim ya. O sahne de sanki birkaç kareden ibaret huzur ve mutluluğun varlığı! Sevgi, sevmek, sevilmek eh şöyle böyle birkaç replik ve birkaç dakikalık geçişin altında imzaları var. Ve diğerleri, acı, hüzün, aşk, ayrılık hasret hayatımın “En”lerinin filminde en çok sahne alan olgular!
Bangır bangır avazıyla bir siyasinin seçim aracı noktalarken “En”lerimin filmini, o yılgın homurtusuyla, yorgunluğumu iyice yorarken doğu ekspresinin muazzam senfonisi! Ben önce; hayatımda iz bırakanları,
peşinden de tanıyıp da hayatıma dokunmadan geçip gidenleri düşünüyorum!!
Yazmakla aşk öylesine benzeşiyor ki!
İkisi de ölümcül bir hastaya tanınmış ötenazi hakkı gibi!..
Kalem ve kağıda yeniden merhaba
YORUMLAR
Merhaba Usta’m
Yolculuk esnasında
“Cam kenarı mı Can kenarı mı “ bilemediğim
Akıp gittin öylece
Tasvirlere daldım,
Ne trenler geçti de bakakaldık durduk peşinden
Geç kalmakla kadrini bilmek arasında
Bir merhalede minder kurup düşündüm öylece
Kaidelere takıyoruz canımızı ancak gel gör ki hayatın bir kaidesi yok. Rüzgara kapılan yaprak gibi savrulup duruyor o yüzden kalem ve kelam…
Şık olmuş yazı vesselam
Eksik olma gönül penceremizden
Tebessümle
🌿