- 115 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YILMAZ GÜNEY VE LİNÇ GİRİŞİMİ
YILMAZ GÜNEY VE LİNÇ GİRİŞİMİ
Geçen haftaki köşe yazımda, Yılmaz Güney’in sanatçı kişiliği, Türkiye ve dünya sinemasına katmış olduğu değer, sanatın toplumsal gelişme ve değişimlerde oynadığı rol ve önemine vurgu yapmıştım.
Yılmaz Güney’i 39.ölüm yıl dönümünde anarken, iktidara bağımlı medya kuruluşları, sanata ve sanatçıya karşı özelde de Yılmaz Güney’e karşı yeni bir linç kampanyası başlatmış durumda. Ben de anlamda bu haftaki köşe yazımı bu konuya ayırmak zorunda kaldım.
Elbette tüm sorunlar tartışıldığı gibi, Yılmaz Güney de tartışılabilir. Ama burada ki amaç, sorunu tartışma değil, burada hedeflenen, derinleşen ekonomik ve siyasi sorunların üstünü örtmek, tüm dikkatleri başka alanlara çekmek olarak görülüyor.
Bu oyunun ilk fitili oyuncu Farah Zeynep Yılmaz Güney’in “kadın döven” biri olduğu açıklama sonrasıyla ateşlendi. Ardından, Fatih Altaylı da 23 yıl önce yazdığı ve Güney’i “Türkiye’nin Avrupa’daki imajını yerle bir eden bir katil” olmakla suçladığı yazısını yeniden hatırlattı.
Konu hakkında, iktidarın ideolojik yayın organı Yeni Şafak’ın yazarı İsmail Kılıçaslan, sanat ve sanatçıya karşı tutumunu şöyle ortaya koyuyordu: “Yılmaz Güney isimli tanrılarının fanusunda hafif bir çatlak oluştu. Darısı Mahir’inden Deniz’ine diğer tanrıların başına” Diyerek yarınlarda sıranın Deniz’e Mahir’e geleceğini açıkça ifade ederek hedef göstermiş oluyordu.
İktidarın ideolojik yayın organlarından bir diğeri Akit Yazarı Ali Karahasanoğlu; Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un (üç fidan) ve Yılmaz Güney’in halk arasında ‘kahraman’ olarak görülmesinden duyduğu rahatsızlığı ortaya koyup onların temsil ettikleri değerlere kinini kusmaya devam ediyordu.
O yüzden tartışmanın nasıl başladığından bağımsız olarak iktidarın medyadaki memurlarının şimdi linç girişimine yanıt verecek durumda olmayan “zayıf halka” olarak gördükleri Yılmaz Güney’e karşı sürdürdükleri bu saldırı, toplumu kendi sanatsal-kültürel-ideolojik politikalarına uygun bir biçimde dönüştürme hedefinden bağımsız düşünülemez. Yapılanlar İktidara paralel söylemlerle pekiştiriliyordu.
İktidarı 21 yıllık egemenliğe rağmen kendi hedefine ulaşamıyor, Erdoğan’ın deyimiyle “Fikri iktidarını tesis edemiyor.” Çıkmazı yaşanmaya devam ediliyor.
Yönetmen ve oyuncu Yılmaz Güney’in ölüm yıl dönümünde oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın yorumu üzerine başlayan kadına şiddet tartışmalarına Nagehan Alçı da katılmıştı. “Şiddet konusunda aleyhine yazılanlar doğru. Bunlar defalarca da yazıldı” diyen Alçı, “Fakat şu konjonktürde Güney’e Farah Zeynep’le başlayan saldırı kampanyasının sebebi Güney’in Kürt olması. Olayın özü bu” ifadelerini kullandı.
Habertürk yazarı Nagehan Alçı, kendisine yönelik "Böyle aptalca bir hukuk anlayışı geliştirilebilir mi!" diyen Fatih Altaylı’ya köşesinden yanıt verdi.
Alçı’nın "Kadın aleyhtarlarına açık mektup" başlıklı yazısı şöyle; ‘’ Türkiye’de birçok sektörde ama özellikle medyada hala erkek tahakkümcülüğü çok güçlü. O nedenle, kadın meselesiyle ilgili yazılarımdan sonra cinsiyetçi erkek köşe yazarlarının saldırılarına uğramam da çok doğal. Fatih Altaylı’nın Çarşamba günkü yazısı da üslup olarak tam bu türden bir yazı.
Mesele sadece Altaylı değil. ‘Erkek tahakkümü rejimi’nin değişmemesi için hem muhafazakar hem laik kanatta hem siyasette hem medyada kadınları hedef alan daha çok işler yapılacağını unutmayalım. Kadın aleyhtarlığı bu ‘ortalama Türkiye erkek tipi’nin kanına işlemiş. Kadın haklarından yana gözükseler bile içlerinde o cinsiyetçi faşizm dipdiri duruyor.
Fakat çok şükür ki kadına karşı şiddetin bir örneği olan tahakkümcü yazarlar artık kadınlar tarafından büyük tepki görüyor. Cinsiyetçiliğin ırkçılık gibi bir hastalık olduğunu bu ülkenin erkeklerine biz kadınlar öğreteceğiz. Fakat her şeyden önce de erkeklerdeki kadın aleyhtarlığının ince taktikleri konusunda kendimiz bilinçleneceğiz.
Aramızdaki tüm siyasi farklılıkları hatta zıtlıkları paranteze alarak, kadınlar olarak özgürleşme ortak zemininde bir bütün olacağız. Zaten kadın hareketi ve kadın mücadelesi özünde bu demektir.’’ Şeklinde açıklamalarda bulunuyordu.
Konu hakkında en net açıklama yılmaz Güney’in eşi Fatoş güneyden geliyordu. Bir gazetecinin Yılmaz Güney kadına şiddet uyguluyor muydu? sorusunu şöyle yanıtlıyordu; ‘’Yılmaz Güney kadınlara şiddet uyguluyordu, gibi göstermesi de belgeseldeki yanlışlardandı. Güney, filmlerinde kadın konusuna parmak basmış bir insandır. Bir kadının çıkıp da “Yılmaz Güney beni dövdü” diyebileceğine (o belgeselde söylenen dışında) inanmıyorum.’’ Şeklinde açıklık getiriyordu.
Zaman zaman siyasi parti liderleri, sanatın ve sanatçını toplumsal gelişme ve değişimlerdeki önemini bildikleri için, sanat ve sanatçıyı kendi çıkarlarına uygun kullanmayı da ihmal etmiyor.
Sanat ve sanatçıya bakış konusunu hakkındaki düşüncesini, 20 Mart 2010’da Dolmabahçe’de 77 sanatçıya verdiği kahvaltıda şöyle dile getirmişti: “Eğer bu ülkenin otoriteleri, Yılmaz Güney’in filmlerine kulak vermiş olsalardı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olabilirdi.” Şeklinde açıklamada bulunmuştu.
O zamda siyasi parti lideri bu açıklamayı yaparken paralel ideolojik basın yayın kuruluşları hararetle bunu sanat ve sanatçı adına alkışlıyorlardı. O gün bu tutumlarıyla sanat ve sanatçıya verilen değere dem vuruyorlardı.
Bugün ise gelinen durum tam tersini gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, şimdiden ilerde yapılacak yerel seçimlerde, seçmenden nasıl oy alınacağı hesapları yapılıyor. Sanat ve sanatçıya verilen değerin ne kadar etkili olacağını seçim dönemi ve sonrası hep beraber göreceğiz diye düşünüyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.