- 293 Okunma
- 6 Yorum
- 11 Beğeni
YEMEK HAYATTIR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İnsanlar ikiye ayrılır: Yemek için yaşayanlar, yaşamak için yiyenler, diye
Yaşamak için yiyenlerde, yemeğin lezzetinin hiçbir önemi yoktur. Onlar için önemli olan, aç kalmasınlar, karnını doyursunlar, yeter! Bu kesim için, çeşit, tür, lezzet yoktur; yemekler bol bol olsun, kâfi.
Gelelim, yemek için yaşayanlara: Dünya bir bakıma onlar için dönüyor, aslında. Tadını çıkara çıkara yemenin yanında; ‘lezzeti en uçta’ yaşamanın derdindeler.
Bu iki kesim, gece ile gündüz, siyah ile beyaz, deniz ile gökyüzü kadar birbirinden farklı, birbirine zıttır. Birincisi için miktar, ikincisi için lezzet esastır.
Bir ülkenin veya şehrin yemek kültürünün belirleyicisi, yemek için yaşayanlardır elbette. Onlar olmasa, dünya mutfağı beş - on yemekten ibaret kalacaktı. Öyle ya; ye iç yat uyu. Tekdüze bir hayat, renksiz tek düze bir mutfak. Biraz ekmek, biraz katık. Al sana hayat. Farklılık hak getire!
Halen yeryüzünde 232 ülke var. Bir o kadar da mutfak. Ama bugün dünyada ‘mutfak’ denilince ilk akla gelen, hiç kuşkusuz Akdeniz mutfağıdır. Adana’dan ta Madrid’e kadar bütün bir Akdeniz kuşağı.
Akdeniz kuşağı bir lezzet ve sağlık kuşağıdır. Esası zeytinyağıdır da ondan. Zeytin, diğer yandan şifadır. Sağlık olduğu kadar da huzurdur. Her derde devadır. Kur’an’da üzerine yemin bile edilendir, o. Yeryüzünün en aziz ve kutsal gıdasıdır zeytin. Akdeniz mutfağının olmazsa olmazıdır.
Zeytinyağı sadece yağ değil, bin bir yemeğin ve sosun da zenginleştiricisidir. Dolmalar, salatalar, deniz ürünleri.
Akdeniz mutfağı, aynı zamanda narenciye cennetidir de. Narenciye demek, C vitamini demektir. Portakal, mandalina, limon, greyfurt demektir.
Akaryakıt bir araç için neyse, narenciye de biz insanlar için odur, adeta yakıt hükmündedir. Yani enerjimizdir. Hücrelerimiz onunla yenilenir, saçlarımız onunla canlanır, yaralarımız onunla sarılır. Gözlerimizde fer, dizlerimizde derman, kalbimizdeki heyecandır, narenciye. Kışın hastalıklara karşı kalkan, yazın güneş çarpmalarına karşı gölgeliktir. Bağışıklığımızın can ve kan dostudur.
Mersin’den Mardin’e, Atina’dan Angers’e, Tiran’dan Torino’ya; Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, İtalya, Fransa ve İspanya’ya: Bütün bir Akdeniz için, zeytinyağı ve narenciye, milyonların geçim kaynağıdır. Berekettir onlar için. Akdeniz yemekleri hayattır. Hem yiyenler için hem de Akdeniz’de yaşayanlar.
Lezzet de yemekler de hayattır, evet.
Yemeklerimiz, hayatımızdır. Bu böyle biline.
YORUMLAR
Bir ara naçizane merak sarıp dünya mutfaklarını incelemeye çalışmıştım. Türk Mutfağı birinci sıradaydı. Fransız iki, Çin üç.
Sizin de belirttiğiniz üzere Akdeniz Mutfağı özel bir yere sahip. Çok zengin ve sağlıklı.
Keyifle okuduğunum yazınıza tebrikler.
Sevgiler, esenlikler.
Aysel Gedik
Değerli yorumunuzu eksik etmediğiniz için teşekkür ederim Ayşe hanım
Üçüncü bir tür de var. Yaşayacağı kadar yiyenler.
İdeali de onlardır. İsraf etmezler. Aşırıya gitmezler. Ve paylaşmayı bilirler.
Yazınız çok güzel tesbitler içeriyor.
Yemek için yaşayanlar da, yasamak için yiyenler de dünyayı keyfi için yaşayan insanlar.
Saygılarımla...
Aysel Gedik
Yorumunuz için teşekkür ederim
Elif_V_Mim
Bu nedenle üçüncü dedim.
Bol yiyen yaşamak için yiyor ama hayatı yaşamak için.
Kendisi yaşayacağı kadar farklı bir alan.
Haklısınız.
Yemek için yaşamak, Allah korusun.
Yaşamak için yemek, eh...
Ne yediğini bilmek, iyi.
Kararında yemek, ala.
Çok değerli bir çalışma.
Çok saygımla Sayın Yazar.
Aysel Gedik
Bayılırım Akdeniz mutfağına.Egede yaşıyorum ve zeytinyağı vazgeçilmezimiz.Özellikle soğuk sıkım kalp dostu zeytinyağı.Ne güzel anlatmışsınız Akdeniz mutfağını.Tebrikler arkadaşım.
Aysel Gedik
Teşekkür ederim. Yorumunuz beni çok mutlu etti .
Sizi basireti açık okuyan okuduklarını paylaşan toplum duyarlılığı olan bir insan olarak gördüğüm için aşağıda kopyala yapıştır bir kitap tanıtımını, buradaki önemli müşahadeleri hoşgürünüze sığınarak paylaşıyorum.. Neden mi çünkü "yemek hayat" değil esas gayeye ulaşmak için bir araçtır. Tıpkı kullandığımız araçlar gibi otomobilin amacı yakıt yakmak değil bizi hedefimize ulaştırmaktır. Yorumu okuyabilirsiniz ya da silebilirsiniz. Saygılarımla.
********************
İmam Gazali, İhya adlı eserinden sonra hacimli bir eser olduğu için onu okuyamayanlar için özet niteliğinde bir kitap olan Kimya-ı Saadet’i yazmıştır. Gazali programında bize rehberlik eden hocamız, bu hafta Kimya-ı Saadet adlı eserin önemini, adının nereden geldiğini ve içeriğini bizlerle paylaştı. Programın özeti aşağıda istifadelerinize sunulmuştur:
“Kimya-ı Saadet, mutluluğun kimyası anlamına gelir. Kitap, insan kavramını konu alarak anlatıma başlar. İnsanın kendini bilmesinin önemi üzerinde durur. Buradan Allah’ı tanımaya geçer.
Dikkat edilirse insanın kendini bilmesi, Allah’ı bilmekten önce gelir. Bu da düşünce sistemimiz içerisinde yolculuğa nereden başlayacağımız konusunda ipucu verir. Başlangıç noktası insanın kendisidir. Nitekim Peygamber Efendimiz; “Kendini bilen Rabbini bilir “ buyurarak bize yol göstermiştir. Hadis üzerinde düşündüğümüzde eserden müessire doğru bir hareket tavsiyesi söz konusudur. Eserden müessire-müessirden esere gidişin her ikisi de yerine göre doğru ve faydalı düşünce şeklidir.
Kitabın ismine bakıldığında; ‘isminde geçen saadetten kastedilen nedir, bir insan nasıl mutlu olabilir, maddi ihtiyaçları karşılanması mutlu olması için yeterli midir’ gibi sorular akla gelebilir. Halbuki kitap başından sonuna kadar mutluluğa ermenin yolunun Allah Teala’nın rızasını kazanmak için çabalamaktan geçtiğini anlatır.
İnsanın maddi ihtiyaçlarının gideriliyor olması, önemlidir ama yeterli değildir. Mutsuzluk içinde kıvranan hatta bu sebeple hayatlarına son veren İskandinav ülkelerinin insanları, mutluluğun sadece maddeye bağlı olmadığının göstergesidir. Çünkü buralar kişi başına düşen milli gelirin en fazla olduğu yerlerdir. Genel itibariyle bakacak olursak Allah’la bağlarını kesmiş olan bu ülkelerin insanlarının maddesel boyutta hiçbir ihtiyaçları yoksa da manen ruhları aç olduğu için mutsuzdurlar.
Asıl olan insanın manen mutmain olmasıdır. İnsan, Allah’ın rızasını kazanarak yaratılış gayesini tahakkuk ettirir ve böylece manen huzur duyar, mutmain olur. Nitekim Allah Teala; “Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur” buyurur. Demek ki mutluluk arıyor ve peşinde koşuyorsak bilelim ki bu; Allah’ı zikretmek, unutmamak hatta devamlı hatırda tutmakla mümkündür. Fakat günümüz psikologları ya da eğitim danışmanlarının tavsiye ettiği mutluluk anlayışları içerisinde Allah’ı zikretmenin yeri yoktur. Onlara göre mutluluk, tamamen maddesel ihtiyaçların giderilmesiyle orantılı olarak gerçekleşir. Materyalistçe bir anlayışın ürünü olan bu yaklaşımın, İmam Gazali’nin bahsettiği mutlulukla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Günümüz psikologlarının anlayışına göre Peygamberimiz ve ashabının veya hanımlarının mutsuz olması gerekirdi. Çünkü küçücük odalarda yaşıyorlar, yarı aç yarı tok dolaşıyorlar, genelde oruç tutuyorlar, geceleri rahat uyuyamıyorlardı. Halbuki tam tersine en mutlu insanlar onlardı. Onun için Peygamber Efendimizin yaşadığı döneme mutluluk/saadet çağı denilmiştir.
Mutluluk önemlidir. Çünkü insanların hedefi mutluluğu elde etmek, mutlu olmaktır. Kimya-ı Saadet’teki mutluluk tarifi, insanın Allah’ın rızasına göre yaşaması, O’nun rızasını elde etmesidir. Bunun yolu da kişinin İslamı uygulaması, Peygamberimizin yoluna tabi olmasıdır. Yani kişinin asr-ı saadeti kendi hayatına, ailesine ve yaşadığı topluma taşımasıdır. Maddi nimetleri tabii ki reddetmeyeceğiz. Onların hayatımızda mutlaka bir yeri vardır. İslam dünya nimetlerinden zevk almayın demiyor. Fakat hayatımızın nihai gayesi o geçici nimetleri elde etmek değildir. Onlar bizim için Allah’ın rızasını kazanmamıza yardımcı olacak birer vasıtadan ibarettir.
Gazali, kitabın başında İslam’ın insan anlayışını anlatır. Özetlemek gerekirse; ‘İnsan nedir, insanı oluşturan cevherler nelerdir’ gibi sorulara cevap verir.
Bizler insanı, İslam alimlerinin Kur’an-ı Kerim’den ve Peygamberimizin hadislerinden hareketle ürettiği kavramları kullanarak tanımaya/anlamaya çalışmalıyız. Hepimizin bildiği gibi insanın bir zahir bir de batın tarafı vardır. İnsanın batıni tarafı, kalp, nefs ve ruhtan meydana gelir ki kitabın konusunu daha çok bunlar oluşturur.
İnsan bir yönüyle şehadet alemine, bir yönüyle gayb alemine aittir. Ne sadece maddeye ait ne de sadece manaya aittir. İkisinin birleşmesinden insan meydana gelir. Materyalist felsefe ve psikoloji insanın sadece maddi yönüne odaklanır. Halbuki insanın maddi yönünü oluşturan bedeni topraktan gelmiş, toprağa dönecektir ve sürekli bir değişim halindedir. İnsanın manevi tarafı ise, kalp, nefs ve ruhtan meydana gelir, daimidir ve gayb aleminin bir tabakası olan alem-i emr’e aittir.
Nefs, bazen ruh, bazen de kalp ile aynı manada kullanılır. Bazen de nefs ifadesi, insanın bedeni ve maddi yönüne dair arzularını tatmin etmeye iten güç olarak kullanılır. Bu anlamda nefs, insanın şehvetini yani yeme, içme, giyme, mal-mülk, makam sahibi olma gibi arzularını harekete geçiren tarafını ifade eder.
İnsan ruhu gayb aleminden yani ruhlar aleminden gelir. Yağmur suyu nasıl bitkinin içine girerse ruh da bedene öylece girer. Beden öldüğü zaman ise geldiği yere tekrar ruhlar alemine döner.
Kalbin/ruhun hakikati bu alemden değildir. Gayb aleminden garip olarak gelmiş bir yolcu gibidir. Bu ifadeleri, kalbi tanımlayan hadislerde çok görürüz. Mesela Peygamberimiz, bu dünyada bize yolcu gibi olmamızı, başka bir hadisinde ashabına dünyayı bir gölgelik gibi görmelerini öğütler. Bu yabancılık/gariplik/yolculuk konusu Edebiyatta Yunus Emre’nin şiirlerinde ve Mevlana’nın divanında da çokça geçer. Mevlana Ney sembolünü kullanarak insanın asıl vatanından/ruhlar aleminden ayrılıp bu dünyaya gelmesini sanki sazlıktan koparılıp ney yapılan kamışa benzeterek anlatır. Mevlana’ya göre, insanın içindeki bütün özlem, o ruhlar alemine olan özlemdir.
Kalbin hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak Allah’ı tanımanın/bilmenin anahtarıdır. Bedenimizdeki kalple manevi kalp arasında bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi mumla ışık örneği güzel anlatır. Işık mum değil ama onunla irtibatlıdır. Bedenin padişahı kalp olup, el, ayak, göz gibi diğer uzuvlar da manevi kalbin askerleridir. Kalbin sıfatı, Hak Teala’yı tanımak onun cemalini müşahede etmektir. Teklif onadır, hitap onadır, ikap da (azarlama, cezalandırma da) onadır. Dolayısıyla asıl saadet ve şekavet ( isyankarlık) kalbe bağlıdır. Yani asıl mutlu ya da mutsuz olan kalptir. İslami yaklaşıma göre günah işleyen kişi mutsuz kişidir. Allah’a itaat eden kişi saadet (said; Allah’a itaat etme hali) içindedir.
İnsan kalbi ruhu kadar komplike bir şekilde yaratılmıştır ki insan onu anladığı zaman Cenab-ı Hakkın sonsuz gücünü daha iyi idrak eder. Kimya-ı Saadet bu sebepten dolayı kitaptaki sıralamada önce insanı sonra Allah Teala’yı anlatır.
İnsan anlayışları, kültürlere göre farklılık arzeder. Mesela Hristiyanlıkta insan, asli olarak kötüdür. Çünkü günahkar olarak doğar ve bu dünya onun temizlenmesi için bir şanstır. Hinduizme göre insan, önceki hayatında yaptıklarının cezasını çekmek veya mükafatını görmek için bu dünyaya gelmiştir. Düzgün yaşamazsa bundan sonra hayata alt bir varlık olarak gelecektir. Freud’a göre, insan cinsel dürtülerin harekete geçirdiği bir varlıktır. Cinsel hayatında problem varsa sosyal hayatı da problemlidir. Materyalist biyolojiye göre insan, bildiğimiz diğer varlıklardan hiçbir farkı olmayan, kendini üstün gören, gururlu bir hayvandır. Halbuki bizim anlayışımızı oluşturan değerlere göre insan, bu dünyaya tertemiz gelir, dikkat etmezse kirlenir. Bu farklılıkların bilincinde olmak gerekir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala: “Ben insana kendi ruhumdan bir nefha üfledim.” buyuruyor. Demek ki ruhun aslı Cenab-ı Hakkın bir nefesine bir nefhasına dayanıyor. İnsan ruhu oradan buraya gurbete gelmiştir. Amacı ticaret tohumu ekmektir. Yani nefsini, malını, canını, Allah yolunda kullanmak/onları Allah Teala’ya satmak ve karşılığında Allah’ın rızasını ve cenneti satın almaktır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak; dünya bir tarladır, burada güzel ameller ekilir, meyveleri ahirette toplanır. Demek ki gurbete gelmiş olan ruh/manevi kalp, sonunda yine O’na dönecektir.
“inna lillah ve inna ileyhi raciun”.
Özeti yayına hazırlayan: Nurdan Subaşı
(alinti)