Rehberden Hikayeler - 1
Bizim rehberlik işi zor meslek vesselam. Bir otobüs dolusu insan. Her biri ayrı telden, her biri ayrı elden. Ayrı ayrı kimyalar, farklı farklı dünyalar. Onca insanı bir konu üzerinde odaklamak da ayrı bir maharet. Aslına bakarsan yaptığımız rehberlik de değil, bir nevi stand-up işi. Yani eğlence dünyasının gösteri sahnesi demek hiçte yanlış olmaz bence. Düşünsenize bir stand-up gösterisine bilet alsanız kim bilir kaç para. Bizim meslekte fiyata dahildir komedyenlik işleri. Bu sebeple herkesin de harcı değildir hani. Ne yalan söyleyeyim, başlangıçta benimde mayama uygun değildi ancak insanın yapmak zorunda olduğu işler huylarının ve yeteneklerinin de değişip gelişmesine vesile oluyormuş meğerse… bu durumu yüzlerce denek üzerinde onlarca bilim adamıyla araştırmaya gerek yok sanırım. Şöyle bir aynaya dönüp baksak neye dönüştüğümüzü, neden dönüştüğümüzü az çok biliriz…
Lafı fazla uzatmayayım. İşte bir gün yine o rehberli gezilerden birinin otobüsünde yol alıyorum… yediden yetmişe, hanımdan erkeğine karışık bir topluluk… herkes gayet kibar, herkes önce birbirini tartıyor önce, herkes rehberin ağzından çıkacak sözlere odaklanmış… ilk söz çok önemli… lafa yanlış yerden dalarsanız, bir anda toplulukta size dalar… fiziki manada değil canım, ruhani manada… yanlış başladın mı gayri toparlaması da o derece zor olur insanları… adettendir, önce kendimizi tanıtırız, sonra kaptanımızı, sonra da gezinin içeriğinden bahsederiz…. Tabi tüm bunlar çoğunlukla ikinci plandadır. Herkes buraya eğlenmeye gelmiş, nutuk çeken birini dinlemeye değil… eee işte rehber show başlasın dediğiniz aşamaya geldiğinizde, gayri mecbursunuz, siz artık bir rehber değil, sahnede spot ışıklar altında bir komedyensiniz… ya tebrikleri kabul edeceksiniz, ya da yumurta, domates ne varsa kafanıza yiyeceksiniz sahne sonunda…. Tabi ki yine fiziksel değil, ruhani olarak…
Giriş faslı sona ermişti, tüm grup yatsak mı uyusak mı, internette mi dolaşsak moduna süzülürken, rehberin sesi patlar mikrofondan…
Baylar, bayanlar, merdivenden kayanlar, kayıpta bayılanlar, limonla ayılanlar… şimdi diyceksiniz ki ne biçim laubali bir başlangıç. Öyle demeyin, ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemli. Mesela padişahın birisi, bir gece rüyasında tüm dişlerini döküldüğünü ve hepsini yediğini görmüş. Çağırmış rüya tabircisini, de bana ey tabirci nedir rüyamın anlamı. Padişahım, tüm sevdikleriniz sizden önce vefat edecek, ve bu durum sizi kederlere gark edecek demiş tabirci. Padişah bu duruma sinirlenmiş, ve atın zindana demiş bu adamı. Başka bir tabirci getirmişler. Ey tabirci nedir benim rüyamın manası diye sormuş padişah. Rüya tabircisi kibar bir ses tonuyla: Padişahım, ömrünüz uzun ve bereketli olacak, sizden önce kimseye nasip olmayan padişahlık süresi sadece size nasip olacak. Padişah bu tabirden memnun olarak, rüya tabircisini bir kese altın ve iltifatlarla taltif eder. Padişahın huzurundan çıkarken, vezirlerden biri dayanamayıp sorar. Sizde önce ki tabirciyle aşağı yukarı aynı şeyleri söylediniz, o zindana, siz iltifata gark oldunuz. Nedendir? Tabirci işte bu gerçeği hatırlatır vezire. Ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemlidir.
E bir rehber olarak bizimde ne dediğimiz değil nasıl söylediğimiz önemlidir. Bu sebeple yazıda yer alan giriş cümlesine, yani baylar bayanlar, merdivenden kayanlara pek takılmayın derim…
Evet, nerde kalmıştık, sözlerime devam ediyordum… sizlere başımdan geçen ilginç bir hikayeyi anlatmak isterim müsaadenizle. Aylardan Haziran, günlerden Cumartesi’ydi. Gayet net hatırlıyorum, çünkü beynimi şoklardan şoklara sürükleyen bir olay yaşamıştım. İşte tam orada, karşımda oturuyordu. Tatlımdan aldığım dilim tam da boğazımda takılıp kalmıştı. Çünkü o anda dünyanın en güzel kızına bakıyordum. Ne kadar da sıradan değil mi? Oysa benim için sıradan değil, çekilin aradan durumlarıydı. O bakıyor ben bakıyor, o bakıyor ben bakıyor, her bakışı kalbimi yakıyor derken, bir anda bakamaz oldum. Çekilin aradan da diyemedim. Önümde zebellak gibi, yani dev gibi bir adam. Ben 170cm boyunda (laf aramızda 168), adam 190cm. hayatımda 20 cm’nin bu kadar fark edeceğini düşünmemiştim daha önce.
Neye bakıyorsun, niye bakıyorsun, kaardeeş!? Bi kardeş diyişi vardı ki o anda hemen kardeş olasım geldi. Çünkü onun gibi bir adamla başka bir şey olmak istemezdiniz. Şeyy, o şey mutlaka söylenir. Size biraz düşünme payı verir. Tabi bende ne yalan uydursam da bu olaydan sıyrılsam diye o bir iki saniyelik şeyde saçma sapan bir yalan bulmuştum. Ben bakmıyorum, o bana bakıyor dedim. Ben de o bana neden bakıyor diye ona bakıyorum diye de ekledim. Adam hafifçe başını gövdesiyle beraber arka masaya çevirince, ay parçası bir anda yüzümü aydınlatıverdi. Ancak görünen o ki gelin olmadan güvey olmuştum. Sahibi olan ay parçasıyla ilgili boş heveslere kapılmıştım. Yanlış anlaşılma olmuş, özür dilerim… ben bile kendime inanamamıştım…. Saydırdıkça saydırıyordum. Ben kimim ki haddime mi, hem de sizin gibi civanmert, yahşi delikanlılar varken… bak bak bak… adamı pohpohluyordum… adam da kaşları çatık biraz da ciddi bir ifadeyle hiç sözümü kesmeden dinliyordu beni… kim bilir içinden gülüyordu belki de… kız arkadaşınız beni yanlış anladı, ben bakmıyordun, sizin gibi yakışıklı varken ben de kim oluyorum değil mi? Yok, gülmüyordu adam. Nasıl mı anladım? Şaplağı suratıma yiyince ve suratım zeminle tanışınca anladım. E şimdi nasıl oldu da masa da otururken bi şaplakla zemine çakıldın diye sormayın, o heyecanla adama doğru ayaklanmışım, sanırım adam da beni tehdit olarak algılamıştı. Gözlerimde mi, beynimin bilmem neresinde yıldızlar uçuşuyordu. Demek ki karikatürlerde çizilen o yıldızlar vardılar.
Kızcağız masasından fırlayıp doğruca bana doğru uçarak geldi veya tokadın etkisiyle ben öyle zannettim. İyisiniz ya! Bişiyiniz yok ya! Olmaz olur mu, beynim de yıldızlar uçuşuyor. Fakat gereksiz yere delikanlılık damarımız kabardı bi kere. Adama diklenmeye kalkmaz mıyım? Deli cesareti bende ki de. Ancak tüm sinirlerimi alan o ay parçası yok mu? Omuzuma hafifçe donuşuyla beni uzay üssüne bedavaya yolculuğa çıkarmıştı. Ancak yapıcak bişiy yoktu ki. Sahibi olana bakmak delikanlılığa da adamlığa da ters bir durumdu. Ben de öyle yaptım, tekrar bakamadım ay parçasının gözlerine, bakışlarımı onun içime işleyen bakışlarıyla buluşturamadım. Tam bişiy söylecekken, ben her zaman ki densiz zamanlamam ile lafa daldım böyle civanmert bir delikanlının yârine bakmak bize yaraşmaz hanfendi dedim, hanfendi bakın sanırım bir yanlış anlaşılma oldu, ben size siz beni birine benzettiniz diye bakarken, gözüm dalıp gitmiş…
Gülümsedi, sadece gülümsedi… ve suratıma bir bakış fırlatarak eli sol kolumun pazusunda bana öyle bir söz dedi ki… rüyada olmalıyım… birisi beni uyandırsın… ne biliim bi şaplak yetmedi, ikincisi, olmadı üçüncüsü… çünkü böyle şeyler ya rüyada ya da filmlerde olurdu. Kendime mi şaplak atsaydım. Yoo yeterince rezil oldum, iyice dibe vurmayayım. Gerçek miydi, şaka mıydı? Hah şimdi anladım kamera şakasıydı bu. Kamera, seni hınzır gizli kamera nerdesin bakiim.
Beni hatırlamadın mı diye sordu. Hatırlamak mı? Şu anda var olan bilgilerde uçtu beynimden… neyi diye sormuşum. Beni… Asiye ben. 10 sene önce şu isimli otelde şu tarihte şu departmanda, aynı ekipte çalışan Asiye… Böyle bir güzelliği mutlaka hatırlarım, bir yanlışlık olmasın diycektim ki aklım başıma geldi. Gerçekten de O idi. O ergen sünepe kız gitmiş, yerine ay parçası bir… bir ne!? Ne biliyim, bi isim yakıştıramadım ben bu güzelliğe… güzellik geçicidir, sen iç güzelliğe bak sözleri de şu anda en azından şimdilik beni telkin etmiyordu…
Çok değişmişin diyebildim. Boş ver bunları, abimin hareketi içinde senden ayrıca özür dilerim. Neee! Abi mi dedi O!? İkinci bir şok, hayır bende şaşırdım şokları bu üçüncü şok… evet eminim bu üçüncü şok… yani iyi tarafından bakarsan yavuklusu değildi. Abisiydi de ben şimdi niye senaryo yazdım ki hemen kafamdan… yani bi bana bakıyorum, bi ona, sonra da sonsuzluğa boşluğa dalıyorum…
Fakat henüz şoklar bitmemişti. Bir anda koluma girivermesin mi? Hadi biraz sohbet edelim demesiyle eş zamanlı olmuştu bu olay. BU arada sen evlenmedin de mi? diye de latife yapmıştı… neler oluyordu böyle… Eliyle abisine her şey yolunda mesajı verdiğinde ben kadının gerçek gücünü orada hissetmiştim. Bence rüyadaydık. Bu kadarı da fazlaydı. Yolda giderken önceki iş arkadaşlığımız dönemindeki komik olaylardan bahsediyordu. Benim utangaçlığımdan, kızlardan hep kaçmamdan, hatta nereden görmüşse, yere düşen kağıdı almak için eğilirken popomla masayı devirişimden gülerek bahsetmişti.
İşte o anda rüya olayını rafa kaldırdım. Bu gerçekti ve şu anda oluyordu. İçime, şüpheciliğimin zirvesine en uçarı vesveseler dadanmıştı. Böylesi güzel kız… tamam beni tanıyor ancak, böylesi güzel bir kızın benle ne işi olabilir. Hem de yanın da abisi dediği zebellak yani dev gibi bir adamla. Yoksa dedim, bunlar da o böbrek hırsızı organ mafyasının bir uzantısı mı? Dank! Zonk! Kafamın içinde dördüncü şok. Yok bu beşinci şok, dördüncüsü benim koluma girmesiyle oluşmuştu. Neyse işte. Bir anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. O ay parçası gitmiş, yanımda yürüyen muhteşem güzellikte bir robot yerleşivermişti. Tüm duygularım resetlenmiş, yeniden de başlatılamamıştı. Demek ki bu dünyada azap değişik değişikmiş. Yanında olan güzelliğin sana güzel duygular yaşatmak yerine seni hissiz duygusuz yapması böyle bir şeymiş demek ki…
Hadi şurada oturalım biraz. Ben aciz ve çaresiz. Ne denilirse yapmaya, şüpheleri mi giderecek manalar çıkarmaya çalışıyordum. Oturduğumuz yer, deniz kenarında hoş bir mekandı. Birer kahve söyledik, boğazımdan geçecekmiş gibi… bana tüm hayat hikayesini anlattı. Annesini kaybettiğinde nasıl bir boşluğa düştüğünü. O boşlukta nasıl yalan bir aşkın peşinden koştuğunu. Ardından babasını kaybedişinin hüzünlü hikayesini. Tüm şüphelerim yerini üzüntü ve şefkate terk etmişti. Evlenmedin demi sen? Tekrar sormuştu. Cevabı mı beklemeden devam etti… tahmin etmek çokta zor değil. Bu içine kapanıklılıkla bir bu kadar daha bekar kalır göçersin bu dünyadan. Doğru söylüyordu. Hayata hep geç kalanların hikayesine başlayıp Onu daha fazla üzmek istemedim. Sırıtıp geçtim konuya…
Evlenelim! Yook artık! Kaçıncı şok olduğunu artık takip edemiyorum. Çünkü senin birisine evlenme teklif etme cesaretin yok. Bunu senin yerine ben yapayım madem, derken kalbimin çarpıntısının etkisiyle yükselen kan basıncı suratımı kırmızıya çevirmişti.
Nasıl dedim, ne şekilde söyledim bilmiyorum ancak kendisine evet demişim. Tam evlilik hazırlıkları yapılırken ve evliliğe bir gün kala ayrıldığımızın haberi geldi bana. Bu da sonuncu şok olmuştu. Beni terk etmişti. Demek ki her şey bir oyundan ibaretti. Zaten Onun gibi güzel bir kız beni ne yapsındı.
Hikayeyi böyle acıklı bir şekilde sonlandırdım. Gruptan kimi yazık derken, kimi de zaten olacağı buydu diye mırıldanıyordu.
Gezeceğimiz yere varmıştık. Otobüsten birer birer iniyordu yolcular. Yavaş yavaş yürürken bir hanfendi arkadan koluma girerek, kibar gülümsemesiyle biraz muhabbet edelim mi diye sordu. Ben ise Asiye’ye olan şüpheciliğim anında ki gibi duygusuz ve hissiz bir şekilde yalancı bir gülümsemeyle neden olmasın deyivermişim.
Birlikte yürürken, Asiye’nin o kanlı görüntüsü gözlerimin önüne gelivermişti. Abisiyle gelinlik almaya giderken yolda trafik meselesi yüzünden takıştıkları o kişiler, çıkan arbede de abisine sıkılan kurşunun Asiye’ye isabet edişi ve dünyamı alt üst, beni hissizleştiren o haber.
Vedat, Vedat çok kötü bir şey oldu… dostum ne oldu!? Asiye vuruldu, Asiye vuruldu! Ameliyatta… sonrası yok zaten. Sonrası… sonrası sonsuzluğa, boşluğa dalıyorum…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.