- 173 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
İKİLEMDE KALMAK!
Tıp dünyası içinde olan, ayrı hastanelerde görev yapan bir karı kocaydık ve ikimizin de meşguliyeti ziyadesiyle fazlaydı.
Başkalarının ihtiyaçları peşinde koştururken kendimize zaman ayırmayı unutmuş, birbirimize ters düşen mesai saatleri yüzünden, aynı evde yaşayan iki yabancı gibi olmuştuk adeta.
Yıllar süren evliliğimiz ise son zamanlarda sadece saygı çerçevesinde ilerliyor olmuştu. Bu da yetmiyormuş gibi, ben Ziya’nın bazı davranışlarından gizemli hallerinden dolayı, hayatında bir başka kadın olma ihtimalinden de şüphelenmeye başlamıştım.
Bir kadın olarak, hissediyordum bunu, ama ona böyle bir şüphe taşıdığımdan hiç bahsetmedim. Oysa hala genç bir kadındım ve benim de ilgi, alakaya, sevilmeye, ruhumun okşanmasına ihtiyacım vardı ve bu ilgiyi bana gösteren insanlar da vardı.
Ancak evli bir kadın olarak, böyle ilişkiler içinde olmayı istemiyordum. Ayrılmayı iyice kafama koymuştum.
Evde olma zamanlarımızın çakıştığı bir gün, güzel bir sofra hazırlayıp, Ziya’nın sevdiği yemekleri de yardımcımıza hazırladıktan sonra, bu düşüncemi dile getirdim.
Çok şaşırmıştı. “Sen ne diyorsun Serap, dedi. Şaka ediyorsun herhalde”
Zaten içimde ona karşı bir sevgide kalmamıştı. Hiç de şaka etmiyordum ve gayet ciddiydim. Aramızda karı koca ilişkisinin hiç kalmadığını, iki arkadaş gibi aynı evde yaşamaktan sıkıldığımı, belki kendisinin de aynı durumda olup, bunu dile getirmekten çekinmiş olacağını, açıkça dile getirdim.
“Hayır, dedi. Ben hayatımdan, evliliğimizden hiç şikâyetçi değilim. Bunca sene sonra, ayrılıp da ne yapacaksın ki?”
Ne demekti bunca sene sonra ayrılıp ne yapacaksın demek? Hayatımı yeniden kurabilirdim. Belki yeniden bana unuttuğum heyecanları yaşayacak bir kimseye şans verebilirdim.
“O da bana kalsın Ziya, dedim. Birbirimize düşünmek için zaman verelim ve sonra oturup bir kere daha düşünelim durumu”
Hayatında biri varsa, fırsat yakalamış olur, hemen kabul eder sanmıştım. Oysa o üzülmüş görünüyordu. Yüz ifadesinden bunu anlamak zor değildi. Bu konuşmalar sonrası, odalarımızı da ayırmıştık. Bir arada olduğumuz zamanlar, yine herkes kendi halinde geçiriyordu zamanı.
***
Bir süre sonra dünyada Kovid salgını baş gösterdi ve kısa süre sonra da ülkemizde de görülmeye başlamış ve hızla tüm şehirlerimize yayılmıştı. Doktor olarak bizim hayatımız da olduğundan daha zor bir döneme girmişti.
Hem bu virüsü kapmamak için korumak, hem hastanelerimize getirilen hastaları iyileştirmek için koşturur olmuştuk.
Eve sadece birkaç saat dinlemek için geldiğimiz bir gün, banyoda iken, kendimden geçip düştüm ve kafamı bir yerlere çarptım.
Bayılmış mıydım, yoksa ölmek üzere miydim hiç bilmiyorum. Zira ben yerde yatarken, bir başka benin dışardan bana baktığını ve yardım etmeye çalıştığını görüyordum. Acı çekmiyordum… Eğer bu bir ölümse, hiç zor değilmiş gibi bir düşünce de geçiyordu zihnimden.
Ancak taş zemin üzerinde kalmıştım ve üşüdüğümü, bir şekilde kendimi yerden kaldırmaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Sonra yerde telefonumu gördüm. Demek ki düşmeden önce bir şekilde elimdeymiş. Ona erişip, Ziya’yı aradım. Telefonu sürekli meşgul gösteriyordu.
Bu kez yurt dışında yaşayan kızıma mesaj atarak, “Acele babanı ara” diye yazdım. Aklıma başka bir şey gelmemişti ve sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda yoğun bakım odasında yüzümün üzerine kapanmış oksijen tüpü hareketsiz yattığımı gördüm.
Onca dikkatime rağmen, Kovide yakalanmıştım ve ağır geçiriyordum. Hayatımın en zor günleriydi diyebilirim. Yalnız başımaydım, yanıma kimsenin girmesine izin verilmiyordu. Hemşireler bile çok kısa süreli içeri girip çıkıyorlardı.
Herkes virüsü kapma korkusu içindeydi.
Buz gibi bir odada, üzerimde incecik hastane giysisi ya donarak, ya beslenememek, ya da ilgisizlikten ölüp gidecektim.
Hemşirelerden biri yine odaya girdiği bir yoğun bakımdan çıkarılıp, normal odaya alınmak istediğimi söyledim.
Az sonra görevli doktorlardan biri malum kıyafetler içinde yanıma gelip hemşirenin kendilerine isteğimden söz ettiğini ancak, durumumun kritik olduğunu ve bunu henüz yapamayacaklarını söyledi.
Israrcı oldum. “Ben de bir doktorum biliyorsunuz, dedim, her şeyi göze alıyorum. Müsaade edin eşimi arayıp gelmesini isteyeyim.”
O zaman genç doktor, sorumluluk kabul etmediklerini ve imza vermem karşılığında beni normal odaya alabileceklerini söyleyip, çekmecede duran telefonumu çıkarıp verdi. Hemen Ziya’yı arayıp, normal lodaya alınacağımı yanıma gelerek, bana bakmasının mümkün olup olmayacağını sordum.
Yoğun bakımda iken yanıma kimsenin girmesine izin verilmiyordu, Ziya da o yüzden hastanede durmuyordu. Normal odaya geçince, buna izin vardı.
“Elbette, dedi. Ancak emin misin yoğun bakımdan çıkma isteğinden” diye sordu.
Kararlılığım üzerine, “Tamam o halde, sen imzanı ver Ben hemen kendimi ayarlayıp, üzerine giyecek bir şeyler de alıp, yanına geleceğim”
***
Normal odaya alınmak da kolay değildi. Hastane, hasta doluydu. Ancak ertesi gün bir oda ayarlandı ve yoğun bakımdan çıkarıldım.
Ziya bir an olsun yanımdan ayrılmadı. Hastane de kaldığımız sürece, benimle bir bebekmişim gibi ilgilendi, yemeğimi yedirdi, arada bir kolonya ile elimi yüzümü sildi ve hatta isteğim üzerine, odada bulunan banyo da beni yıkayıp, yatağıma yatırdı ki bu süreyle bir yarıştı.
Çünkü oksijensiz nefes alamıyordum. Tüpü çıkardıktan sonra nefessiz kalabilmem ancak bir iki dakika için mümkün olabilirdi. Adeta zamanla yarışarak bunu da başardık.
Velhasıl diyebilirim ki, Ziya’nın öz verili gayreti sayesinde ben yeniden hayata tutundum. O günler çoktan gerilerde kaldı. Benim evliliğimizi bitirme kararımda böylelikle askıda kaldı. Çünkü ona büyük bir minnet borcum vardı artık.
Bana böyle canla başla, bir of demeden bakmış bir adam vardı karşımda.
***
Kaldığımız yerden hayatımıza devam ediyoruz şimdilerde. Hala bilmiyorum, onun bir başkasıyla ilişkisi var mıydı yok muydu? Ancak bunun da muhasebesini yapmayacağım artık.
“Serap” dedim kendime… “Otur oturduğun yerde. Varsın aynı evi paylaşan iki arkadaş gibi sürsün bundan sonra yaşantınız. Ama biliyorsun ki, zor zamanlarında, bu adam ne olursa olsun, senin yanında. Öyleyse kendini boş yere maceralara atma.
***