- 728 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Buzlu Plato Rüyası
Aslında hiçbir şeye hazırlıklı değiliz. Her ne kadar eğitim alsak da olası bir afet ya da felâkette ne yapacağımızın nasıl davranacağımızın yüzde yüz garantisi yok. O anki durum ve şartların uygunluğu tahmin bile edilemez. Basitçe söylemek gerekirse, mutfakta elimizde tuttuğumuz, güvenli bir şekilde tuttuğumuzu sandığımız bir bardağın bile yere düşüp kırılma ihtimali her zaman yarı yarıya. Anlık bir düşünce ya da dalgınlığa bakıyor her şey.
Yaşamak, buzlu bir kaldırımda yürürken ansızın kayıp düşmek gibi kayganca bir duygu. Ancak hayat yürümeyi gerektiriyor ve bu yüzden brodderleri ayağınıza takmak zorundasınız.
~~~
Bulunduğu ülke son on yılın en sert kışını yaşıyordu. Dışarısı birkaç hafta önce buz pateni pistlerini aratmamıştı.
O sabah arabasını açık bir otoparka park etti ve henüz sönmemiş sokak lambalarının loş ışıkları eşliğinde, ayna gibi parıldayan eğimli alandan vapura doğru ilerlemeye başladı. Adımlarını hızlı ya da aceleyle değil yavaş atıyordu. Şartları göz önünde bulundurarak zamanı hesaplamış ve öyle çıkmıştı evden, telâşa gerek yoktu. Hem varacağı yolda hem de yürüyeceği kaldırımda da durum farklı değildi. Sabahın erken saatleri olduğundan henüz hiçbir alan tuzlanmamıştı, bu yüzden temkinli olması gerekiyordu. Tam bu haletiruhiye içindeyken daha neye uğradığını anlayamadan ayakları yerden kesiliverdi. O kadar sert bir şekilde sırtüstü düştü ki kafası yüz altmış sekiz santimetre yükseklikten doğrudan buza çarptı.
Yürürken etrafta kimsecikler yoktu. Sanki bir rüyadaymış gibi yattığı platoda lacivert bulutların arasında aniden karşısında bir yüz beliriverdi. Karakış ortasında ince şayaktan v yakalı beyaz gömleği, sorgulayıcı masmavi gözleri ve şefkât dolu sesiyle nefesini nefesine yaklaştırıp, “Nasıl düştüğünü gördüm, iyi misin?” diye kulağına fısıldadı... Cevap vermek üzere dudaklarını araladığında çenesini hareket ettiremediğini fark etti. Kıpırdamadan evvel zihnini toparlamasının, başını ve bedenini bir süre dinlemesinin iyi olacağına kanaat getirdi. Sırtüstü düştüğü pozisyonu bozmadan öylece yattı. O esnada vücudunun ısısıyla erimeye başlayan buz tabakasından yayılan suyun pantolonundan bacaklarına doğru sızdığını, kalçası da dahil olmak üzere belden aşağı her yerinin ıslandığını hissetti. Yerde daha fazla kalamazdı keza ıslanan bacakları havanın eksi dört derece olmasından ötürü üşümeye başlamıştı bile… Bedenini yattığı yerden yan pozisyona çevirerek yavaşça sola döndü. Çenesini tekrar kontrol etmeyi denedi değişen bir şey yoktu, oynatmakta zorlanıyordu. Bu arada sorgulu gözler hâlâ gözlerinin içine bakıyordu. Muhtemelen eliyle “kendim denemek istiyorum,” gibisinden bir “dur,” hareketi yapmıştı. Çünkü gördüğü, ona müdahale etmekten çekinmiş, lacivert bulutların arasında kayboluvermişti. Bir müddet sonra doğrularak ayağa kalkmayı başardı.
İki yüz metre uzağında bulunan feribota ulaştığında ilk yardımı oradaki bir görevliden aldı. Yaklaşık yarım saat sonra çenesini ağır ağır hareket ettirmeye, konuşmaya başlıyordu… Başının arka bölümünde bir ufak yumurta, sağ bileğinde irice bir misket büyüklüğündeki şişlik ve burkulmayla durumu atlatmıştı ama hakikâten ucuz atlatmıştı, çünkü çok pis düşmüştü! Feribotta, başında bir buz torbası, bileğinde bir başka buz torbası, üzerinde ıpıslak pantolonuyla otururken kendisine öyle kızdı, öyle kızdı ki…
Ayakkabılarının altında olması gereken brodderleri portmantoda asılı bırakmanın cezasını daha ağır ödeyebilirdi. Çivili bot giydiği halde buzun üzerine düşerek bacağını kıran, platin takıldıktan sonra bacağa boydan boya dikiş atılan ve sekiz ay boyunca yatağa bağlı bir şekilde iyileşmeyi bekleyen gencecik, güzel mi güzel Kosovalı arkadaşını hatırladığında, verilmiş sadakası olduğunu düşünerek şükretti.
Hoparlörden yapılan anonsta feribotun beş dakika içinde limana yanaşacağı, starya süresinde önceliğin araçsız yolculara, ardından araçlara verileceği duyuruldu.
Koyu gri deri döşeme koltuktan kalktı. Elindeki erimiş buz torbalarını birkaç adım ötedeki plastik çöpler için ayrılan bölmeye bırakıp güverteye çıktı. Izgara merdivenlerin başında eldivenlerini giyindi ve buza kesmiş çelik küpeşteyi kavrayarak ihtiyatlı bir şekilde basamakları indi. Son basamakta rüzgârla birlikte gelip giden bir müzik kulaklarını okşamaya başladı. Melodi o kadar rahatlatıcıydı ki başındaki şişlikten kaynaklanan ağrının hafiflediğini hissetti. Diğer yolcularla beraber seri bir şekilde hareket edip rampa köprüden kaldırıma geçti.
Yolcuların ardından hızla boşaltılan araçların çivili lastikleri, özellikle de tırların tekerleklerinde takılı kalın zincirler, asfaltın yer yer buzlanmış tabanına sürtünürken acı acı bağırıyor, müziğin huzur veren sesini bastırıyordu. Omuzundaki çantayı geriye atıp gürültüden korunmak için ellerini kulaklarına götürmek üzereydi ki tınıların kaldırımın sağ tarafında ayakta duran sıska, siyahî bir sokak çalgıcısının bançosundan çıktığını fark etti. Ani bir refleksle elleri ceplerine gitti. Gür ve kıvırcık saçları beresinden alnına sarkan genç müzisyen de onu fark etti hemen. Cebinden çıkardığı yirmi kron ile yerdeki boş termosun boş bardağını hedefledi; ancak para bardağın ağzını ıskalayarak kenarına çarptı ve epey uzağına yuvarlandı. Koyduğu yerde kalmayı kararlılıkla reddeden sarı metalin peşinden kararlı adımlarla yürüdü. Tam yakaladığını düşündüğü sırada yün eldiveninin parmak uçları gösterdiği çabaya ihanet edip buzlu zemine tutkal gibi yapışıverdi. O anda alnından süzülen soğuk ter şakaklarını ıslattı… Eldivenden kurtulup çıplak eliyle parayı tutar tutmaz omuzundaki çanta aniden kolunun üzerine devrilince, metal yirmilik eğimli buz zeminden aşağıya doğru hızla yuvarlanarak sol çaprazında kalan köşegen mazgalın kar temas etmemiş bir karışıklık aralığından içeriye düşüp gözden kayboldu…
Birkaç metre öteden sendeleyerek müzisyene döndü ve sorgulayıcı yeşil gözlerle, “Gördün mü?” demek üzere dudaklarını araladı. Çenesini hareket ettirebildiğinden emindi, ancak yukarıdan gelen bağırgan sesler dikkatini dağıtınca, bir şey söyleyemeden ani bir refleksle başını gökyüzüne çevirdi. Müzisyen, onun havada asılı kalan sorusuna, “Nasıl düştüğünü gördüm, iyi misin?” diye karşılık verirken bir çocuk, elindeki yarım sandviçi tahta bir bankın üzerini kaplayan kabarık kar yorganının ortasına fırlattı! Jambonlu sandviçi takiben iki martı, sabah yemeğinin peşi sıra çığlık çığlığa denizden karaya havalandı... Kanat sesleri alto, çığlıkları öyle tiz, öyle sopranoydu ki müzisyenin ne söylediğini bile işitemedi.
/ yüRekTen
Tønsberg, 1 Şubat
İZLER 72. Sayı
Ph. r.t.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.