- 120 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UZAY POLİSLERİ
Uzay uçsuz bucaksız yıldız ve gezegenlerden oluşan gri ve siyahın göz alabildiği muhteşem bir sistemdi. İnsan ve diğer canlıların yaşaması için özel cam fanuslardan oluşan şehirlerde makine yardımı ile üretilen su ve oksijen üretimiyle özel yaşam alanları oluşturulmuştu. Milyonlarca galaksinin içinde eski dünya benzeri yaşanılacak yerler keşfedilene kadar bu alanlarda yaşamaya mecburduk.
Eski dünya atalarımızın yaşadığı çiçeklerin açtığı, kuşların öttüğü mavi gezegen. Her çeşit meyve ve gıdanın yetiştiği o güzellikler diyarı. Ata insanlar o zamanlarda dünyayı kötü kullandıkları için her yer plastik, petrol, zehirli kimyasal atıklar ve sülfür, atam zerreleri ile kirletildiğinden yaşam bitmek üzereyken Sağlıklı üç aile ve beraberinde getire bildiği hayvanlar ve bitkilerle uzaya gönderilmiş. Bu aileler daha önce uzaya gelen astronotların inşa ettiği yaşam üstlerine yerleşmiş ve şehirlerini inşa etmeye başlamışlar. Dünyada büyük bir atom felaketi yaşanmış ve insanlık yok olmuş. Büyük tufanda hiçbir canlı hayatta kalmamış. Dünyanın etrafı gri toz bulutları ile kaplı bu bulutlar hala zehirli kimyasallar barındırıyor. Dünyalı atalarım kendilerine verilmiş cenneti kişisel çıkar ve egoları yüzünden yok etmişlerdi. Sonrasında bizler uzayda yaşamaya mahkûm edilmiştik. Atalarımız gibi dalından meyve koparıp yiyemiyorduk. Minyatür meyve ve sebzeler müzelerde sergileniyordu. Bu müzelere sık sık gider uzun uzun izlerdim. Tablet yiyecekler ve damardan aldığımız besinler sayesinde yemek yemiş oluyorduk. Dünya üzerindeki o toz bulutları kalksa da eski atalarımızın güzel günlerine geri dönsek diye düşünüyordum. Yeni yaşam alanımızda fosil yakıt, karbondioksit üretecek yanıcı hiçbir madde yoktu olsa da yasaktı, oksijen üretimi için kullandığımız yeşil bitkilerin dinlenirken çıkardıkları karbondioksiti saymazsak tabi. Güneş sisteminden aldığımız ısı be ışığı elektriğe dönüştürüyorduk buda sonsuz bir enerji üretimiydi. Ulaşımımız jetdronlarla yapıyorduk. Saçma sapan ilkel bir isim işte 2879 yılında yaşıyorduk ve hava araçlarına hala jetdron ismini kullanıyorduk. Galaksiler arası ultra ışınlanma terminallerinde ki kaçak ışınlanmaları saymazsak sıradan monoton gün geçiriyorduk. Teknolojide çok ileri düzeydeydik. Zamanlar arası yolculuk yapa biliyorduk, dünya zamanına yolculuk yasaktı ve bu yolculuğu üst düzey uzay polis müdürleri yapabiliyordu. Haa burada kendimi tanıtmayı unuttum ben uzay polisi Selim Can. Galaksiler arası asayiş timinin başkomiseriyim. Haymanayum şehrinin en gözde polislerindenim. Jetdron ekibinin yöneticisiyim. Lazer tabancalarım belimde, beyin okuyucu detektörler kafa kaskımda her daim açık vaziyettedir, bir nevi alışkanlık olmuştu. Polis okulunda lazer atış birincisiydim. Lazer tabancası tek tetik basınca 5 cm kalınlığında saf çeliği ısı gücüyle delip geçiyordu. Üniformalarımız özel kumaştan yapılmış, üzerinde jetdron amblemleri vardı, Kask camlarımız lazer geçirmez ve ses komutuyla göstergeli monitörlere dönüşebiliyordu. Şehir dışındayken bu kasklar içinde oksijen veriliyor rahat nefes ala biliyorduk. Jetdronların pervane yanlarında ışık füzeleri vardı, olası istilacılara karşı en güçlü silahımızdı bunlar. İstilacı demişken eski dünyadan kaçak yolla gelen bir asi grubun soyundan gelen yağmacılara istilacı diyorduk. Eski dünyadan gelirken bazı kalıtsal hastalıkları da beraberinde getirdikleri için, galaksinin en ücra ve uzak yerinde yaşam hakkı sunulmuştu.
Kask monitörüne ihbar gelmişti, ışınlanma istasyonunda kaçak alarmı verilmişti kaskım koordinatları hesapladı, en ünde ben arkamda uzay polis amirliği personelleri ile olay yerine doğru hareket etmiştik. Yapay atmosfere girdiğimizde kasklarımız otomatik olarak açıldı. Yüzümüze çarpan hafif rüzgâr ile polislik mesleğinin muhteşem oluşunu yaşıyordum. Galaksinin en hızlı jetdronları bizdeydi ve ben hız tutkunuydum. Hava araçlarının arasından sağlı sollu manevralar yaparak ışınlanma istasyonuna gelmiştik. Devasa büyük bir istasyondu karma karışık sistemiyle havada asılı duruyordu. İstasyonun etrafı dron park yerleri ve dran büslerin park alanlarından oluşuyordu. Hızlı bir manevra ile istasyonun açılan dron girişlerinden giriş yaptık. Aşağıda kalabalık bir insan topluluğu vardı. Gelenler gidenler yiyecek tabletleri satıcıları, dijital kitap satıcıları epeyce kalabalıktı. Bu kadar kalabalığın içinden asiyi bulmak zor olacaktı. Arkamdan gelen Gamze’yi Taksi dronların yanına, Hakan’ı da dronbüslerin yanına gönderdim. Asi gibi düşünüp nerelerden kaça bileceğini hesap etmeliydim. İki uzay polisini de ışınlanma kabinlerini kontrol etsin diye gönderdim. Yerdeki insanları bizi izliyorlardı. Yüz tanıma sistemleri açık insanların kimliklerini tespit ediyordu. Herkesin uzay vatandaşlığı çipleri takılıydı. Yürüyen tüp geçittin başında yerde oturan dilenci dikkatimi çekmişti. Vatandaşlık çipini alıcılar algılamamıştı, yanına bir polis gönderdim. Bizi fark eden dilenci oturduğu yerden kalkarak tüp geçitte doğru koşmaya başladı. Aradığımız kaçak asiyi bulmuştuk. Jed dronum ile bir manevra yapıp tüp geçitte girdim. Kıs kıvrak kaçan asinin üzerine atlayıp bir müddet yerde birlikte yuvarlandıktan sonra onu yakalamayı başarmıştım. Koluna elektronik kelepçeyi taktım ve ayağa kaldırdım. Yüzünde siyah eski bir oksijen temizleyici eski kumaştan bir maske ve başında kapüşon vardı. Orta boylu zayıf biriydi başındaki kapüşonu ve maskeyi elimle açtım. Yakaladığım asiye baka kaldım. Arkamdan Gamze’nin sesini duyunca kendime gelebilmiştim
“Selim Başkomiser, bir şey mi oldu?” dedi.
Gamze’ye bakıp “hayır” diye bilmiştim. “Alın bu asiyi mobil karakola götürün sorgulayıp geldiği yere geri de port edelim” deyip asiyi bizimkilere teslim ettim. Bu yakaladığımız yeşil gözleri olan beyaz yüzlü çok güzel bir kızdı. Hayatım boyunca böyle güzellikte bir insan görmemiştim. Gözlerine bakınca bütün dengem bozuldu ve onu izlemekten hareketsiz kalmıştım. Biz ışınlanma istasyonundan ayrılırken otonom yapay zekâ uzay polisleri olaya müdahale için intikal etmişlerdi. Her ne hikmetse olay bitince yapay zekâ polisler geliyordu. İnsan zekâsıyla yapay zekâ sürekli yarış halindeydi, onların unuttukları şey o yapay zekâyı da insan üretmişti. Bu robotları hiç sevememiştim, aramızdaki fark merhamet ve vicdandı. Bu robotlar görünüş olarak insanın bire bir kopyasıydı, ağır işlerde çalışanlar ise klasik usul robotlardı. Arada araştırma ve veri toplamaları için eski dünyaya gönderiliyorlardı, birçok değerli maden ve elementleri Haymanayum şehrine getiriyorlardı. Uzay polisi olmak çok havalı ve hareketli bir meslekti. Üzerimizdeki üniformalar çok havalıydı bu üniformalar içinde kendimizi çok güvende ve güçlü hissediyorduk. Bir görevi tamamlamanın mutluluğunu yaşarken asi kızın gözleri aklımdan çıkmıyordu, muhteşem güzel bir gözlerdi. İnsanları gözleri renkliydi kahverengi, yeşil, mavi, ele ve siyah ama gözyaşları aynı renkti. Ağıtlar hangi dilde hangi galakside olursa olsun gözyaşları aynı renkteydi. Kendi kendime karar vermiştim sebebi ne olursa olsun bir insanı, bir canlıyı üzüp ağlatmayacaktım. Biz atalarımızın işlediği kötü hatalar yüzünden dünyamızdan uzaklarda yaşamaya çalışıyorduk. Sokaklara çöp atmasalardı, suları kirletmeselerdi, hayvanları öldürmeselerdi, savaşlar çıkarıp atom bombaları kullanmasalardı bizde mutlu bir şekilde dünyada yaşayacaktık. Yeni galaksimizde artık hayatımıza çok dikkat ediyorduk, dünyada yaptığımız hataları burada yapmıyorduk ama hiç bir şey eskisi gibide olmayacaktı. Dünya o kadar çok kirlenmişti ki temizlenmesi imkansız gibiydi. Haymanayumda somurtmak yasaktı, günaydın hayırlı sabahlar dememenin para cezası vardı. Anne ve babaya karşı gelen çocuklar aile mahkemeleri hemen çocuk kamlarına iki haftalığına gönderip ceza veriyordu. Burada büyüklere saygı küçüklere saygı çok önemli anayasa kuralıydı...
Aydın Benli
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.