- 181 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÖYLERE ELEKTRİK GELİYOR
Behice hanımın tembih ettiği şekilde, okula daha erken gelip, okul kütüphanesinde derslerimi çalışmaya başladım. Bu durum bana çok iyi geldi. İlk defa sessiz, nezih bir ortamda ders çalışma imkânı buluyordum. Bu arada, Çankırılı Satılmış amca vardı hani ; sırtında çuvalla köyleri dolaşıp eski kap-kacak toplayan adam. İşte ona, kahvede, okuma yazma öğretmeye başladım. Babam, bana zararı olur endişesiyle karşı çıkıyordu ama yine de engel olmuyordu. Satılmış amca bana, arada 25 kuruş harçlık veriyordu. Bir akşam , yine kahvede ders çalışıyordum. Aynı masada, oyun oynayan, köyün yeni öğretmenlerinden Cafer beyden, bir matematik sorusu hakkında yardım istedim. Uzun süre düşündü ama çözemedi. Ben, kendimi biraz daha zorlayınca, soruyu kendim çözdüm. Cafer öğretmen biraz mahcup oldu. İlhan öğretmen o sene Pendik’te görev yapmaya başlamış ve evlenmişti. Cafer bey, onun yerine gelmişti.
1967 yılı başlarında, kahvemizle, Remzi beyin kahvesinin arasında kocaman ağaç direkler görülmeye başlandı. Karslı işçiler, ağaç direklerin alt taraflarına sarı ilâçlar sürüyorlardı. Bunlar elektrik direği olacakmış, köylere elektrik gelecekmiş. O ilâçlar da, direklerin toprağa gömülecek kısımlarının çürümelerini önlemek içinmiş. Çalışmalar hızlandı, direkler dikilmeye başlandı. O kadar hızlandı ki ; bu sarı ilâçlar, direkler dikildikten sonra toprağa yakın yerlerine sürülmeye başlandı. Yani, topraktaki kısımlarının ilâçlandığı görüntüsü vermek için, hile yapılıyordu basbayağı. Daha o yaşlarda, ülkemin böyle bir hileyle karşılaştığını görmek ne kadar acıydı.
Elektriklerin yakında geleceği haberleri yayılınca, köylüler de evlerine, iş yerlerine tesisatlar döşetmeye başladılar. Bizim kahvenin sahibi İbrahim ağa ’’ Bana ne, kendiniz döşetin tesisatı ’’ diyordu. Oysa, kiracının elektrik tesisatı döşettiği nerede görülmüş ? Remzi beyin kahvede de kiracı vardı ama o hiç tereddüt bile etmeden, çoktan döşetmişti. Remzi bey, Köyler Elektrik Birliği Başkanı oldu.
Sonunda Dolayoba, Yayalar, Şeyhli ve Kurtköy’e elektrik geldi. Yukarı köylere daha sonra geleceği söyleniyordu. İlk gece, sarı sokak lâmbaları altında, köyün gençleri ve çocukları dolaşıp durduk. Köylerde bayram havası estirmişti elektrikler. Durumu iyi olanlar evlerine buz dolabı almaya bile başladılar. Bulaşık makinesi zaten yoktu, çamaşır makinesi de galiba oldukça sonraları alınmaya başlandı. Remzi beyin kahvesindeki ışıltıyı uzaktan görünce dayanamadım ve gidip kahveye oturdum. Uzun uzun seyrettim tavana asılı floresan lâmbaları. Ne de güzel parlıyorlar, etrafı ne kadar çok aydınlatıyorlardı.
Uzun süren inatlaşmalar, pazarlıklar sonucunda, kiraya oldukça yüksek bir zam yapılması şartıyla ; İbrahim ağa da bizim kahveye elektrik tesisatı döşetti ve biz de elektriğe kavuştuk. Tavanda dört adet floresan lâmba, her iki kapının dışına da birer tane karpuz lâmba konuldu.
Galiba biraz da aceleye getirildiği için olacak ; sık sık rüzgârdan direkler yıkılıyor, teller kopuyor, elektrikler kesiliyordu. Eskiye, lüks ve lâmba ışıklarına dönmek ne kadar kötü oluyordu. Bazen de her köyde ayrı bulunan trafolar patlıyor, onların değişme süresi bir ay kadar sürüyordu.
Oldukça başarılı olduğum bu ilk yılda, ilk dönem karnemde hiç zayıf olmadığı halde, ikinci dönem Tarih dersim zayıf geldi. Sanırım, diğer derslere daha fazla önem verip Tarihi ihmal etmiş olacağım. Bu yüzden, tek dersten, kurul kararı ile geçmiş oldum. Sanırım gururlanmam değil de üzülmem gereken asıl konu ; o yıl köylerden birlikte orta okula geldiğimiz öğrencilerden, benden başka sınıfını geçen olmamıştı.
Elektriklerin gelmesi, köylerde yeni bir dönemin daha başlamasına yol açtı. İki tane birden seyyar sinemacı, köylere daha sık uğramaya başladı. Bunlardan biri Şeyhli muhtarı Vahdettin amca ve ortağı Özcan ( Aksu ) öğretmen, diğeri de Yakacık’lı Turan ağabey. Öğretmenle muhtarın makinesi, imâl edildikleri ülkenin adından olacak, Rus malı Ukrayna diye biliniyordu. Turan ağabeyinki ise, Alman malı Tetra.
Ben, Pendik’teki Konak kuru yemişçiden kilo ile aldığım kabak çekirdeği, leblebi gibi kuru yemişleri, naylon poşetlerde paketleyip sinemacıların yanında satmaya başladım. Sinemacılar benden para almıyorlardı. Dolayoba, Yayalar, Şeyhli ve Kurtköy’deki her sinema günü ben olmaya başladım. Muhtar, Dolayoba ve Yayalar köyden, Şeyhliye kadar beni de getiriyordu. Mavi renkli Tempo minibüsleri vardı. Büyük oğlu Burhan ağabey kullanıyordu minibüsü. Küçük oğlu Orhan da arkadaşım oldu. Bazen onlarla Aydınlı’ya kadar bile gidiyordum. En çok Şeyhli’den Kurtköy’e yürürken zorlanıyordum. Aslında uzak değildi ama, iki köy arasında ışıklar yanmazdı o zaman. Arada sadece, Bolulular mahallesi vardı ve oradan gelen bir köpek sesi duyduğumda, oturup ses kesilinceye kadar beklerdim. Bazen de geçen arabalar durup beni alırdı. Öyle geceler, kendimi şanslı bulurdum.
İkinci sınıfta dökülmeye başladım. Akşamları sinemalarda olmam, gelince ders çalışacak zamanımın kalması, yorgun düşmem, beni zorlamaya başlamıştı. Mecburdum çalışmaya. Kahvemizin kirası çok yükselmişti. Kahvesinde buz dolabı olmayan da sadece biz kalmıştık. Kiramızı karşılamakta bile zorlanıyorduk. O kış sık sık devrilen direkler ve patlayan trafolar yüzünden elektriklerin kesildiği günler oldukça fazla olmuştu. Bu da benim gelirimin azalmasına sebep oluyordu. Sonunda, iki dersten sınıfta kaldım. Babamın çok ağrına gitti. Ben de kendimi çok kötü hissetmeye başladım. Artık bütün hayallerim yıkılmış, sefaletten kurtuluş ümidim bitmiş gibiydi. Öğretmenlerimin yüzüne nasıl bakacaktım ? İlhan öğretmenime bile gidemez oldum utancımdan. Bir defasında babam, kahvede pişirdiği böreklerden bir paket yapıp, İlhan öğretmenime göndermek istedi. Evine kadar gelip, utancımdan kapıyı çalamadım ve bahçesine bıraktım börek paketini. Görünen o ki ; artık okula devam etmeyecektim.
O yaz, sinemacılara daha fazla yardım etmeye başladım : Köy içlerinde afişlerini gezdirip reklâm yapmaya, direklere tırmanıp perdelerini asmaya, makinelerini kurmaya, plâk çalmaya başladım. Kısa zamanda sinema makinesi kullanmayı da öğrendim. Muhtar bana harçlık vermeye bile başladı.
Ablamı evlâtlık verdiğimiz Sabiha hanımın kızı Ümit hanım, babamı, beni tekrar okula göndermesi için ikna etti ’’ Bir defa sınıfta kalmakla bir şey olmaz. hepimiz geçtik o yollardan ’’ diyordu. Çok sevindim ve yeniden umutla başladım okula. Bu defa Tarih dersini kafaya takmış olacağım herhalde ; ilk sözlüye kalktığımda, sınıfta bomba patlatmış gibi oldum. Birden göze girmeye, eski popüler günlerime dönmeye başladım. Teşekkür alarak üçüncü sınıfa geçtim ve babamın yeniden gözüne girmeye başladım.
Geleceğe dair umudum, hayallerim yeniden yeşerdi, sefaletten kurtuluş destanım, yeniden şahlandı.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.