- 200 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PENDİK LİSESİ , BEN GELDİM
İlhan öğretmenimin olduğu o yıl, yani ilk okul beşinci sınıf, o güne kadarki öğrenim hayatımın en başarılı, gerçek hayatımın da ilk en güzel yılı oldu diyebilirim. Hem içimdeki okuma aşkı, hem de yaşama sevincim doruk noktasına ulaşmıştı. O günlerime kahretmekten, hayattan, gelecekten umudumu kesmekten vazgeçmiştim. Umudum vardı şimdi, öğretmenimin içimde yeşerttiği. Çok çalışacaktım, mutlaka okuyacaktım ve içimde bulunduğum sefaletten kesin olarak kurtulup, iyi bir hayat yaşayacaktım. Buna tamamen inanmıştım.
Aşk, sevgi, sevda galiba hepimizin hamurunda var. Daha o günlerde, bütün çocuklar kendilerine birer sevgili seçmeye başlamışlardı. Tabii bu günkü gibi değildi o zamanların aşkları, hele ki çocuklarınki. Herkes kendine seçtiği kız -erkek için ; ’’ Ben ona bakıyorum, benimki o ’’ gibi sözler söyleyebiliyordu ancak. Karşı tarafın bundan çoğu zaman haberi bile olmazdı, ya da karşılıksız kalırdı. Ben de geri kalmadım ve kendime, kimsenin gözüne takıldığına tanık olmadığım, alt sınıftan bir kızcağızı seçtim. ’’ ben de ona bakıyorum ’’ dedim ama sadece kendi kendime. Ne bir arkadaşıma anlatabildim ne de o kıza belli etmeye çalıştım. Sadece şunu söyleyebilirim ki ; ’’ alçak dallara konmamak ’’ bizde galiba aile geleneği. Hatırlarsınız ; babam da yanaşması olduğu ağanın kızına vurulmuştu.
Mezuniyetimize günler kala, 23 Nisan Bayramında 4. ve 5. sınıflar efe kıyafetleri giydik. Ben de çok sevdim efeliği. Bayram töreninde ’’ ATA’NIN GENÇLİĞE HİTABESİ ’’ ’ni okudum ezbere. Yeni yapılan futbol sahasındaki kutlamalarda, çuval yarışları, yumurta yarışları yaptık. Ben, çuval yarışında birinci oldum.
Mezun olup diplomamı aldığımda İlhan öğretmenim, mutlaka orta okula devam etmemi, adresini tarif ettiği
, Pendik’te oturduğu evine , mutlaka kendisini ziyarete gitmemi tembih etti bana. Söz verdim, hem onu ziyarete gideceğime, hem de mutlaka okuyacağıma.
Bu gün olduğu gibi o yıllarda da, ilk okuldan mezun olan çocuklar, camilere Din ve Kur’an eğitimine giderlerdi. Ben de heves ettim ve babam hiç itiraz etmeyip gönderdi. Babam, abdestinde- namazında değildi ama asla din karşıtı biri de değildi. ’’ Temizliğim yetersiz ’’ derdi. Şansıma, Kurtköy’ün cami hocası çok iyi biriydi. Aslen Kandıra’lı, Kur’an kursu mezunu, ilk olarak Kurtköy’de göreve başlamış, ( emekli oluncaya kadar aynı yerde görev yapmış ve Kurtköy’e yerleşmiş ) genç, düzgün biriydi. Kısa zamanda namaz surelerini, namaz kılmayı ve hatta Kur’an okumayı öğrendim. Üstelik çabucak , daha o günlerden ezberlemeye bile çalıştım. Beş vakit namaz için çoğu zaman camiye devam ettim, gidemediğimde de kahvenin köşelerindeki tahta peykelerin üzerine serdiğim pöstekeyi seccade yapıp namaz kıldım. Din öğretisi sayesinde, daha iyi temizlenmeyi, daha ahlâklı olmayı öğrendim. Kahvede küfürlü konuşanlara daha çok kızdım. El şakası yapanlardan nefret ettim. Kurtköy’de , o günlerden adım ’’ Küfür etmeyen çocuk ’’ oluvermişti.
Sabırsızlıkla beklediğim Eylül ayı gelip çattı. Eylül başlarında kayıtlar yapılır, ay ortalarında okullar açılırdı. Arkadaşım Serdar Aydoğan’ı, babası Nuri amca ile kayıt yaptırmaya gittiklerini öğrenince peşlerine takıldım. Pendik Lisesi Orta kısım için kayıt evrağı aldıkları idareden bir tane de ben alıp, kendim doldurdum. Nuri amca ile birlikte ben de evrağımı yetkili memura uzattım.
- Onun da velisi siz mi olacaksınız ? diye sordular Nuri amcaya.
- Hayır, hayır ! deyip ısrarla, paniğe kapılmış gibi cevap verdi Nuri amca. Neden böyle yaptı, velim olmaktan neden bu kadar kaçındı ; anlayamadım. Üstelik, o zamanlar kayıt ücreti, zorunlu bağış gibi uygulamalar da yoktu ki.
- Bu evrağı babana imzalatacaksın , deyip elime tutuşturdular. Ben hemen bir köşeye çekilip, evrağa babamın imzasını atıp tekrar uzattım. Bunu gülerek karşıladı memure hanım.
- Böyle olmaz ; babanın kendisi imzalayacak ! deyip tekrar iade edince bu defa ;
- Babama zaten ben öğrettim, vallahi bak ! deyiverdim. Artan gülüşmeler sonunda, evrağı alıp oradan uzaklaşmadan önce aklıma gelen başka çareyi sordum :
- İlhan öğretmenim imzalasa olur mu ? İlhan Türker. Tanıyorlarmış zaten.
- Olur olur, imzalat da gel, dediklerinde sevinçle, koşarak ayrıldım oradan.
Pendik’in içinde oturuyordu öğretmenim. Tarif ettiği şekilde, o zamanlar bu kadar kalabalık olmayan Pendik’te kolayca buldum öğretmenimin evini. Anlattığımda, adeta benim kadar heyecanlanıp, kolumdan tutarak okula kadar geldi. Tanıştı, konuştu kayıt yerindeki memur ve öğretmenlerle. Evrağımı imzalayıp, kaydımı yaptırdı, kitap listemi not etti. Sonra da kolumdan tutarak, kırtasiyeye kadar gittik birlikte. Kitap, defter, kalem ; ne lâzımsa hepsini alıp, tekrar tekrar her ihtiyacında kendisine gelmemi, ama mutlaka okumamı tembih ederek köyüme gönderdi beni.
Abartmıyorum, az bile anlatabiliyorum. Şimdi, zihnimde daha net düşünüp hayâl edebiliyorum ki ; İlhan öğretmenim benim için çok şey yaptı ve eğer imkânı olsa çok daha fazlasını şüphesiz yapardı. Buna yürekten inanıyorum.
Neşeyle döndüm köye. Okullar açılmadan kitaplarımı kurcalayıp bir şeyler öğrenmeye bile başladım. Okulların açılacağı günü heyecanla beklemeye başladım.
Nihayet o gün geldi çattı. Babam cebime 3 lira harçlık koyup gönderdi beni. İstasyon caddesinin sol tarafındaki, Şeyhli köyünden gitme Hüseyin ağabeyin Kanaat Lokantası’nda yemek yiyip öyle gidecektim her gün okula. 150 kuruş yemek, 50 krş- 50 krş - yol parası, 50 kuruş da harçlık. Minibüsler , ayakta gitmek şartıyla, bizden 50 kuruş alıyorlardı. Tam ücret 1 liraydı. Dolayoba, Yayalar, Şeyhli, Kurtköy, Kurna, Kurtdoğmuş köylerinden 11-12 kişi kadardık. Hemen hepimiz erkek, bir tek Yayalar köyden Mine adlı bir kız vardı ama sanırım o da ilk yıl yoktu. Kurtköy’den, Orhan Arslan, Serdar Aydoğan, Şeyhli’den Erhan, Yusuf, Sinan, Yayalar’dan Abdülkadir, Kamil Gürsoy, Dolayoba’dan Cemal ; aklıma şu anda gelebilen isimler.
Liseler sabahçı, Orta okullar öğlenci olacaktı. Biz , öğleden sonra 13’te girecektik. Liseliler dağılınca, okulun ön bahçesinde toplandık. Müdür yardımcımızın talimatıyla, üst sınıflar sınıflarına yerleştikten sonra ilk sınıf öğrencileri isim isim okunup, sınıfları söylendi. Benim numaram ; 2153, sınıfım 1-İ oldu. En alt katta, kalorifer odasına yakındı. Sevinçle koşup, buldum, oturdum. Sonra gelen sınıf öğretmenimiz, Behice Yalkın hanım, boy sırasına göre bizi oturtunca, ben sınıfın diğer en kısa boylu öğrencisi olan Ali Doğak ile en ön sıraya yerleştim.
Sınıf öğretmenimiz Behice hanım, aynı zamanda Tabiat Bilgisi hocamızdı. Okul müdürümüz Ahmet Erişen , Din Kültürü ve Ahlâk bilgisi derslerine girecekti. Matematik ; Ali Rıza Algan, İngilizce ; Esin Hanım, Türkçe ; Nurdan Erbay, Fen Bilgisi ; Fatma Tuncay, Tarih, Nazmiye Togan , Coğrafya ; Cahide Hanım, Resim ; Fevziye hanım, Beden ; Şinasi bey ( kızlarınki Sabahat hanım ) Ticaret ; Mustafa Kemal Tokuç,aklıma gelen hocalarımızdı.
Sınıfımız oldukça kalabalıktı. Bir kaç öğrenci de iki yıllıktı. Bunlardan biri olan Gülten Ün abla ( Gül Erda adıyla oyuncu ) sınıf başkanımız oldu. Hemen hepsi Pendik okullarından mezun bu kadar kişi içinde, belki de köy okulundan mezun tek öğrenci bendim. Korkmaya başladım başarısız olmaktan. İşimin hiç de kolay olmayacağından emindim. Tek farkım vardı onlardan : sanırım benim gibi, okumaktan başka hiç bir çaresi olmayan fazla öğrenci yoktu aralarında.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.