- 204 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ABLAM BÖYLE HARCANDI
Hasat sonu zamana, harman sonu denirdi daha çok. Borçlar o zaman ödenir, düğünler, nişanlar o zaman yapılırdı. Pendik’e bağlı köylerde olduğu gibi, Gebze’nin köylerinde de, yakın köylerde düğünler, nişanlar aynı haftalara tutulmamaya dikkat edilirdi. Mevlitlerde bile uyulmaya çalışılırdı bu geleneğe. Bir tek cenazelere çözüm olamazdı elbet. Her türlü şenliklerde, şenliğin olduğu yerde toplanırdı tüm civar köylerin insanları. Herkes birbirini tanırdı.
Yine harman sonu günlerinde, Mollafenari’deki Muhittin amcamdan babama bir haber geldi : Sünnet düğünü varmış ertesi gün orada. ’’ Fikret’i de getirsin ; sünnet ettirelim ’’demiş amcam. Babamın aklına yatmış olacak ki ; ertesi gün erkenden Pendik pazarına gittik birlikte. Aynı gün sünnet vardı, oysa benim sünnet kıyafetim yoktu. Sokak sokak, sergi sergi dolaştık babamla ; sünnet kıyafeti satan bir sergiye rastlamadık. Öfkelenmeye başladı, sabrı iyice taşan babam. ’’ İnsan son gün mü haber verir ? ’’ diye söylenmeye başladı amcama.
Pazarcının biri, elindeki mavi kız elbisesini göstererek, onun bu işi göreceğine babamı ikna etti. Bana orada giydirip gösterince, ikna oluvermişti babam. Üzerimden hiç çıkarmadan, Mollafenari otobüsüne koştuk. İnsanların tuhaf bakışları altında köye vardık. Köy meydanında, sıra sıra yataklar kurulmuştu bile.
Amcamın yanında karşılaştığımız halam, beni gördüğüne çok sevindi. Sarıldığında gözleri yaşardı. Merhametli sözler söyledi bana. Fakat, üzerimdeki kız elbisesi için babama fena halde bozuk attı. Sonra da, ortanca oğullarından Enver ağabeyimi, yürüyüş mesafesindeki , kendi köyleri olan Cuma köye gönderdi. Bir yıl önce onun çocukları sünnet olmuştu. Bana uymasını düşündüğü elbiselerden birini getirmesini söyledi.
Mollafenari ve civarındaki köylerin düğünleri, Kurtköy ve civar köylerden çok farklıydı. Ramazan ve Kurban bayramlarında da, nişan ve düğünlerde de içki içilen o köyler gibi değildi buraları. Benim göremediğim, at yarışları, pehlivan güreşleri bile çoktan başlamış köyün dışında. Özellikle sünnet düğünlerinde öyle olurmuş. Çalgı çengi asla olmuyor. Sadece, olursa davul ve zurna. Tek benzerlik ; tüm bu köylerde sünnetlerin, yılda bir kez ve toplu olarak yapılmasıydı. Yılda bir kez, tüm zamanı gelen çocuklar, toplu olarak sünnet edilirdi.
Cuma köyden getirilen sünnet elbisemi çok sevdim. Amcamın, benden bir yaş büyük oğlu Fahrettin ile, benden iki yaş küçük oğlu Cemal’le yan yana kuruldu yataklarımız. Hiç ağlamadım sünnet olurken. Babam guru duydu benimle. Sıra sıra dizildiğimiz yataklarımıza gelen köylüler ellerini öptürüp, şeker, fıstık, bazıları da bozuk para verdiler hepimize.
Sünnet meydanında çuval yarışı, yumurta yarışlarını seyrettik. Davul zurna eşliğinde, delikanlıların oynadığını gördük. Sünnetimiz de hocanın dua eşliğinde olmuştu. İçkinin, sarhoşun eseri olmadı .
Amcamın çocuklarından birinin miydi, bana hediye mi edilmişti ; hatırlamıyorum , elime geçen bir mantar tabancası ile oynuyordum. Elini öptürmeye gelen bir köylünün yüzüne doğru tuttuğumda, birden patlayıverdi . Bir anda benimle birlikte neye uğradığını anlayamayan adamın yüzü kan çanağına dönüverdi. Onun canı yandı, ben de çok korktum. O adam, yıllarca beni her gördüğünde , ’’ Beni hatırladın mı ? ’’ diye sordu ama ben hiç hatırlayamadım, her defasında o hatırlatıp utandırdı beni. Babam, aynı gün döndü Kurtköy’e. Ben, amcamın çocukları ile birlikte dedemin evinde üç gün kalıp, iyileşince döndüm.
Aynı yıl Kurtköy’de de düğünler oldu. Hepsi de içkili, çalgı ve çengiliydi. Ben hem Kurtköy’deki, hem de Şeyhli köyündeki düğünlerde içki satmaya devam ettim.
O sene ben dördüncü sınıfa geçerken, ablam da ilk okuldan mezun olmuştu. Pekiyiden başka hiç bir notunun olmadığı karnesi ve aldığı diploma babamı çok mutlu etmişti. Şimdi ablamın ortaokula başlamasını beklemeye başlamıştık. Remzi beyin oğlu Can, Galatasaray Lisesi’nde okuyordu. Ablamın da, bizim de hayalimiz Galatasaray Lisesi idi. Üstelik, kesin olarak yazdırılacağına bile inanıyorduk.
Okullar açıldıktan kısa süre sonra gittiğimizde, ablamın okula başlamamış olmasına hayret içinde tanık olduk.
- Kendisi istemedi, diyorlardı Sabiha hanım ve diğerleri. Ortalık karışıkmış, kız çocuğunun İstanbul gibi bir yerde okuması çok zormuş. Hem ihtiyacı da yokmuş. Zaten tüm geleceğini onlar garanti etmişler. Şimdiden adına banka fonları bile almaya başlamışlar. Ablam , bize karşı o kadar inandırıcı davranıyordu ki, itiraz edemiyordu babam. Oysa, özellikle okutulması için buraya verilmişti. Ama, kendisi istemeyince, yapacak bir şey kalmamıştı. Oldukça üzgündü babam o gün dönüşte. Kızının çok akıllı olduğunu, okuduğunda önemli bir yere gelebileceğine inanmıştı.
Bir süre sonra, annemle ağabeyimin ablamı geri almak için evlerine baskın verdiklerini duyduk. Ablam, kandırılıp okutulmamasına içerleyip, mektup yazmış anneme : ’’ Kurtarın beni ! ’’ demiş mektubunda. Evin de adresini vermiş.
Yine Pazar günüymüş. Kemal bey, Remzi bey ; hepsi de evdeymiş. Ağabeyim, bağırmış, çağırmış, kavga çıkarmış, küfürler, hakaretler savurmuş. Karşılığında şiddet görmüş, gücü yetmemiş. Sonunda, ne dediler, nasıl tehdit ettilerse, kandırdılarsa ; orada kendi rızasıyla kaldığını, onlarla gelmek istemediğini söylemiş ablam. Oysa, onları çağıran oydu. Çaresizce dönmüş annemle ağabeyim oradan.
Bir süre sonra , arkadaşlarını da toplayıp tekrar ablamı alabilmek için oraya giden ağabeyim, evin çoktan boşaltıldığını görüp, komşulardan nereye taşındıklarını öğrenemeden, çaresizce geri dönmüş.
Ablamın mektup yazdığı değil de, adresi benim verdiğim kanısına kapılınmış. Yeni taşınılan Ihlamurdere’ deki eve, bizim çok sık gelmememiz , adresi kesinlikle kimseye söylememiz tembih edildi.
Olay gün geçtikçe iyice anlaşılmış oldu. Benim ya da ablamın evlâtlık olarak istenmemiz, sefaletten kurtarmak, okutmak amaçlı değilmiş. Onların aradığı ; engelli çocuklarına arkadaş, yaşlı iki kadına bakıcı bulmakmış. Maalesef ablam bu oyunun kurbanı olmuştu.
Yukarıdakilerin, biz aşağıda olanlara karşı yaptıkları en büyük kötülüklerden biri dahaydı bu. Sonuçta, eminim ki, çok özel bir yetenek, kesinlikle üstün zekâlı, geleceği parlak olabilecek , müstesna bir çocuğu, ablamı, göz göre göre harcamış oldular. Üstelik, bunu yaparken, yukarıdakilerin çoğunun yaptığı gibi, iyilik maskesi kullandılar.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.