Kur’ân, insanın zihnî tasavvur mekanizmasını harekete geçiren bir kitaptır.
Kur’ân, insanın zihnî tasavvur mekanizmasını harekete geçiren bir kitaptır. (İlyas KAPLAN-İlahiyatçı,Araştırmacı,Yazar)
Kur’ân Allah kelâmıdır. İnsanı yaratan da Allah’tır. İnsanın aklını yaratan ve kullanmasını isteyen yaratıcı, aklın yürütme mekanizmasını da en iyi bilendir. Yarattığı varlığın aklındaki soru işaretlerini “Kur’ân ya hakîkattir ya da değildir.
Hakîkat, hakîkat dışı bir şey olamayacağına göre yine hakîkattir” ilkeleriyle cevaplayan yaratıcı, kitabındaki âyetlerde de kulun düşünce sınırları içinde algılayabileceği metotları kullanmıştır. İki kavram arasında bir bağ kurularak verilen hüküm, zihnin bilinenlerden bilinmeyenleri elde etmesi esasına dayalıdır.
Arapça’da muhakeme, istintâc gibi kelimelerle de ifade edilen akıl yürütmenin özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin imkânsızlığı ve yeter sebep gibi bir takım temel ilkeleri vardır.
Bir öncül bir de sonuç durumundaki en az iki önerme bulundurması gereken, iki veya daha fazla önermeden meydana geldiğinde onaylanması başka bir önermeyi elde etmemizi sağlayan akıl yürütme ilkeleri, aralarında kanıtlanmış bir kanıtlayıcının olması durumunda kanıtlanan için geçerlilik kazanmakta ve aklı, zorunlu olarak kabul etmesini gerektiren sonuca götürmektedir.
Yetmiş beşten fazla ayette aklı kullanmaya teşvik eden Kur’ân, muhataplarına karşı tefekkür, tedebbür, tezekkür, teakkul ve tefekkuhu ön planda tutan yanıtlar vermiştir.
Münazara üslûbu açısından pek çok metodu kullanan ilâhî kelam, tümdengelim, tümevarım ve analoji gibi üzerine hüküm bina edilebilecek öncüller üzerinden muhataplarını ikna etmek üzere akıl yürütme tekniklerini kullanmıştır.
Tümdengelim (Dedüksiyon-Ta’lîl)
Zihnin tümel bir önermeden tümel veya tikel bir önermeye geçiş suretiyle yaptığı akıl yürütme metodudur. Bu yöntemde kapsamı geniş olandan, kapsamı geniş veya daha dar olana geçiş yapılır. Öncüller sonucu zorunlu ve ikna edici hâle getirir. “Bütün için doğru olan, parçaları için de doğrudur” ilkesine dayanan tümdengelim, mantığın özdeşlik ilkesini temel alır.
“Siz ve Allah’tan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsaydı cehenneme girmezlerdi; hepsi orada temelli kalacaktır.” el-Enbiyâ,
Allah (c.c) bu âyette gayr-i müslimlerin ahiret hayatında karşılaşacakları durumu olmuş gibi anlatarak şâyet onların ilah olmaları söz konusu olsaydı cehennemde olmazlardı şeklinde onların mantıklarına hitap ederek ikna yoluna gitmiştir.
Bu âyet muhataplarının zihninde oluşturduğu mantıkî bir örgüde sonuç için bağlayıcı olan iki öncülü onların idraklerine ithaf etmiştir. Buna göre: Öncül: Tanrılar cehenneme girmez. Öncül: Sizin taptıklarınız cehenneme gireceklerdir. Sonuç: O halde onlar tanrı olamazlar.
2. Tümevarım (Endüksiyon-İstikrâ)
Tümevarım, zihnin özelden genele, tikelden tümele, misalden kaideye veya olaydan kanuna doğru hareket etmesidir. Bu yöntemde kapsamı dar olandan geniş olana geçilerek bütünün parçaları hakkında hüküm verilir.
Bu metotta bütünü oluşturan parçalar veya bir sınıfın bütün üyeleri tam veya eksik olarak incelenir ve geneli hakkında çıkarım yapılır.
“Eğer yerle gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.” el-Enbiyâ
Bu âyette yer ve gök üzerinde hâkim olan düzenin Allah’ın varlığına delili şu şekilde idrake sunulmuştur: Öncül: Eğer yer ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Öncül: Yer ve gök bozulmadı. Sonuç: O halde (hiçbir zaman) yer ve gökte Allah’tan başka ilah olmadı.
Analoji (Analogy-Temsîl)
Zihnin olay ve nesnelerden hareketle benzer olay ve nesnelere doğru genellemeye gitmesidir.
Bu yöntemde bir olay ya da nesnedeki bir özelliğin başka bir olay ya da nesnede de olacağı temelinden hareketle ortak noktalardan ortak bir sonuca ulaşılır.
Örneğin, “Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, göğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız” el-A’râf
Ayetinde mantıksal bir akıl yürütme metoduyla kâfirlerin cennete giremeyecekleri vurgulanmıştır.
Âyetten yapılabilecek çıkarım ise şöyledir:
Öncül: Deve, iğne deliğinden geçmedikçe kâfirler cennete giremez.
Öncül: Deve, iğne deliğinden asla geçemez.
Sonuç: O halde kâfirler asla cennete giremez.
Bu âyette Arapların imkânsız olan işler için kullandıkları deyimle şartın imkânsıza bağlı olması, şart koşulanın da imkânsızlığını gerekli kılmıştır. Zira şart imkânsızsa meşrûtun gerçekleşmesi zaten imkânsızdır.
Kur’ân-ı Kerim bütün insanlığa hitap eden bir kitaptır. Onun her hangi bir şeyin ispatında insan aklının almayacağı ifade ve yorumları kullanması mantık dışıdır.
Âyetleri düşünen bir kimse görür ki kâfir, müşrik, münâfık ve ehli kitaptan olan muhataplarına karşı Kur’ân çok farklı tartışma teknikleri kullanmıştır.
Bazen muhataba yol gösterme, bazen inkârlarında inat edenleri susturma, bazen içinde bulundukları yanlışı apaçık bir şekilde ortaya çıkarmak için soru cümleleri ile sıkıştırma amacı taşıyan ifadelerin tümü kimi zaman yumuşak, kimi zaman sert, hatta kimi zaman tehdit içerikli olsa da hidayet amaçlı ve aklı harekete geçirerek muhatabını ikna etmeye yöneliktir.
Arap dili belâgatçıları, akıl yürütme formlarının kullanıldığı âyetleri hayranlıkla incelemiş ve sanatsal yapılarını izah etmişlerdir. Çok farklı amaçlar için serdedilen bu meânî, beyân ve bedî’ ifadeleri yukarıda belirtildiği gibi bir düzine isimle anılmıştır.
Şimdi yer yer farklı isimlendirmelerin nüanslarına da temas edilerek bu niteliği taşıyan âyetler belâgat açısından incelenecektir.
“Ey insanlar! Rabbinizden sakının; doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.”
“Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. “
“Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır.“
“Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki bilirken bir şey bilmez olur. “
“Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir. Bunlar, yalnız Allah’ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah’ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir.” el-Hacc, 22/1-7. 37
Belâgat ilminin bedî’ disiplini içerisinde ele alınan edebi sanatlardan elmezhebu’l-kelâmî’ye örnek olarak gösterilen bu âyetlerde on önerme bir tertip üzere anlatılarak bu önermelerden yine bir tertip ve istinbatî metot üzere beş ayrı sonuca ulaşılmıştır.
*Âyetlerin muhatabı olan mümin, ifadenin kurgusuna kapılarak peşi sıra gelen kıyamet sahnelerini zihninde canlandırmaktadır.
*İç içe pek çok sanatın bir arada bulunduğu bu âyetlerde insan zihnini uyanık tutacak ve bir sonraki perdeyi takip etmesini gerektirecek vurgular yapılmakta ve fikir dünyası sonuç bölümüne hazır hâle getirilmektedir.
*Sarhoş kelimesi ilkinde teşbîhî, ikincisinde hakîkî anlamıyla kullanılmakta, Allah’ın azabından duyulan korkunun aklî melekeleri ve temyiz kabiliyetini yok etmesi ile sarhoşluk belirtileri arasında benzetme yapılmaktadır.
*Ayrıca şeytana yapılan istitrâdî vurgu ile muhatabın dingin kalması ve kötü ile iyi arasında seçim yaparken kıyametin varlığını aklından çıkarmaması gerektiği hatırlatılmaktadır.
*Tabiattan örnek verilerek yaşlılık halinin perdelenmesi ise bebekliğinden ölümüne kadar hayatı gözler önüne sermektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de
iftirâziye formu kullanılarak şartın imkânsıza bağlı olması, dolayısıyla şart koşulanın da imkânsızlığını ispat eden âyetler de vardır. Bedî’ ilminde teslîm sanatı için örnek olarak gösterilen ve “şart imkânsızsa meşrût zaten imkânsızdır” ilkesini idrake sunan şu âyet bunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
“Allah çocuk edinmemiştir; O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.” el-Mu’minûn, 23/91.
“De ki: Eğer Rahman olan Allah’ın çocuğu olsa, kulluk edenlerin ilki ben olurdum.” ez-Zuhrûf, 43/81
Bu âyette peygamber muhataplarına mantıksal bir örgü içerisinde Allah’ın bir çocuğunun olamayacağını ispat etmektedir. Allah’ın Rasülü “Ben peygamber olduğumu söylüyorsam ve iddia ettiğiniz gibi Allah’ın bir çocuğu varsa ona ilk itaat etmeye layık olan da ben olurdum.
Şâyet böyle değilse, o halde ilk inkâr eden de ben olurum” demekte
Tersi bir durum olsa her ilah kendi tarafında olanlarla birlikte hareket eder ve diğer ilahlara karşı üstünlük yarışına girerdi denilerek kâfirlere akla yatkın bir izah yapılmaktadır. Zira mantık bunu gerektirir.
Allah’ın tek bir ilah olması ve çocuğunun olma ihtimalinin imansızlığı bu âyetlerin ışığında kelamcıların hulfî kıyasa örnek olarak gösterdikleri şu metodla da ispatlanmıştır.
Âlemin düzeni ve işleyişi için yaratıcının bir olması gerekir. Eğer bu doğru olmazsa karşıt hali doğru olur, yani iki olur. Eğer iki yaratıcı olursa ya ittifak ya da ihtilaf üzere bulunurlar. İttifak üzere bulunmaları zayıflığı güçsüzlüğün veya yetersizliğin ifadesidir.
İhtilaf üzere bulunmaları ise birinin yaptığına diğerinin rıza göstermemesi veya onu bozması demektir. Bu iki durum da ilahlığa yakışmaz ve âlemin düzeninin bozulmasına yol açar.
Öyleyse âlemin düzeni ve işleyişi için Yaratıcı’nın bir olması gerekir.
Benzer bir âyeti “De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah’la beraber başka ilahlar olsaydı, onlar arşın sahibine karşı (onu arşından indirmek için) mutlaka bir yol ararlardı.” İsra, 17/42. 43
bitişik şartlı kıyasa (telâzüm metodu) örnek gösteren elGazalî’ye göre ise âyetin kıyas formu şöyledir:
Eğer Arş’ın sahibi (Allah) ile beraber başka ilahlar bulunmuş olsaydı, mutlaka arş sahibinden arzuları olur, O’na karşı çıkarlardı. Aynı zamanda var oldukları tasavvur edilen bu ilahların bir talepte bulunmadıkları bilinmektedir.
O halde Arş sahibinden başka ilah mevcut değildir.
el-Gazalî’nin (ö. 505/1111) ayrık şartlı kıyaslara (te’ânüd metodu) örnek olarak gösterdiği Sebe suresinin 34. Âyetinin
“Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?” De ki: “Allah’tır. Öyleyse doğru yolda veya apaçık bir sapıklıkta olan ya biziz ya sizsiniz.” Sebe, 34/2
Söz konusu âyetteki çıkarım ise şöyledir:
Ya biz açık bir dalaletteyiz veya siz açık bir dalalettesiniz. Bizim dalalette olmadığımız bilinmektedir. O halde siz dalalettesiniz.
âyette aslında ifade sahibi olan peygamber, (a.s) gâyet net olarak bildiği bir konuda, müşrikleri davranışları konusunda kuşkuya düşürüp, düşünmelerini sağlamak amacı ile durumu olduğundan farklı göstererek mubâlağa yapmıştır.
Tecâhul-i ârif sanatının soru cümlesi de ifadeye cevabı bilinmiyormuş gibi ihtimal içerikli bir zerâfet kazandırarak onları herhangi bir tartışma heyecanına itmeden soğukkanlı bir zihinle olayı düşünmeye davet etmiş ve hasma karşı son derece insaflı bir üslup içinde kendi durumlarıyla başkasının durumunu kıyaslamayı teşvik ederek lâtif bir şekilde muhatabı öfkelendirmeden, muhtevada şüphe varmış intibâı veren bir soruyla devam etmiştir.
Bu insaflı ve yumuşak tarz, aynı zamanda onları aslında hakîkat ortada demeye çağıran bir ta’rîzdir. Zira akıl yürütmenin davet ettiği aktif akılla, ifadedeki nezaket, kibar üslup, subjektiflik, duygusallıktan uzaklık, insaf ve tarafsızlık ve kendini muhatabının yerine koyma anlam kazanacaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’de anlatıldığı üzere Mekke müşrikleri öldükten sonra dirilişi inkâr etmekte ve bunu farklı şekillerde izah etmeye çalışmaktaydılar. Allah (c.c) da onlara şu âyette olduğu gibi Kur’ân’ın pek çok yerinde belli bir mantık örgüsü içerisinde ahireti ispat etmiştir.
Bu âyetteki “Size göre yoktan var etmek zordur” ve “Var olan sizi, tekrar var etmek ise kolaydır” öncüllerinden “O halde sizi yoktan var eden tekrar var edebilir” sonucuna ulaşılabilir.
Zira “İnsan: “Ben öldüğümde mi diriltileceğim?”der. Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mı?” Meryem, 19/66, 67
Ayetinde yok iken var eden Allah için var olduktan sonra tekrar yaratmanın daha kolay olduğunun aklen izahı yapılmaktadır.
Allah için her hangi bir işte zorluk söz konusu değildir. Fakat size göre yoktan var etmek daha zorsa ve sizi ilk anda var etmek ona zor gelmemişse tekrardan yaratması nasıl zor gelebilir?
Tabi ki bir şeyi yoktan var eden için, onu tekrar yaratmak daha kolaydır. Sizin varlığınız da bunun delilidir. er-Rûm, 30/27
Dirilişi inkâr eden ve çürümüş kemikleri kim yaratacak? diye örnek veren kişiye yeşil iken yanması düşünülemeyen ağaç, değişim geçirerek nasıl sizin yakacağınız haline geliyorsa, sizin mantığınıza göre yaratması daha zor olan gökleri ve yeri yaratanın, siz ne kadar değişim geçirseniz de sizin benzerlerinizi yaratmasının mümkün olduğu şeklinde kıyasî bir mantık örgüsü içerisinde bir ispatın yapıldığı âyette de benzeri bir metot söz konusudur. Yâsîn, 36/79-81
“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de aciz!” el-Hacc, 22/73.
Bu âyette Allah kâfirlerin içinde bulundukları handikapı, mantıklarını harekete geçirmeleri adına tümden gelim metodu ile izah edilebilecek güzel bir örnekle açıklamaktadır: “İlah olan yaratandır” “Kendilerine taptıklarınız bir sinek bile yaratamazlar. Üstelik sineğin kendilerinden aldığını da ondan geri alamazlar”
“O halde onların hiçbiri kendilerine (yakarışta bulunulacak) ilahlar değildirler.”
İbadet edilmeye layık olan ve kendisine yalvarılıp yakarılan ise sadece Allah’tır. Nitekim benzer bir âyette kendisine ibadet edenlere faydası olmayanın, ilah olmasının da mantıken mümkün olmayacağı idrake sunulmuş ve onlara Yaratıcı varken yaratılışlarında var olmayanları, kendilerine düşman oldukları halde dost edinmelerinin akıl dışı olduğu ispat edilmiştir. Zira ilaha ait belirleyici özelliklerin yokluğu onların ilah olamayacakları istidlâlini gerektirir.
“Allah’ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah âlemlere lütufkârdır.”
Bu âyette de Allah (c.c) insanlara, yeryüzünde hâkim olan düzenin oraya hâkim olanların el değiştirmesi sebebiyle olduğunu, kendisinin tek otorite olarak tanınması gerektiğini ve onun dışında tek otoritenin sadece yeryüzünde olması halinde bile bunun düzeni bozacağını insanların akıllarına hitap ederek açıklamaktadır.
Cahil bir insanın bilgisi olmayan konuda tartışmasının akıldan yoksun bir davranış olduğunu idrake sunan şu âyette olduğu gibi:
“Hadi siz bilginiz olan şey üzerinde tartışıyorsunuz peki bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz.”
Kur’ân-ı Kerîm’de İbrahim’in (a.s) Allah’ın varlığını ispat ettiği âyetlerde, putları kırdıktan sonraki diyaloğunda, Nemrut’la girdiği münakaşadaki üslubunda ve kuşlarla kendisine itmi’nânın verildiği ifade eden âyetlerde mantık ilkeleri, çok sistematik bir şekilde kullanılmış ve bunların hepsi belâgatın en can alıcı ifadeleri olarak pek çok farklı sanatla izah edilmeye çalışılmıştır.
Nitekim: En’âm suresinde anlatılan olaydan yapılan çıkarım; “Yıldızlar ay ve güneş batar, değişir. İlah batmaz, değişmez. O halde yıldızlar ay ve güneş ilah değildir”
Veya Bakara suresindeki manidar kıssadan oluşturulan
“Güneşi doğurmaya kâdir olan her zat ilahtır. Benim İlahım güneşi doğurmaya kadirdir. O halde benim İlahım ilahtır” şeklindeki yüklemli-iktirânî (te’âdül metodu) bir kıyas ve belâgatın umdeleri tarafından sözbilimsel bağlamda incelenmiş ve bedî’ ilminin söz konusu sanat başlıklarında değerlendirilmiştir.
Bunun başka örnekleri de vardır. Zira İbrahim’in (a.s) pratikte kullandığı aktif akıl, bu âyetlerle sınırlı değildir.
“Yakinen bilenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk: Gece basınca bir yıldız gördü, “işte bu benim Rabbim!” dedi; yıldız batınca, “batanları sevmem” dedi. Ayı doğarken görünce, “işte bu benim Rabbim!” dedi, batınca, “Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum” dedi.
Güneşi doğarken görünce “işte bu benim Rabbim, bu daha büyük!” dedi; batınca, “Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi.” Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim.”
“Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: “Rabbim, dirilten ve öldürendir” demişti. “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi; İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene” dedi. İnkâr eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez”
“Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim’in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? “
“Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?”
“İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.” el-En’âm, 6/80-83
Kur’ân-ı Kerîm’deki bu âyetler insanın akıl ve mantığına seslenmekte, en güçlü ve en sağlam kanıtlarla insanı, fıtratından gelen ve her zaman var olan bir ilahı aramaya yönlendirerek felsefî ve kelamî bütün soruları cevaplar bir netlikte Allah’ın varlığını ispat etmekte ve İbrahim’in (a.s) şirk toplumu içerisinde gözlerini ve beynini kullanarak gerçeğe ulaşma konusunda varsayımları eleyip mantıklı bir düşünce sistemi içerisinde hakîkatı bulma öğretisi sanatsal açıdan güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Bu âyetlerin sanatsal değeri insanı hayran bırakacak düzeydedir. İbrâhim’in (a.s) Nemrut’a Allah’ın varlığını ispatlarken kullandığı yöntem (el-Bakara, 2/258)
ve putları kırdıktan sonra toplumunun farkındalığını sağlamaya yönelik anolojik kanıtlama yöntemi (el-Enbiyâ, 57-67.) retorik estetiğin yanı sıra, Kur’ân’ın aktif akıla verdiği önemi vurgulamaktadır.
İnsanın yalın bir mantıkla net ve doğrudan doğruya hakîkati bulma gayreti, kendisine güvenen müminin ağzından dökülen
“Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım!”
İfadeleriyle, muhataplarına böyle bir mantıksızlığa düşmelerinin mantıklı izahına dönüşmüş ve aynı çelişkiyi yaşayacak olan gelecek nesillere de bu üslupla sağlam bir felsefî bakış sunulmuştur.
İbrâhim’in (a.s) Nemrut’u tek bir kelime edemeyecek şekilde kilitleyen cevabında ve halkının konuşamadıklarını kendi dilleriyle itiraf etmeye zorlayarak tapındıkları varlıkları sorgulamalarını sağlayan üslubunda da aynı bakış mevcuttur.
Kur’ân’ın kullandığı bu üslup aynı zamanda hakîkati arama noktasında akıl yürütme aşamalarından geçmenin gerekliliğini, her aşamanın bir ileriki noktaya yönelttiğini, sorgulama yönteminin de gerçekliğe ulaşmanın bir aracı olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’in kullandığı mantıksal ispat yöntemlerinin en güzellerinden biri de soru cevap metodunu kullanarak, muhataplarına onaylattığı doğrulardan, onları tasdikini istediği mevzuya yönlendirmesi şeklindedir.
“De ki: “Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir?” “Allah’ındır” diyecekler,
“Öyleyse ders almaz mısınız?” de.
“Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir?” de.
“Allah’tır” diyecekler!
“Öyleyse O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” de.
“Biliyorsanız söyleyin her şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir?”
“Allah’tır” diyecekler;
“Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz” de.
Hayır; Biz onlara gerçeği getirdik ama onlar yalancıdırlar. Allah çocuk edinmemiştir;
O’nun yanında hiçbir tanrı yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı.
Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir”
Ayetleri siyâk ve sibâkıyla birlikte düşünüldüğü zaman, Allah (c.c) açıklamaya ihtiyaç duyulmayacak netlikte onlara varlığını soru cevap yöntemiyle ikrâr ettirerek
“siz nasıl olur da bu hakîkatlerin farkında iken ona şirk koşabilir ve yeniden dirilişi inkâr edebilirsiniz” diye sormaktadır.
Müşriklerin davranışlarındaki bu yanlışlığı başka âyetlerde de
“birden fazla ilah olsaydı her bir ilah kendi yarattığının yanında yer alır ve onlarla üstünlük mücadelesine girerdi” diyerek ispat etmektedir.
Mekke müşriklerinin en büyük yanlışlarından biri Allah’a kız çocuğu isnat etmekti. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde onların bu davranışları izanlarına seslenilerek yerilmiştir.
Nitekim konuyla ilgili bazı âyetlerde inkâr etmeleri mümkün olmayan bu davranışlarının ilk öncül olarak kullanıldığı bir ispat yöntemi izlenmiştir.
“Ey inkârcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menat’ın ne olduğunu söyler misiniz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah’ın mı? Öyleyse bu haksız bir paylaşma.”
Bu âyet vb. âyetlerin de açıkça ortaya koyduğu gibi Allah’ın çocuk edinmesi mümkün değilken ve onlar kendi belirledikleri tanrıların isimlerini genel olarak müennes isimlerden seçmişlerken, onların Allah’ın kız çocuklarının olduğunu ifade etmeleri kadar mantık dışı bir şey olabilir mi?
Hem taptıklarınızı kendiniz belirleyeceksiniz, hem onların isimlerini kendiniz müennes isimlerden seçeceksiniz, Allah’a hâşâ seçme hakkı tanımadan onun adına iftirada bulunacak ve bu yaptığınızın da ona yaklaşmak adına olduğunu ifade edeceksiniz.
İzahı mümkün olmayan bu yaklaşım tarzı, işte bu âyetlerde Kur’ân tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Onları seçmesi için bir gerekçe yoksa melekleri onun kızları olarak kabul etmenizin de bir gerekçesi olamaz” denmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de bunların dışında akıl yürütme metotlarının kullanıldığı daha pek çok âyet vardır. Arap dili belâgatçıları ve müfessirler bu âyetleri çeşitli sanat isimleri altında bu konu içerisinde değerlendirmişlerdir.
Peygamberin melek olması gerektiğini ifade edenlere, Allah’ın göndereceği meleğin de kendi suretlerinde bir insan olması gerektiğinin mantıklı açıklamasının yapılması, Kur’ân’ı Peygamberin uydurmuş olduğu iftirasını atanlara böyle bir ihtimalin olmadığının ifade edilmesi ve Allah tarafından bunun kabulünün mümkün olamadığının, öyle bir durumda bunun peygamberin helâki için bir sebep olacağının ve helâk edilmemiş olmasının peygamberin böyle bir şey yapmadığının kanıtı olduğunun ispatı bu minvalde ele alınan âyetlerdendir.
Kur’ân, insanın zihnî tasavvur mekanizmasını harekete geçiren bir kitaptır. Akıl yürütme metodlarının kullanıldığı ispat teknikleri, Kur’ân’ın aktif akla davet eden yapılarıdır. İçerisinde bir şekilde şart cümlesi barındıran iftirâziye formlarının da dâhil olduğu bu metodlar, Arap dili belâgatında me’ânî, beyân ve özellikle bedî’ ilmi kapsamında yer alan farklı sanatların icrasında kendini göstermektedir.
Tümevarım, tümdengelim ve anoloji metodlarının kullanıldığı çeşitli kıyas türleri - ki bunlara burhan da denmiştir- Kur’ân’da da yer almıştır.
Belâgatçılar tarafından el-mezhebu’l-kelamî, ihticâc, mehâcce, ilcâmu’l-hasm, istidlâl, istidrâc, teslîm, ilhâb ve’t-tehyîc, ta’lîl, teb’îd gibi sanatlar adıyla incelenmiştir.
Burhan olmaları yönüyle ikna edici niteliğe sahip olan bu Kur’ân âyetleri bu sanatlar sayesinde eşsiz i’câza ve retorik açıdan çok büyük bir zenginliğe sahiptir.
---------
1-Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Akçağ Yay. Ankara 2000.
2- el-Âlûsî, Mahmut Şukrî, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî
3-el-Askerî, Ebû Hilâl, Kîtâbu’s-Sınâateyn, el-Mektebetu’l-Asriyye,
4-İbn Âşûr, Muhammed et-Tâhir, et-Tahrîru’t-Tenvîr,
5-Atîk, Abdul’azîz, İlmu’l-Bedi’, Dâru’l-Âfâkı’l-Arabiyye,
6-Besyûnî, Abdulfettah Besyûnî, İlmu’l-Bedi’,
7-Camridge Dictionary, Camridge University Press,
8-el-Curcânî, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, fî İlmi’l-Belâga, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
9-Çapak, İbrahim, “Gazali’ye Göre Kıyasın Kur’ân’a Uygulanması”, İslamî İlimler Dergisi
10-Çüçen, A. Kadir, Mantık, Asa Kitabevi,
11-İbn Ebi’l-İsba’ el-Mısri, Bedî’u’l-Kur’ân, thk. Hıfnî Muhammed Şeref, Mektebetu Nehdati Mısr
12-Tahrîru’t-Tahbîr, thk. Hıfnî Muhammed Şeref, Dâru’t-Teâvun,
13-Ebû Şevârib, Muhammed Mustafa, el-Mısrî, Ahmed Muhammed, Eseru’l-Mutekellimîn fî Tetavvuri’d-Dersi’lBelâgî, Dâru’l-Vefâ,
14-Emiroğlu, İbrahim, Klasik Mantığa Giriş, Elis Yay.
15-İbnu’l-Esîr, Zıyâuddîn, el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtibi ve’ş-Şâir, thk. Ahmet el-Hûfî, Bedevî Tâbâne, Dâru Nehzati Mısr,
16-İbnu’l-Esîr, Necmuddîn, Cevheru’l-Kenz, thk. Muhammed Zeglûl Selâm, Munşeetu’l-Meârif,
17-Feys, Robert, Mantık, ed. Doğan Özlem, İnkılâb Yay.
18-Gazalî, Kıstâsu’l-Mustakîm, Mısır
19-el-Hafâcî, Ebû Muhammed, Sırru’l-Fesâha,
20-el-Hammâdî, Ali Huseyn, el-İftirâdu’l-Kur’ânî, (Yüksek Lisans Tezi),
21-İbn Hayyân, Esîruddîn, el-Bahru’l-Muhıt, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî
22-Kızıklı, Zafer, Arap Dilinde Belâgat Bilimi -Tarihsel ve Kavramsal Bir Çözümleme-
23-Lâşîn, Abdulfettâh, el-Bedi’ fî Dav’i Esâlîbi’l-Kur’ân,
24- Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’in Kullandığı Akıl Yürütme Metodları ve Belâgat Açısından Değerlendirilmesi,
25-E. Lokman el-Habbâr, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
26-Fethu’l-Celîl li’l-Abdi’z-Zelîl, çev. Rıza Halilov, Cüneyt Eren,
27-Vural, Mehmet, İslam Felsefesi Sözlüğü,
28-ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.