- 322 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
EGZEMA
EGZEMA / Derya Avşar
Son zamanlarda derin bir yalnızlığın içine düştüğümü hissediyordum. Tanık olduğum şeylere seyirci kalmak, beni kendimden uzaklaştırıyordu. Yaşanılan haksızlıklar karşısında sessiz kalmak ve hiçbir şey yapmamak, ruhuma acı veriyordu. Aynaya her baktığımda, kendimi tıpkı cansız bir nesne gibi görüyordum. Aynalara bakmak bile içimden gelmiyordu artık. Toplumun bir tarafı zevk û sefa içinde, bir tarafı acı ve gözyaşı içindeydi. Herşey ardı ardına geliyordu. Virüsler, (Salgın Hastalıklar) savaşlar, orman yangınları, Türk - Kürt kavgaları, sefalet, açlık grevleri, sağlık sektörünün, eğitimin, ekonominin, tarımın çöküşü, cinayetler, aile yapılarının bozulması, çocukların cinsel istismara uğraması, kadın, çocuk, erkek, ağaç, böcek demeden tecavüze uğraması, yozlaşmanın artması, beni hasta etmeye hatta delirtmeye yeterdi de artardı bile...
Akşam haberlerini izlemek için, sehpa da duran kumandaya uzandım. Power düğmesine basıp, TV’nin açılmasını bekledim. Başımın altına çiçekli kirlentimi aldım. Koltuğa uzandıktan sonra yüzümü televizyona çevirdim. Biran görüntü gözümde zumlandı sanki... Ekran da gördüğüm görüntü beni dehşete soktu!
"Aman Tanrım..! Aman Tanrım..! diye feryat ettim. Kumandayı elimden atıp, elimle ağzımı kapattım. Daha altı yaşında bir bebeğin istismar sonunda, bağırsakları parçalanmış, minicik, körpecik bedeni mosmor bir şekilde ekranda duruyordu. Uzandığım yerde gözlerim karardı. Koltuk altımdan gelip gidiyordu. Ne bağıra bildim ne de ağlaya bildim. Dudaklarım titredi. Ellerimi yumru yaptım. Olanca gücümle sıktım. Tırnaklarımı etime geçirdim. Elimdeki acıyla yerimden kalkıp doğruldum. Avuçlarımda kanlar akıyordu.
"Of! Of! of!" Diyerek ilave ettim, "Bu dünyanın bu çirkin yüzünü senin masumiyetin örtecek minik bebek!" Diye içimdeki öfkeyi kusmaya çalıştım boş duvarlara. Midem bulanıyordu. Kendimi banyoya attım. Ağız dolusu kustum. Ellerimden hâlâ kanlar süzülüyordu. Ellerimi iyice yıkadım. Dolaptan gazlı bez aldım elimin çevresine sıkıca doladım. Kendime gelmek için derin bir nefes aldım..
Bu düzeni değiştirmenin bir yolu olmalıydı! Günlerce karmakarışık duygularla dolaştım. Aklımda binlerce şey arasında, intihar etmekte vardı! Ancak bunun bir acizlik olduğu duygusu zihnime ağır baskı yapıyor, beni bu duygudan koşar adım uzaklaştırıyordu.
Bazen düşünmekten yorgun düşüyor, olduğum yere yığılıp kalıyordum. Sürekli kulaklarım uğulduyordu. Bir süre sonra uyku düzenim ve beslenme düzenim bozuldu. Artık ne televizyon izliyordum ne de gazete okuyordum. Mutsuzdum. Bana iyi gelen hiçbir şey yoktu yer yüzünde. Kitap okumak dışında. Fakat kitap okumaya da veremiyordum kendimi. Zihnim çok bunalmıştı. Düzenim iyice bozulmuştu. Yazmayı da epey zamandır bırakmıştım. Üç beş şiir karalayıp atıyordum kenara. Zaten sosyal medya üzerinden paylaştığım şiirleri de başkaları alıyor, kendi imzasıyla paylaşıyordu. Yağmanın yapıldığı ve her yerde haksızlıkların olduğu bir toplum haline gelmiştik.
"Benim yazdığım şiiri neden kendiniz yazmışsınız gibi paylaştınız?" Diye sorduğumda, beni şaşkınlığa uğratan bir yanıtla karşılaştım.
"Senin yazdığın şiir olduğunu kim söylüyor sana? Bir daha beni suçlayacak olursan seni dava ederim!" Doğrusu bu pişkinlik karşında söyleyecek bir şey bulamadım. Yaşamı çalınan birinin, şiiri çalınmış çok muydu?
Adalet ve hukuk hükmünü kaybetmişti. Sadece, paranın egemen olduğu bir sistem hortlamıştı.
Geçtiğimiz günlerde vucudumda bir takım kızarıklıklar oldu. Aman Tanrım! Ciğerlerim sinyal veriyor, kesin ciğerlerim tükendi..." Dedim kendi kendime. Kalktım doktora gittim." Doktor, "Gül hastalığı!" Dedi. "O ne demek?" Dedim? Bana, "Egzema olmuşsun!" Dedi. "Neden egzema olmuşum" Diye sordum. "Aşırı stresten olur." Diye cevapladı.
"Doktor gözlerini üzerimde şöyle bir gezdirdikten sonra, "Neden bu kadar stres yaptınız? Diye sordu.
Başımı hafif sola eğdim, "Bu toplum beni hasta ediyor!" Ondan dedim.
Doktor muzip bir surat ifadesiyle, "Boş verin bu çürümüş toplumu iyileştirmek mümkün değil..." deyip, oturdu yerine.
"Ama ben şairim, toplumun bir tarafı acı çekiyor ve ben tercüman olmalıyım!" Dedim.
Doktor, "Sen şuan hastasın, o toplum gelip seni iyileştirecek mi?" Dedi.
"Doktor bey, Ben karşılık bekleyerek şair olsaydım, karşınıza hasta olarak gelmezdim." Dedim.
Bu çürümüş toplumdan uzaklaşarak mutlu olunur mu bilinmez fakat, mutlu olanların hepsi aptallardan ibaret olduğunu söylemek mümkün.
Herşey, toplumun çürümüşlüğü ile başladı. Bir süre iç sesimle konuşmaya başladım.
"Acaba, hasta olmamak için insan yalnızlığı seçip, kendisini toplumdan soyutlayarak yaşam sürdürebilir mi?" Tabi ya, neden sürdüremesin bal gibi de sürdürebilir...
"Peki ya insan, tek başına huzurlu bir yaşam sürdürebilir mi?" Elbette sürdürebilir... Hem de hiç parası olmadan bir, dağ başında küçük bir kulübe yapar. Belki içinde bir şömine ve bir kitaplığı da olur... Bilge bir insan olmak için sürekli okur, sürekli yazar ve fikir yürütür üstüne üstlük.
İç sesimle konuşmak bana yeni fikirler vermişti. Yıllardır içinde yaşadığım evi, mahalleyi, akraba ve arkadaşlarımı da geride bırakarak, elimde bulanan imkanlarla sessiz, hatta hiç insan olmayan, üç beş kulübenin olduğu bir dağlık yerde, yaşamaya başladım. Kafamın içindeki yorgunluk, derin bir dinginliğe dönüşmüştü. Artık çok az uyuyordum fakat güne zinde başlıyordum. Sessizliğin sesini dinlemek, bana annemin karnında ki huzuru vermişti. Koca evrende bir zerre idim. Uğruna kavga edilen herşeyden uzaktım. Doğayla içiçe muazzam bir uyum yakalamıştım. Yavaş yavaş iyileşiyordu ruhum.
Dağların yalnızlığımı kucakladığına tanıklık ediyordu gözlerim. Karların arasından baş kaldıran kardelenlerin benimle sohbet ettiği kış akşamları, bahar tadında geçiyordu. Her gün hazineme yeni bir hazine ekliyordum. Kitaplarım edindiğim en büyük kazanım ve zenginliğimdi. Okudukça, kalabalık oluyordum. Her okuduğum kitap, bana yeni bir yaşam sunuyordu. Kurduğum dünya bana aitti neyse ki... Artık başkası için değil, kendim için yaşıyordum. Potansiyel kölelikten kurtulmuştum. Değişmeyen sistemin dışında kurduğum dünya çok küçüktü ancak içimde barındırdıklarım çok büyüktü! Kendime ait bir ben olabilmiştim.
Tarih: 11.12.2023
YORUMLAR
bu çağ insanı delirtmezse iyi, insanlar ile de olmuyor insansız da olmuyor. görüntü hafızadan bahsediyorum yıllardır son 20-30 yılda zihinlerde ve hayata bakışta meydana gelenleri önemseyen yok yetkili makamlarda. afedersiniz bufolo sürüsü gibi toplumlar. dünyanın her yerindeki olumsuz haberler artık hayal kurmaya bile engel teşkil eder oldu.
sonuçta insanlık kültürü; çoban sürü kültüründen geliyor, imam cemaat, kral ve halkı gibi.. bu kültürde bu çağa uymuyor. bu sıkışmışlık bundandır. bireysellik, yalnızlık olmamalı, bireysel olan topluma küsmemeli. özgürlükler; mafya ve çok kazanma hırsı ile tutsak alınıyor. bunların yanında görüntülerin yani haberlerin devamlı olumsuz olması veya olumlu haberlerin kırıntı şeklinde kalması... vb vs..
yani aman be:)) gülebildiğin insanlarla yaşamak en güzeli..
hep gülmeniz dileklerimle
en seveninize emanet olunuz.
bakıp görmeyen
duyup işitmeyen
okuyup anlamayan
tek en iyi yaptığı şey çıkar peşinde koşmak olan çoğunluk ve karnını doyurmayı yaşamak sanan çoğunluk bilinçsizce toplumun çürümesine neden oldu.
iyi hissetmek için her şeyden uzaklaşmak gerek. seni düşünmeyeni düşünmek karşılık bulmuyor maalesef. laf çok, iç dünya sorma orasını
esenlikle
toplumun tüm katmanlarını düşünen yazarımız sonunda kendisini kurtarmış, yalnız yaşamaya başlamış mı demeliyiz.
çözümünüz bu mudur;)?
Derya Avşar
Selamlar...