- 173 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uzun Soluklu Dostluklar Adına Bir Hatıra
Marburg’a Özlem
Yeni bir gün, yeni bir ay ne de yeni bir yıl sizi değiştiremez. Sadece gün, ay ve yıl yenidir. Yeni bir düşünüş biçimi ve yepyeni bir bakış açısıdır, sizi değiştirecek olan… Yeni bir kitap, başka bir dilden öğrendiğimiz bir kelime, bir cümle, yeni bir teknik aletin ve edavatın kullanımı, yeni tanıştığımız bilgili bir insan, yeni öğrendiğimiz bir çiçek veya böcek, yeni bir ağaç isimi, yeni bir yazar, tarihi bir kişilik, felsefe de ki düşünce akımları, edebiyatçılar, sanat alanında harikalar yaratan yeni bir sanatçı, …
Hiç kimse; yeni bir başlangıç için geçmişe dönemez. Ama bugün; geçmişi sonlandırıp yeni bir başlangıç yapabilir. Umut imkansız bir sevda değil, imkansızı gerçeğe dönüştürecek bir yol haritasıdır … Bu yola önce kendi içimizde başlayarak planlar yapmalıyız.
Marburg’da öğrenciyken, Martin diye bir öğrenciyle tanıştım ve aynı gün ona, burada kalmak için bir yer arıyorum, başımı sokacak bir yer, uzanacağım bir koltuk ve bir masayla sandalyeden başka hiç bir şeye ihtiyacım yok diye hemen bu benden birkaç yaş genç olna öğrenciyi ürküterek dersten çıkmıştım. Onun da gelmesini bekleyerek düşmek istiyordum bugün yola. Ders bitmiş saat tam 19:05’i gösterirken, genç prof „bugünlük bu kadar arkadaşlar“ diyerek dersi sonlandırmıştı. Ben, duygusal ve karmaşık düşnceler arasında garda gelecek treni beklerken; „eğer yeryüzünde yürekleri sevgi dolu insanlar olmasa bu Dünya gerçekten çekilmez“ sözünün kime ait olduğuyla meşgul olurken, birde baktım ki, Martin’de trenle gitmek için gardaki banklardan birisine kurulmuş ve kendi halinde etrafı seyrediyordu. Malum, bu ev işi yeniden aklıma geldi ve ben direkt Martin’e zorunlu olarak bu konuyu bir defa daha açma gereği duydum ve kendi durumumu izah ederek Darmstadt – Marbur arası ve günde birbuçuk saatlik yolun, ders çalışmak ve kitap okumak için iyi bir fırsat olduğunu, ama bu yolunda ikibuçuk yıl çekilmez bir hal alacağını da kavramıştım.
Malum insanlardan biriyle veya birkaçıyla komşuluk etmek zorunda kalırsak onlar bizim içyüzümüzü, biz de onların içyüzlerini daha rahatlıkla öğrenme yetisine kavuşmuş oluruz. Bu benden biraz daha genç ve iri yapılı, genç yaşında felç geçirdiği için sol yüzü içeriye geçmiş, gözleri istem dışı hareketlerle bir tike sebep olmuş, tırnakları uzamış ve kirli ve bakımsız arkadaşımın yaşadıklarını düşündüm üçbin kilometre uzaktan gelmiş birisi olarak. Birbirine bitişik kaşları, hastalıktan müzdarip ve yorulmuş, gözlemci bakışlarına ev sahipliği yaapan bir suratı vardı. Karanlık gözlerinin sevecen parıltısından, kalın ve gür sesinden, biraz da külhani tavırlarından, bohçacı kadınlara benzer Alman olmasına rağmen, Alman gibi görünmeyen yüzünden irkilecek bir görünümü vardı bu iyimser insanın ... Yanına yaklaştığımda birden, ben, tavan katıında oturuyorum, zemin katında, arkeoloji öğrencileri, birinci katta karma öğrenciler, ikinci katta tıp ve fizik öğrencileri, üçüncü katta ise öğrenci olan ve yıllanmış şarap gibi mahzende duran, sürekli okuyan, araştıran, solcular, okul bitirme gibi dertleri olmayan, siyasi tartışmalarla toplumsal sorunları büyüteç altına alan ve onlara yine kendi çaplarında çözümler sunmaya çalışan zekiler oturuyor Hüseyin.“ Diyerek kendini savunma durumuna düşmesine rağmen sohbetimizin derinleşmesine vesile olan bir ortam doğmuştu. Daha sonra Marburg’dan Giessen’e kadar berarber yolculuk yaparken, tanışıp kaynaşmamız da daha derinleşmiş oldu bu sayede. Vedalaşmadan önce adresini aldım ve Martin’e veda ettim görüşmek dileğiyle. Onu yüreğime yakın hissettim, daha Almanya’ya gelişimin birinci yılını bitirip ikinci yıla girerken. Henüz elimde hiç bir şey olmamasına rağmen kendimi bu kente, Marburg’a yakın hissetmiştim. Daha giriş sınavını bile vermeden, böyle bir girişime neden teşebbüs ettiğimi ben de anlamadan. Ortada fol ya da yumurta yokken, böyle kendine güvenmenin yersiz bir davranış olduğunu bugün düşündüğümde pişmanlık duymuyorum, ama bugün olsa bu kadar cesaretli olamazdım demekten de kendimi alıkoyamıyorum. Ve süreç içinde yine de Marburg’un en güzel, en işlek, öğrencilerin çok sık eğlendikleri ve buluşma noktası olarak belirledikleri yer olan Barfuss (çıplak ayak) caddesine taşınmayı başarmış olmanın keyifini 12 metrekarelik odada ve ortak mutfakta pilav partisi vererek kutlamak için, o gün o katta oturan herkesin gelmesinin organizasyonunu da Martin’e bırakarak keyifli bir akşmı beklemeye koyulduk. Ve Almanya da böylece ilk karma bir akşamın keyifinin, kalitesini bilmediğimiz şaraplar, biralar, likörler, çeşitli ülkelerin kendilerine özgü rakıları eşliğinde „Eylül de Gel“ yerine ben Eylülle geldim diyerek kutladık sevincimizi. Kimileri üç dört yıllık Marburg kıdemleriyle artık öğrenciliğin üstteğmenliğine terfi etmiş olduklarını böylece öğrenmiş oldum. Hemen iki otonomcu kardeşimle de burada tanışma şerefine nail olmanın ve Almanya’nın neresinde bir yürüyüş, protesto, gösteri ve demokratik eylemleri hep bu ikili yoldaşım sayesinde öğrenerek katılma keyifini ve Almanlarla daha yakın olma ve onları tanıma, kültürel değerlerini öğrenme, mentalitlerini kavrama bakımından yakınlaşmış oldum.
Onun kapısı da tam benimkinin karşısındaydı. Evde olduğunu bildiğim zamanlar kapımı hiç açmazdım. Bu genel dikkat; hem yabancı biri olmanın hemde gereksiz rahatsızlık vermemenin genel endişesinden kaynaklanan bir davranış biçimiydi benim farkında olmadan içine sürüklendiğim. Gerçi evde bulunduğu yoktu pek Martin‘in. İlk zamanlarda bir merdivenlerde ya da avluda karşılaştığımızda, tanışklığa rağmen mesafeli bir tavırlarla birbirimizn yüzüne bakarak merhabalaşır, hal hatır sorar ve birden bire kaybolurduk birbirimizin gözlerinin önünden. Ruh hali gereği bazen, bana yırtıcı ve arsızca gelen bir tavırla gülümserdi. Çok kez fitil gibi sarhoş bir görünümü olsa da, saçı başı darmadağın bir halde olmasına rağmen arada sırada bir iki biranın dışında içki içtiğine tanıklık etmemiştim. Yine de böyle durumlarda gözleri yuvalarından kayar, yüzüne her zamankinden daha mahzun ve acı bir gülümseme yayılır: İyisiniz inşallah bay öğrenci! derdi. Onun bu durumlarda, bunu söylerken ciddimi yoksa şaka yollu olarak mı söylediğini bir türlü çıkaramazdım. Bazen de kendi kendine gülümsediği olur ve bu gülümsemeleri kahkahalara kadar giderdi. Yeni bir ev, yeni bir yuva ve yeni bir çevre edinmenin sevinçli telaşı eşliğinde onu kırmamaya çalışır ve ev bulmamda bana yardımcı olmanın vefasını da böylelikle ödemiş olduğumu zannederdim coğunlukla ... Bu gibi karşılaşmalardan, selamlaşmalardan ve göz aşinalığından kurtulmanın tek çaresi gözden uzak kalmaktı. Bir de bu tiksel tavırların birgün arkadaşlığımıza zarar vereceğinin korkusu ve endişesi vardı tabii olarak. Daha sonraki sohbetlerimizde Martin bu tiklerinin sebebini birer birer anlatarak durumudetaylarıyla izah edince kafamdaki bütün gereksiz endişeler ve önyargılar yerini onu anlamaya başlamama vesile oldu. Martin daha önceki üniversite öğrenimine psikoloji ve teoloji bölümlerinde „lise öğretmenliği“ okumuş ve tam sonuca kavuşup staj yaptığı bir lise de, okul müdürüyle takışmalarından dolayı beş yıllık emeğinin bir anda hiçe sayılmasının acısını hiçbir zaman yüreğinden ve onu derinden yaralayan acılarından kendini kurtaramamış ama bütün bu olumsuzluklara, yenilgilere, psikolojik bunalımlara, aldığı ağır depresyon ilaçlarına rağmen üniversiteye yeniden başlayarak sosyoloji ve pedagoji okumak için kolları sıvamaktan başka bir yol seçememış kendisine.
Yeni odam bu şehirin en eski, en sessiz, en sakin, en güzel manzaraların ve panoramanın semtinde tarihi bir köşkün içinde, penceresi geniş, Lahn nehirli bir görünümü kucaklayan şipşirin bir odaydı. Ve sıkıldığımda Marburg’u, yamaçlardaki yeşil ormanları üniversite kliniğinin akşamları sisli havalara inat muhteşem loş ışıklarını, kendi odamın ışıklarını unutarak seyreder ve çoğunlukla da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, ve Hüseyin İnan’ın avukatı olan Halit Çelenk’in elimde olan ve „üç fidan“ için yazdığı şiirlerini ve kitaplarını okurdum. Bazende üzülerek hayıflanırdım kendi kendime, neden Gündüz Vassaf hocayla burada ders vermiş birisi olarak karşılaşamadığım için. Sokağımız çok sakin ve sessizdi, otobanlara ve ana yollara çok uzak olduğu ve şehirin konumu gereği tepelere yapılmış bu Ortaçağ sokakları da otomobillerin girmesini elverişli olmadığı ve yamaçlarda olduğu için mükemmel bir osesizlik ortamı sergiliyordu ders çalışmak için. Bu sükunet sadece bazı Cuma veya Cumartesi akşamları Marburg’un en güzel kafeteryalarından birisi olan „Barfuss Caffee’de ki“ seslerle insanın insana olan hasretliğini giderirdi. Bu yüzden hiç bir şey için dişımi sıkmama gerek de yoktu. Derslere gitmemek için bir bahane de bulamazdı insan bu atmosfer içinde, içinde yaşadığı soluksuz yoksulluğa rağmen. Yine sıradan ve yağmurlu bir günde evden çıkarken aynı katta oturan başka bir öğrenciyle derse gitmek üzere yola çıkarken koyu bir sohbetle Biengen Caddesinde ki ana binaya kadar sadece ve sıcak bir sohbet ciddiyetiyle biraz daha çevremi genişletme memnuniyetiyle saat 19:05’de yeniden buluşmak üzere herkes dersliğine doğru gidip gözden kaybolduk. Ve akşam dersten sonra Lahn nehiri kıyısında ki kahve-barlardan birisinde buluşan bir üçlü olmanın ve derin bir sohbete dalarak zamanı zamansılıkla ve ölçüsüzce saatlerce sohbet ederek Almanca da ilerlemem için sözlük eşliğinde onlarca kelimeyi vokabel defterime yazmanın sevincini yaşamaya başladım adım adım. Ve o dostluk bugün bile sağlam bir şekilde atıldığı temel üzerinde sürüp gitmektedir. Bu değerli arkadaşlarımdan benden beş ve on yaş daha küçük olmalarına rağmen çok şey öğrendim ve elimden gelen her türlü dostluk özverilerinde pilav ve kuru fasülye yemeye iki Alman dostu kazandırarak sevdirmiş birisi olarak ve Türkiye siyaseti, Aleviler, Kürtler, diğer etnik gruplar hakkında doğru, tarafsız ve önyargısız bilgi verme üzerine kendimle her zaman gurur duymuşumdur.
Dostluk adına, Martin ve Marina’ya her zaman ki gibi gıyaplarında teşekkür ediyor, her ikisine de gerek iş gerekse aile ve özel hayatlarında sonsuz başarılar temenni ediyorum. Ve böyle güzel insanlarla tanışmış olmanın büyüsüyle yaşamaya çalışan birisi olarak daha nice dostluk dolu yıllar diliyorum üçümüze birden.
Saygılar!
Pedagog Hasan Hüseyin Arslan - Wuppertal, 08.02.2024. Bu anı 30 yıl sonra yazılmış bir yazıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.