Bir Başınalık Sendromu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
hayat kapkara bir çarşaf gibi aslında. kapkara bir çarşaf, üzerine de minik beyaz noktalar serpiştirilmiş olan, öylesine hoyrat, öylesine gelişigüzel.
tabii biziz o noktalar. sen, ben, bunlar. ve o hiç karşılaşmadıklarımız, o hiç duymadıklarımız, o hiç dokunmadıklarımız. varlığı ucube sayısız noktalar ki, gerçekte var sayılmayan, hesaba katılmayan iki ayaklı kederlerdirler. anlayacağın, kirvem; kimliksiziz hepimiz. değersiziz, anlamsızız ve kendine bile yararsız ve gereksiziz. hakikat bu. sadece bu.
şu an okurken bu satırları delirdiğimi düşünüyorsun, değil mi? hayır hayır, deli değilim. en azından şimdi değil. bundan emin olmanı isterim, seni bir nebze haklı bulsam bile, var say ki deli olmanın eşiğindeyim, ama "henüz" tümden orada değilim. şimdilik bunu demekle yetineceğim. tabii ki, inanıp inanmamak da sana kalmış kirvem.
bilirsin; ısrarı hiç sevmem. bilirsin; ille ikna etmek gibi bir misyonum da olamaz zaten. özgür ve yalın iradene, anlayışına kalmış artık aklımı yitirdiğime inanmak ya da inanmamak. - boş ver, dediklerimi düşünme gitsin!
gerçi çok da iyi biliyorum ki, senin beni düşünmekten daha ala uğraşların, endişelerin var. bu durumda beni düşünmeni ortaya atmam, iyi bir budalalık neticesi. ama yine de azıcık kulak verirsen bana sevineceğimi de bilmeni isterim. seçim senin.
asıl konuya geçecek olursak... evet, dünden beridir ben bende değilim. bugün de kendime yabancı gibiyim. sokakta karşılaşsam kendimle ne tanırım kendimi ne de selam vermek geçer usumdan, bu kesin! evet evet, dünden beridir devasa bir moloz yığını gibiyim. say ki plastik ve lastik atıklarından oluşan gereksiz çöp yığınıyım. sanki bir trajedi ertesi bilincini yitirmiş lal bir hiçim. neden mi? nedenler öylesine fazla ki, sana hangi birini anlatayım.
hem anlatmak neyi değiştirir, neyi? anlatmak seni de çöpün içine çekmek gibi olmaz mı? yok yok yapamam bunu! ne de olsa halhazırda küflenmemiş, çürümemiş - zerrecik de olsa - yanlarım var empati yapan. senin de sana muhtaç olan çoluk çocuğun, neme lazım... uzun sözün kısası, kirvem; çözümü olmayan bir çelişki içerisindeyim. yüreğim çırpınıyor taşmamak için. beynimin suları deviniyor karanlık dipsizliğinde. ve bedenim de bu iki yanımın labirentinde istikrarsız, gidip geliyor. bu nedenle henüz çürümeyen, küflenmeyen azınlık yanım da yorgun düşüyor.
lo, bu lal dilim handikap bedenimin hangi yanına ayak uydursun? dağarcığım hangisini kılavuz bilsin? anlaşılacağı üzere karman çorman bir dilemmanın içinde kalakalmışım. bunun içindir ki bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum...
paradoksal olan ne biliyor musun, kirvem; ister kalbime danışayım, siter beynime... sonunda zifiri bir zulaya çıkıyor varlığımın adımları. karanlıkta körkütük körelmek gibi bir şey bu. ruhumsa ıssız buzullarda yalın ayak ölüme terk edilmiş gibi kimileyin.
sahi insan buz üzerinde kaç dakika, kaç saat yaşayabilir yalın ayaksa? yalın ayak olmak çırılçıplak olmakla eşdeğer değil mi? ben kesin buz parçası oluveririm bu durumda. ne eriyebilen, ne taşınabilen ve işe yaramaz bir kütle yığını yani.
neyse... yine saçma sapan düşüncelerimle kafanı bulandırıp yordum. bağışla, bağışla!
gördüğün gibi, kirvem; iflah olmaz ve çetin biriyim. ve bir maymundan da yok bir farkım. daldan dala atlayıp duruyorum boyna, hem de gözünün önünde. istikrarsızlığım su gibi berrak. bireysel balansım zaten bir zerre, tıpkı o kara çarşaf üzerindeki noktacıklar gibi. hem "neden" diye sorma, n’olur! neden(ler)den çok ne var ki bu alemde, teo...
hani, diyorum; biraz didaktik düşünürsen bulursun bazı yanıtları - hem biraz ayıp olmuyor mu? ne bileyim, bunca soru da sorulmaz ki kafatasının içi çöp yığını olan birine!
seni bilmem, ama uzmanlar okusalar ilenen bu satırlarımı, anında ağır bir teşhis koyarlar bana. gerçi teşhis koymaları neyi değiştirir ki? yüreğimi ve beynimi yerinden söküp alamayacaklarına göre, bir anlam taşımaz tanıları, sundukları deneyler vs. her girişim avuntu sadece...
üstelik kime ne içimde devinen kaosun ahvalinden. dünya karmaşadan bu denli kararmışken, koca koca insanlar bu denli berbat, rezil ve zombileşmişken, kuşlar bu denli korkmuşken, dahası düşler de kavramını yitirmişken... benim minimalist hayatımın ne önemi var, kime fayda sağlar, asosyal ve zararsız yaşamım kimin umrunda olabilir ki? düşünsene be kirvem; beni ciddiye alıp, kandırmaya bile kalkışmıyorlar artık. neymiş efendim, ağaçları sevmem, onlarla konuşmam zorlarına gidiyormuş. inançlarını benimsemiyor olmama fena halde gıcık oluyorlarmış. "canınız cehenneme!" deyince de, "tu kaka" oluverdim kalplerinde. işte, öbür noktalarla ahvalim bu, güzel kirvem.
ma endi neyse... tavsiyemdir; bu eften püften ayrıntıları unut gitsin. ayrıca, ruhun sıkıldıysa pencereni aç ve biraz oksijen solu. (sahi sizin orada oksijenin kokusunu alıyor musun hala?)
ya kirvem; parantez üstüne parantez açtım, n’olur bağışla. konudan konuya atladığım için de bağışla ve... neticede hiçbir şey anlatamadığım için de bağışlama istersen. her şeye rağmen canın sağ olsun, derim. cidden bak, aynen dediğim gibi, (gerçi bir şey dememe gerek yok, sen zaten leb demeden leblebiyi anladın) yani ki, teşhis konulması gereken bir vakayım. bu nedenle yaklaşma bana, uzak dur. moloz olmak istemiyorsan tabii, seni sevenlerin hatırı için de olsa uzak dur mecramdan.
gerçi sen şimdi çoktan analize balamışsındır da. düşündüm de; bu benimkisi bir "bir başınalık sendromu" mu yoksa?
"bugün", demiştim az önce: bak, gece olmuş bile.
söyler misin, kirvem; ben yarına nasıl çıkarım şimdi? ya çık(a)mazsam?
çok korkuyorum...
H. Korkmaz 7/2-24 Sthlm
YORUMLAR
Tüya
Sen her daim hoş gelirsin ve rengarenk çiçeklendirirsin sayfamı...
Çokça sevgiler olsun o pak kalbine
Değerli şiir ve edebiyat dostlarım, kirvelerim,
Aslında hepinize tek tek teşekkür etmek isterdim; çünkü, umut verci, öğretici
ve etkili yorumlarınızla yeni pencereler açtınız bana. Analizlerinize, eleştirilerinize çok kıymet verdiğimi de bilmenizi isterim.
Bildiğiniz üzere, bazen duygularımız dört duvar arasına kapatılmış suçsuz bir mahkum gibidir.
Susuzdur.
Işıksızdır.
Gülmeyi unutmuştur
Yemeden içmeden kesilmiştir
Ve insan sesinden uzaktır.
Biçare, kendi kendiyle söyleşir. Kendi kendiyle söyleşmek bir umut ışığıdır tünelde...
Düşünebilen insanlarız. Dolayısıyla kendimizi, dünyamızı ve olup bitenleri anlayabilmek için sorgularız, sorgulamalıyız da. Çünkü, anlamadığımiz, hükmedemediğimiz, kolumuzun ermediği öyle çok şey varki etrafımızda...
Bu bakımdan bu monolog, hayata tutunmak için tek teldir belki - en azından benim için bu böyledir. Zaman zaman ona sıkı sıkı tutunmam da bundan. İşte, yazmanın tılsımı burada can buluyor; değerli ve etkilidir...
Ruhumu anlık da olsa huzurlu kılandır yazmak. - yeterince dilim dönmese de - ve bir panzehir işlevi görür. "Karanlık zindandaki" yaraları iyileştirmez belki, ama acısını dindirmek için en etkili çıkış yoludur...
Ve tahmin ediyorum ki, bu yazdıklarımdaki pesimist uslup ve ifadeler, konspire teorilerene de bir yoldur. Olabilir. Olsun, varsın öyle olsun! Zira onlarsız olmak, yoksul olmak değil midir!?
Hem kendi iç dünyasını, eksiklerini ve potansiyelini en iyi bilen yine biz kendimiz değil miyiz?
...
Tekrar çok teşekkür ediyorum saygıdeğer varlığınıza ve katkınıza.
Selamlar, sevgiler ve esenlikler olsun...
Yinsani
Tüya
Alınmanıza neden olduğum için bağışlayın, kirvem :)
Bu eleştiriniz kulağıma küpe olur artık, bir dahaki sefere!
Saygılar, selamlar benden.
Yinsani
iyi geceler..
Tüya
De hadi, öyle olsun! :)
Hem gurur duyarım kirve olarak kalırsam...
Ancak takdir ettiğim araştırmacı ve analitik yanınızdan dolayı, kirveliğin kültürel geçmişini yazmayı size bırakıyorum, hoş görünüze sığınarak.
Teşekkürler, saygılar, Yinsani kirve
Kirvem :)
Bir başınalıktan bahsediyorsak bir yerde o yer, o an artık başka bir benle tanışma faslıdır, kirvem.
Ama “ben” den öncesi var;
Zira o vakte kadar -bir başınalık vakti- tanıdığımız ve pek ala tanıştırdığımız “ben” muhatabına gayri kabili vicdan semeresi bir incelikle, mahçubiyetle ve pek çok zaman ise mecburiyetlerledir. Buna mukabil burada sergilenenler pek ala alış-veriş üzerine bir temele oturuyor. Tüm bu alışverişin ederi, muhatap durumun, olayın, olgunun, nesnenin ya da kişinin pahası kadar oluyor.
Nadir bir nesneyi onun zıddında ki ucuz bolluklarla mübalağalar ile tartarız. Yalnız insanı, zavallı bir anlamsızlıkla ve tehlike addetmeyen kalabalık bir anlaşılmazlıkla tarif ederiz.
Oysa bir başınalık fena şeydir, kirvem
Bir başına bir insan, başlı başına bir anomalidir
Geri kalan kalabalıkların uğruna hayatlarını tükettikleri nice şeye para pul makam ünvan şöhret ideoloji, din vb olgulara bilinçli bir sırt çevirme halindedir bu yüzden tehlikelidir hatta bu biraz sakıncalı piyadedir :)
Bir başına olup yalnız hissetmeyen başı dik durup diklenme lüzumu hissetmeyen hatta o sessiz duran adam halleriyle ürpertiler veren bir başına kimse an itibariyle başka bir fasıla geçmiştir.
Bende bu durumu bir başınalık sendromu değilde
Geride kalanların sendromu diye tarif etmek daha Tatlı ve adil bir ifade olacaktır.
- kirveeemm hallarımı böyle yaz :)
Tebrikler saygı ve selamlarımla
imzacık şey edeyim . plan program yap kirvem:) uymasan olur plana programa.. hem uysan da pek bir şey değişmez, yani zihin bu mecrada artık büyümez, beden de üç aşağı beş yukarı kilo al kilo ver yine bulur zihnin vücudunun destek direnç çizgisini. yani kirvem anlattıkların ne kadar çok olsa da, asıl; yani o çarşafa asılmış duran bedenler gibi değil mi gerçekte. ben de ne dediğimi bilmiyorum lakin bir tebessüm ediyorum, her şeye de gülünmez diyorlar ama yapacak bir şey yok, yanak, dudak göz altı alın kaslarım tebessüm halinde kitlenmiş. millet ağlar ben gülerim, millet gülse ben yine aynı sıfat, kimi sırıtma der ama diyorum ya elde değil, kilitlenmiş artık kafatasım ile yüz derim... kirpiklerim de oynamasa arada ben bile düşünüyorum acaba bu surat benim mi diye. kirpiklerimiz yüzde kaç oranında irademize bağlı bilmiyorum ama arada bir aç kapa yapıyoruz ya çok büyük değişiklik, ferahlık, huzur yani.. sana daha çok huzur dilerim..
üstadım güzel bir açıklanamayan açıklamaydı:)
en seveninize emanet
sağlıcakla.
Korkularımız kor
yanlızlıklarımız dağ
Milyonlarca insanın içinde toprak zerresi içimiz
Görülmez anlaşılmaz
Çaresiz bırakılmış bir nehir beynimiz
Sustukça kalınlaşan sertleşen yosun tutan duyguların kırdığı yarığın fısıltısı bu yazının iç bilinci
Öyle yalnız ve öyle kalabalığızki
Tebrikler sevgiler tüya 💕🪷
''Bir Başınalık Sendromu''
Başlığını okuduğum an geniş açılıkta ne anlatmak istediğini kavrayabilmen açısından Google dedemin kütüphanesi doğru yola koyuldum 😊
“Yalnızlık ve tek başınalık” birbirine karıştırılan iki kavram…
Sosyal bir varlık olan insan istediği ölçüde sosyalleşemediği ve insanlarla bağlantıda kalamadığı zaman kendini yalnız hisseder. Bu bazen tercih edilen bir durum gibi görünse de aslında yalnızlığa maruz bırakılırız.
Yalnız olmak çok sevmediğimiz, yalnız olanlara acıdığımız bir durumdur kafamızda. Bu nedenle yalnızlık korkulan, acınılan ve insanlara psikolojik olarak iyi gelmeyen bir haldir. Yalnızlıkta; toplum tarafından anlaşılmadığınız, kişiliğinizin, varlığınızın ve düşüncelerinizin kabul görülmemesi durumu vardır.
Tek başınalık ise kişinin kendisinin tercih ettiği ve kendisiyle sosyalleştiği bir durumdur. Yalnızlıktan korkan insan tek başına kalmak istemediği için tek başına kalmanın olumlu yönlerini fark edemeyebilir. Yaratıcı yalnızlık olan tek başınalığı deneyimlen insan sayısı azdır. Tek başınalık, olumlu ve yaratıcı sonuçlar yaratma durumu ile yalnızlıktan ayrışır.
Yalnızlıkta; duygusal boşluk hissi, özlem, yakınlık ihtiyacı, eksiklik duygusu ve korku vardır. Tek başınalık ise, bireyin belli süreler içinde kendi kendisiyle hem hal olduğu, kendi kendine yettiği ve mutlu olduğu bir durumdur. Tek başınalığı tercih edenler bir ötekinin varlığına ihtiyaç duymazlar. İç huzurları çok yüksektir.
Tek başınalık illa tenha bir ortam da gerektirmez, insanlarla bir aradayken de kalabalık ortamlarda da tek başınalığınızı yaşayabilirsiniz. Burada kriter; zihninizi başka zihinlerden gelen uyaranlara karşı uyanık tutmaktır. Mekân ve insana bütünüyle kendini kaptırmak yerine anın farkında olarak duygu, düşünce ve isteklerinizi hissederek o ortamı yaşamaktır, tek başınalık.
Tek başına olmak bir tercihtir; değerlerimizi, yaşamımızı gözden geçirmemizi sağlayan ve ruhumuzu olgunlaştıran bir fırsattır.
Siz yaşamınızda yalnızlık ve tek başınalığı nasıl yaşıyorsunuz?''
Ortaokul dönemlerimde benimle aynı sınıfta bir ön sırada oturan arkadaşımın yalnız kalma korkusunu anlatırdı. O zaman yalnız kalmak ne demekti onun farkında bile değildik. Bizim evin her bir köşede dolaşan düzüne üstü kardeşler olunca yalnızlık kavramı bizi es geçiyordu...
''ya çık(a)mazsam?
Bütün mesele sonuç kelimesinde ‘’ya çık(a)mazsam?’’
Bu okuduklarımdan hem kendimi hem de arkadaşımı düşündüm.
ya çık(a)mazsam? yaşadığımız an yaşama tutunma karakterimiz zayıflar.
Arkadaşım da kaygı bozukluğu başlangıcı ilaçla tedavilerle sağlıklı birey olma çabaları hayatı boyunca uyku hali ilaçlara mahkûm oldu.
Hemen hemen hepimizin adını koymadığı hüzünleri vardır. Yalnız ve kendimizle baş başa kalma isteği. Sonra toparlanır hayata kaldığımız yerden devam ederiz
Gün aydı sabah oldu….🌸
ben de bazen o kadar anlamıyor ve bilmiyorum ki Tüya. ne yapsam ne söylesem söylenmemiş hatta duyulmamış gibi oluyor.
yazdıkların bugünler de düşünüp yazamadığım şeyler. içinden çıkamadığım duygular.
ve yine bilmiyorum nasıl çıkarız bu durumdan. belki de bilmemek daha hayırlıdır. bu kaos gereklidir insan yanımız için. neyse susmak istiyorum:)
çok sevgimle
tebrikler
Oysa ki ne çok şey anlatmışsınız .Ülkemin panoraması adeta çizilmiş.Ağrının zirvesinde.Zira en yüksek tepe Ağrı'mız da..Fotoğraf gayet net.Muhteşemsiniz..Yazınız da muhteşem!..Zirveden temaşa..,Kafasını kuma gömüp kendini zirvede sananlara en muhteşeminden bir gönderi mı?..haşaaaa..
Kutluyorum güne ışıyan başarınızı.Fedakâr ,vefakar, mahir kalemi selamlıyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.
Ufacık bir not; Hep kızım sana söylüyorum gelinim sen anla denilmez değil mi amma!..
Saraydaki damatlara da kapak olsun!..
Bir başınalıkta müthiş üretkenlikler vardır. Kendi kendini keşif, bir nedenle kaybettiğin kendini bulma veya kendine varma. İnsan kendini keşfettikçe çoğullaşır. Bu çoğullaşma imi benim üzerinde çok kafa yorduğum bir hal. Çok samimi bir çoğulluk bu, bir olgunluk durumu, kendini var etme var ettikçe çoğullaşma. Dolayısıyla ben bunu bir zenginlik olarak görüyorum. Yarına çıkmak umutlar olduğu içindir, aksi halde en kolay şey insanın kendini bugünde bırakıvermesidir.
Çok samimi bir iç döküşü okuduk. Böylesi nefis bir anlatı için tebrik ediyorum.
Hem bir başınalıkta bir deha olan iç sesi güzelliklerle, zenginliklerle dolu büyük üstad Ahmet Arif bak ne güzel dökmüş içini;
"...Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip..."
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?”
Selam ve saygılarımla kirvem.
ıssız şiir tarafından 8.2.2024 22:15:34 zamanında düzenlenmiştir.
"bir başka deyişle: bir trajedi ertesi bilincini yitirmiş lal bir hiçim. neden mi? nedenler öyle fazla ki, sana hangi birini anlatayım. hem anlatmak neyi değiştirir?"
Yaşadıklarımız, başımıza gelenler ,gelecek olanlar
evrenin sonsuzluğu içindeki bir zerrenin havada
saf saf uçuşması gibi bazen nefes alırken
tıkanmak gibi ya da boşver bütün bunları ellerimiz
cebimizde , dilimizde tanıdık bir ezgi voltalayalım...
"Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki.."
Yüreğine sağlık sevgili Tüya...
Sevgimle...