- 213 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Mavi ve Kırmızı
Antonia Flavia otuzlarında, hoş bir kadındı. Adı şimdi unutulmuş, eski bir aileden geliyordu. On altısında kendisindne yaşça büyük, gelecek vaat eden Marcus Flavius ile evlendirilmişti. Kocasına karşı görevlerini ziyadesiyle yerine getirmiş, ona iki evlat vermişti. Marcus arada iki kızına bakıp, bir oğlu olmadığına hayıflansa da genel olarak hayatından memnundu. Senatoya gidiyor, Etruria’daki çiftliklerinin yönetimi ile bizzat ilgileniyor, at yarışlarına pek bir düşmüyor ve aile dışından kadınlarla görüşmüyordu.
Yine de Antonia Flavia mutsuzdu. Capua’dan Roma’ya göçen, sonradan görme yeni zengin Olivia Orata onun canını sıkıyordu. Aristokrat kökenli olmasa da villasının kapısından içeri giren nüfuzlu kadınların haddi hesabı yoktu. Onun egzotik yerlerden getirdiği köleler, hayvanlar, seremoniler herkesin dilindeydi. Her ne kadar yakın arkadaşı Plotina Naevia “Geçici bir yenilik Roma’nın gündelik hayatı için. Ona olan ilgi zamanla azalacaktır, merak etme” dediyse de Orata’lara olan ilgi bir türlü dinmiyordu.
“Sence Olivia bir takım senatörlerle yatıp kalkıyor mudur?”
“Flörtöz olduğu su götürmez ama bir şey yaptığını sanmıyorum. Yemek yediği kaba tükürmeyenlerden...”
Bir gün, iç avluda güneşlenirken kalfası Niobe panik içinde geldi:
“Hanımım, hanımım, felaket!”
“Ne oldu?”
“Köle çocuklardan Petrus... Alışverişe yardım etsin diye pazara giden grupla onu da göndermiştik.”
“Ne oldu? Kaçtı mı yoksa?”
“Keşke kaçsa. Yakalanır, derisi yüzülür, sorun çözülürdü. Halbuki sersem çocuk oradaki hamallarla senli benli olmuş, sonunda da eve bit getirmiş”
“Bit mi? İğrenç! Çabuk gönderin onu, nereye olduğu önemli değil.”
“Çok geç hanımım. Mutfaktakilerin bazılarına da bulaştırmış. Sizin bir an önce Etruria’daki çiftliğe gitmeniz gerek”
“Etruria mı? Ama bu Roma’yı Olivia’ya bırakmam demek.”
“Hanımım, ya sizde bit olduğu duyulursa? O zaman geri almamak üzere her şeyi Olivia’ya bırakırsınız.”
Kalfa doğru söylüyordu. Orta yaşlı kadın elleriyle efendisinin yolluğunu hazırladı, onu arabaya bindirdi ve Etruria’ya gönderdi. Antonia yaşlı gözlerle Roma sokaklarına bakarken Olivia Orata’ların villasının akşamki ziyafet için hazırlandığını gördü.
...
“Yuh! Bütün bunları şu lanet tabletinden mi çıkardın?”
“Evet, ne var ki? Büyük olasılıkla böyle olmuştur.”
Masanın üzerindeki kurşun yapraklar yığılı idi. Romalılar birine beddua edecekleri zaman bir kurşun yaprağa lanetleri yazıyor, sonra da onu ya bedua kuyusuna atıyor ya da hedefteki kişinin evinin bir yerine gizlice yerleştiriyorlardı. Önümüzdeki yığın İngiltere’nin güneybatısıdaki Cotnwall’dan geliyordu. Yığından çekip almış olduğum yaprağa baktım. Üzerinde Antonia Flavia’nın bedduası vardı:
“Olivia Orata’yı ve onun hayatını ve aklını ve hafızasını lanetliyorum. Karaciğerini akciğerine karışsın. Tüm sözleri, düşünceleri ve hatırası çözülmez şekilde birbirine dolansın ki gizli kalması gerekenleri dile getiremesin”
“Birincisi, tableti güneybatı İngiltere’de, Cornwall’da bulduk, ne Roma’sı, ne Etruria’sı?”
“Kadının aile adı Flavius. Ne işi var bir Flavius’un Britannia’da?”
“Büyük Konstantin’in ne işi varsa, Flavius’un da aynısı vardır. Ya validir, ya da lejyon komuta etmeye gelmiştir.”
Ashley’nin söyledikleri akla yatkındı. Yanıt vermeye kalkışmadığımı görünce devam etti:
“Üstelik elindeki laneti bir oku. Olivia Orata laneti ilgiyi üzerine çekerek kazanmış değil ki. Belli ki Antonia’nın bir sırrını ifşa etmiş. Tahminen genç bir sevgilisi filan olduğunu söylemiştir.”
“Bir köleyle ilişkisi olduğunu öğrenmiş olamaz mı?”
“Yok, evde kölelerle olan evde kalır. Kolay kolay dışarıdakiler bunu bilmez, bilse de önemsemez.”
“Ben hala laneti bir sadakatsizliğin ortaya çıkmasındansa yeni zenginin eski köklü aileler tarafından kabul görmemesine bağlıyorum.”
“Ve de yanlış yorumluyorsun. Bir sonraki lanette ne yazıyor?”
Masaya eğilip, diğer kurşun lanet yaprağına baktım:
“Sana yalvarırım ey ruh, her kimsen ve sana emrediyorum...”
“Hem yalvarıyor, hem emrediyor! Sonra da eminim ‘Benim lanet niye çalışmadı?’ diye merak ediyordur”
“Araya parazit yayın alma da yazılanı oku”
Çaresiz baştan aldım:
“Sana yalvarırım ey ruh, her kimsen ve sana emrediyorum ki yeşil ve beyaz takımların atları bugün bu saatten itibaren acılar çekerek kıvransınlar ve inleye inleye ölsünler. Ayrıca yarış arabalarının sürücüleri Clarus, Feliz, Primulus ve Romanus da ölsünler”
Bir sessizlik oldu. Ashley duyduklarına inanamamıştı:
“Kim böyle düşünüp böyle bir lanet yazar ki? Bu nasıl bir fanatizm?”
Aklıma yeşil beyazlı Bursaspor şampiyon olduğunda Fenerbahçeli taraftarların kendi stadyumlarını yakmaları geldi. Ashley’e bundan bahsetmedim. Elin Surrey’li kızı nereden bilecekti timsahlarla kanaryaları?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.