- 214 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMDAN İLK TOKAT
Evlerine kadar gidip, birlikte oynamaya başladığım ilk arkadaşlarımdan biri, Ormancı Ömer amcanın oğlu, sınıf arkadaşım Orhan Arslan’dı. Daha sonraları da Sedat Güler ve Varol Aşık. İbrahim ağanın büyük damadı Rıdvan amcanın da evine, özellikle yemek için davet edildiğim çok olmuştur. Onların çocukları Akın ve Coşkun Meraklı kardeşlerle de oyun oynadığım, zaman geçirdiğim oldu. Onlar benden oldukça ufak oldukları için, pek arkadaşlık diyemiyorum ama güzel insanlardı. Yine İbrahim ağanın küçük kızı Semahat ablanın da evine gittiğim, yemeklerini yediğim ve çocuklarıyla oynadığım oldu. Onlar da güzel insanlardı. İbrahim ağanın eşi Müzeyyen teyze de , özellikle Ramazan günlerinde yemeğe çok defa davet etmiştir.
Hayvancılık olduğu için, gübreler de genellikle açıkta toplandığı için olacak, kara sinek ve hatta sivrisineğin de bol olduğunu söylemem gerekiyor. Özellikle kahvemizde, babam onlarla baş etmekte çok zorlanıyordu. Masalara, kül tablalarının içine, çeşitli sinek öldürücü ilâçlar koysa da, bir türlü baş edemiyor, bu yüzden de sürekli öfkeleniyordu.
Bir gün, bahçeye açılan kapının dışında oturmuş, oynuyordum kendi kendime. Kısa pantolon giymiştim ve dizlerim oldukça yara bere içindeydi. Sürekli yaralarıma konan sinekleri kovmaya çalışıyor ama bir türlü baş edemiyordum. Bu durum biraz uzun sürünce, sinirlenip bağırarak ağlamaya başladım. Nasıl feryat ettiysem, babam endişeyle koşarak yanıma geldi.
- Ne oldu oğlum, niye ağlıyorsun ? diye sorunca, ağlayarak, gözlerimi ovuşturarak ;
- Sinekler ısırıyor, der demez, tokadını suratımda hissettim. Bu, babamdan yediğim ilk tokat olmuştu ve canımın yandığından çok, ağrıma gitmişti, içerlemiştim. O yüzden uzun uzun ağladım o gün.
Yine o günlerde, çocukların, anne babalarının korkusuyla, birlikte oynamaya çekindikleri Bayburt’ lu Hilmi ve Nuri ile birlikte , köyün az dışındaki bir dereye yüzmeye gittim. O dereye yakın koyun ağıllarından köye gelmekte olan, Cemil kâhyanın oğlu İrfan ağabey, benim derede olduğumu görünce , kenardaki çamaşırlarımı alıp, doğruca kahvedeki babama götürmüş. Hilmi ile Nuri’nin de yanında olduğumu söyleyince, daha bir gece önce beni kahvede yıkadığını da hatırlayıp, iyice öfkelenen babam, küplere binmiş bir öfkeyle yanıma kadar geldi. Dereden çıkar çıkmaz, ikinci tokadını da patlatıp söylenerek çamaşırlarımı uzattı. Cezam bu defa bir tokatla bitmedi. Kahvenin yanındaki ahıra hapsetti beni. Bir kaç saat orada kaldıktan sonra, Hamza dayının ısrar etmesiyle çıkardı oradan.
Elektrik ve dolayısıyla da buzdolabımız olmadığından, gazozlarımızı , soğuması için, bahçedeki kuyuya, iple tutturulana bir sepetle sallandırıyorduk. Ceza verilmişcesine, o günlerde, kuyudan gazoz sepetini de ben çekmeye başladım. Fakat, bazen düşürüyordum şişeleri kuyuya. Cam gazoz şişeleri depozitoluydu. Kuyuya düşmeleri oldukça zararımıza oluyordu. Çoğu zaman gizliyordum babamdan, şişeleri kuyuya düşürdüğümü.
Orhan’ın babası Ormancı Ömer amca, Bayramoğlu’na denize giderlerken, Orhan’la birlikte beni de götürmeye başladı. O yaz, bir kaç defa gittiğimi hatırlıyorum. Çok mutlu oluyordum. Bazen de bizi Orhan’la güreş tutturuyordu Ömer amca. Ben çok zayıf olmama rağmen, bazen ben de yenebiliyordum Orhan’ı. Orhan, çok iyi bir çocuktu. Asla kavgamız, döğüşümüz olmadı. Beni ağlattığını da hatırlamıyorum. Üç tekerlekli bisikleti vardı; o binerdi b, ben de arkasından iterdim bisikleti. Bir defa köy içindeki bir ağaçtan düşerken tutmaya çalıştım Orhan’ı. Yine de dudağı oldukça ağır yaralanmıştı.
Gebze’nin köylerinden, küfelerle üzüm getirirdi köylüler satmak için. Babam , onlardan toptan aldıkları üzümleri, kahvenin bahçesinde satmaya başladı. Yazın iyice sonlarında, kavun- karpuz satmaya da başladık. Bahçemizdeki kuyunun yakınına sergi yaptık. Özellikle kavun ve karpuzdan genellikle zarar ederdik. Geceleri ben karpuz sergisini beklemek için karpuzların arasında yatmaya başladım. Hırsızlığın pek görülmediği bu köylerde, en azından gençler, açıkta buldukları karpuza ve hatta bazen boş gezen tavuklara el sürmeyecek kadar da dürüst değillerdi. Fakat, benden bekçi mi olurdu, karpuz sergisine ?
Yaz sonu geldiğinde, gazoz şişelerimizin oldukça önemli miktarda eksildiği ortaya çıktı. Daha önce adından söz etmediğim Bahçevan Doktor Basri amca vardı. Köyün ikinci büyük bahçevanı oydu. Babamın ricasıyla, bahçesinden getirdiği su motoru ile, bizim kuyunun suyunun tamamını boşalttı. Şimdi sıra, suyu boşaltılan kuyunun dibinde görülen gazozları çıkartmaya gelmişti. Babam, hiç tereddüt etmeden, beni yanına çağırıp, belime bağladığı iple kuyuya sallandırdı. Korkudan ne diyeceğimi bile bilmeden, kendimi kuyunun dibinde buldum. Altı metre kadar derinliği olduğu söylenen kuyumuzun etrafı sıvasız, harçsız taşlarla örülüydü. Herhangi bir taşın benim üzerime hatta başıma düşmesi mümkündü. Herhalde, Allah’a emanet sallandırılmıştım o anda. Yanıma sallandırılan sepete, kuyunun dibinden topladığım gazozları doldurmaya başladım. Kısa sürede, oldukça gazozu yukarıya göndermiş oldum.
Kuyudan çıkartıldığımda, adeta bilinçsizce , boş boş etrafıma bakındım bir süre. Belimdeki ip çözüldükten biraz sonra, birden bire bahçenin bir köşesine kaçtım, çöktüm ve uzun uzun ağlamaya başladım.
Kötü değildin babacığım, cahildin sadece. Bana bir şey olsaydı eğer, yüreğinin yanacağından ve ömür boyu vicdan azabından da kurtulamayacağından eminim. Şükürler olsun ki, koruyan korudu, hem benim canımı, hem de senin vicdanını.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.