0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
157
Okunma
Bu denli mütevazı olan bir insan acaba evinde nasıl yaşamaktadır.Bu konu hanımı Hz.aişe (r.a.)validemize sorulduğunda şu bilgi alınmıştır:
"-Peygamberimiz (s.a.v.) evine geldiğinde herhangi bir fevkaladelik ve inziva göstermeden insanlardan herhangi biri gibi tevazu ile davranırdı. Kendi elbisesinin söküğü ile meşgul olur, koyunları eli ile sağar,ailelerine ev işlerinde gerekli olan kısımlarda yardımcı olurdu.Çarşıya pazara gider,bizzat alış-veriş yapar ve yükünü kendisi taşırdı.Ashab-ı Kiram: -"Müsaade buyurunuz da biz taşıyalım" derlerse de:"-Herkes kendi yükünü kendi taşısın" buyururdu. Pabuçlarını kendisi tamir ederdi." (Tirmizi,a.g.e.,Şemail,57)
Günümüzden, geçmiş tarihlere kadar şöyle bir incelendiğinde;Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâmdan dünya ve ahiret makamlarınca aşağıda bulunan bir çok kişi Peygamberimizle Aleyhisselâtü Vesselâm kıyas kabul edilemeyecek ölçüde şaşaalı,debdebeli,lüks bir hayat yaşamış ve halen de yaşayanlar bulunmaktadır. Oysa Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm evinde olduğu gibi her ortamda insanlarla ilişkilerinde ve peygamberlik vazifesini icra ederken de aynı tevazuyu göstermiştir.Mesela;Bir gün sahabelerden Abdullah b.Yusr ziyarete gelmiş,huzura girince titremeye başlamıştı.Bunu gören Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm o kişiye şöyle dedi:
"-Arkadaş, titreme! Ben kral değilim, Kureyş’den kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum."
Bunun içindir ki:Müslümanlık,bir taraftan mütevazı olmayı teşvik ederken,diğer taraftan onun insanı zillete düşürecek olan derecesinden şiddetle menediyor.Hatta tevazu göstermeye layık olanlarla kendilerine karşı vakar davranmak icab edenleri de ayırıyor.
Şerefli insana yakışan da mütevazı ve vakur olmaktır. Böyle insanlar,herkes nazarında çok sevilen,sayılan kişiler olurlar.Yoksa, vakar,bir büyüklenme hali değildir.Aksine ilimden ve hilmden doğan bir fazilettir.Bunun aksi olan "hıffet" kişiyi küçük düşürür.
Yalnız dikkat edilmesi gereken bir nokta, alçak gönüllü ve ağır başlı olmanın ölçüsünü çok iyi ayarlamaktır.Mesela,aşırı şekilde gösterilen tevazu kişiyi yücelteceğine tam tersi alçaltır. Tevazu gösterelim derken başkalarının çirkin sözlerine ve davranışlarına boyun eğmemeliyiz. Aynı şekilde vakur olalım derken, kibirlenip gurura kapılmamaya dikkat etmeliyiz.Bu noktaya çok güzel bir örnek veren Bediüzzaman Hazretleri şöyle demiştir: “Büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki,vakarlı olmayı gerektirir. Bu bakımdan makamın izzetini muhafaza edecek davranışlarda bulunur. Meselâ,her ziyaretçi için tevazu göstermek alçalmadır, makamı küçük düşürmektir. Fakat kendi evinde, makamdaki vakarı göstermesi gurur olur. Ne kadar mütevazı olsa iyidir.
Demek ki idarecilerin makamındaki ciddiyeti,ağır başlılığı,vakardandır.Makamının hakkı olan ciddiyeti terkeder, vakur olmazsa zillete düşer.Fakat aynı idarecinin evinde de makamındaki ciddiyeti takınması kibirdir.Bu kişinin evindeki alçak gönüllülüğü ise tevazudandır.
Bizlerin dikkat etmesi gereken bir konu da; verilen bir nimet karşısında tevazu göstermek bazen nimeti hiçe saymak,bazan da onu gururla anlatmak iftihar olur.Bu iki harekette doğru değildir. İkisinin ortasının bulunması gerekmektedir.
Kıymetli taşlarla süslenmiş bir elbiseyi biri bize giydirse ve onunla çok güzelleşsek,insanlar bize dese, "Maşaallah,çok güzelsin,çok güzelleştin." Eğer biz tevazu göstereceğiz diye desek, "Hâşâ, ben neyim? Hiç! Bu ne ki,nerede güzellik?" O vakit o elbiseyi bize giydiren insana hakaret etmek olmaz mı bu? Elbette olur. Aynen bu şekilde Cenab-ı Hak’kın verdiği nimetleri tanımamak ve beden elbisesini bize giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik etmiş olmaz mıyız?
Veya gururlanarak desek,"Evet,ben çok güzelim.Benim gibi güzel nerede var? Benim gibi birini gösteriniz." O vakit, gurura kapılmış öğünmüş oluruz. Bu açıdan gururdan ve küfürden kurtulmak için şöyle demeliyiz: "Evet,ben güzelleştim. Fakat güzellik elbisenindir ve dolayısıyla bedeb elbisesini bana giydirenindir; benim değildir.
Bu açıdan nefsimize fazla taviz vermeden bu güzel seciyeye sahip olmak için elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Şayet bu seciyeye sahip olursak,herkes tarafından sevilen, sayılan,hürmet edilen bir kişi oluruz.
Konumuzu Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden rahmetli M.Zübeyir Gündüzalp’in güzel tavsiyelerinden birisiyle bitirmek istiyorum:
Kusurlu,hatalı bir arkadaşımızın yanlışlarını yumuşaklıkla hürmet ve tevazu ile yalnız ona söylemeliyiz. Kabullenmezse dahi,ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz.Birisinin kusurunu,kusuru düzelteceğim diye etrafa yaymak, şahsi kin,garaz, nefsin karışması gibi hallerin zorlanmasının neticesidir.Veyahut fayda veriyorum zannıyla zararların üremesine sebep olan bir safdillik ve bilememezliktir. Başkalara yaymak değil,daima ve daima ona söylemektir. Söylerken de:"Acaba,hakikaten ve bizzat gerçek anlamda hata mıdır?Yoksa benim fikrime, görüşüme göre mi hatalıdır?..diye insan kendini kontrol etmelidir.
Ahmet TULGANER