İLK AŞK,İLK YALAN...
Başka türlüsü beklenemezdi zaten. Çocuktuk ve henüz o zamanlar aşkı izleyebileceğimiz sinema filmleriyle tanışmamıştık. İzlenmesi sakıncalı filmlerin gösterildiği köhne bir sinema salonu vardı, kasabamızda ve bizim onun önünden geçmemiz dahi yasaktı. Öğretmenleri tarafından gittikleri pastanelerde bile izlenen, o zamanın şansız şimdilerin şanslı çocuklarıydık. Şanslıydık çünkü üç masalı pastanelerin birinde müzik kutusu bile vardı ki biz ona müzik makinesi derdik. Simit almak yerine okuldan yarı aç yarı tok çıkma pahasına biriktirdiğimiz bozuk paraları sırayla müzik makinesine atar ve zamanın çok da tat vermeyen şarkıcılarına harcardık. Nedense son zamanlarda o şarkıların yeni düzenlemeleri cebimize sıkıştırılan ve hevesle okul yolunda tükettiğimiz kuru üzümler gibi tat vermeye başladı.
Küçük bir kasabada memur çocuğu olmak öyle kolay bir şey değildi. Gittiğimiz her yerde muhakkak bir tanıdık çıkar ve bizim de üzerimize hiç ilgisi olmayan sorumluluklar yüklenirdi. Birilerine layık olma dürtüsünü pekiştiren bu tesadüfler sonradan kalın bir duvar çizecek olsa da gerçek duygularımızla aramızda, biz yine de elimizden geleni yapar her daim hazırda beklerdik.
Aşık olmaksa hiç yakışık almazdı. Öyle ki evimizde dört duvar arasında babamın anneme : ‘aşkım!’ diye seslendiğini okulda utanç içinde hatırlar ve bir sır gibi kendimize saklardık,gizli gizli gülerek…
Türkçe defterine yazdığımız örnek şiirlerde de geçmezdi hiç, o kelime. Didaktik örneklerle gem vurulan bu duygu sınıfça gidilen bir sinema filmiyle son bulmuştu nihayet. Bir saat süren o macera çıkışında ilk kez yanımda oturan ve o ana kadar yüz hatlarını bile görmediğim, sadece kalem alışverişleri sırasında elime değen soğuk,beyaz, ince parmaklı bir el olarak belki de hayatımdan akıp gidecek olan çocukluğumun temiz sayfasını fark ettim.
Bir göz ancak bu kadar anlamlı bakabilirdi;bir göz ancak bu kadar kör olabilirdi…Bana uzun yıllar boyunca da bu kadar anlamlı bakmış mıydı yoksa ilk sinema macerasının etkisiyle kendimi o esas kızın yerine koyarak oyalamış mıydım? Yine kalem ister miydi benden?
Ben de her defasında kalem ister mi acaba diye bütün ders boyunca hevesle bekleyeceğimden emin olarak anılarımın arasına o kısa macerayı katarken artık müzik makinesinden daha anlamlı şarkılar isteyeceğimi biliyordum.
Uzun süreli bekleyişlerin ardından defterimin arasında başka bir defterden aceleyle yırtılmış bir kağıt parçası bulduğum o anı hatırladıkça yüzümde acınası bir tebessüm belirdi,biliyorum.
Bazen aynaya bakmaya gerek kalmaz ve insan yüzünün hangi halde olduğunu kolayca bilebilir. Suçüstü yakalanmamaya çalışan bir kaçakçı gibi apar topar kızlar tuvaletine gitmiş ve ortalığın sakinleşmesini derse geç girmeyi göze alarak beklemiştim. Tanıdık bir defterden kopmuş o kağıt parçasını en kuytu yerde açmaya çalışırken yaşadığım o çelişkiler ne kadar da büyükmüş zamanımın koşullarına göre.
‘Ya ondan geldiyse, ya düşündüğüm şeyi yazmışsa…’ Kızaran bir yüz aynadan bana bakarken ben ‘O zaman ne yaparım!’ telaşıyla açıvermiştim kağıdı.
Hiç şiir ezber yeteneği olmayan biri olarak hatırladığım şiirin, dünyanın en kötü şiiri olması ne garip!
‘’sen bana bakınca titriyor ellerim
Nereye bakacağını bilemiyor gözlerim
Bana sana baktığım gibi bakarsan
İnan ki daha çok sevinirim’’
Okudukça emin olmaya çalıştığım şeyi söyleyen bu şiiri yine tebessümle hafızamda yoklarken içimdeki layık olma dürtüsünün peşimi bırakmadığını da fark etmiştim. Zaman kaybetmeden yüzümü koca bir öfkeye bulayıp büyük bir hışımla sınıfa girdiğimi ve herkesin önünde :’’ Utanmadan bana bunu nasıl yazarsın?’’ diye haykırdığımı anımsadığım günlerde de elimde hala yazılmış ve gönderilmemiş şiirlerden biri duruyordu, o küçük kasabayı terk ederken:
‘’Sen hep bak bana
Birazdan gidecekmişim gibi
Kendim için değil istediğim,
Sen sevince
Severken…
Daha da güzelleşiyor gözlerin…’’
2006
YORUMLAR
Derya, düz yazılarını daha bir ayrı seviyorum, böylesine samimi, kelimelere karşı dürüst olabilmek zor iş..
Tabii ki kendi hayatından izleri, yaşanmışlıkları içine katarken yazının, aslında kendi kuşağına da, yaşadığı o buruk dönemi hatırlatıyorsun, okuyan herkes biraz kendine üzülüyor, biraz kendi yarasını kanatıyor.
Hatırlıyorum.
hey be geç kalmışlık.neden bırakmazsın insanların peşlerini.
öyle güzeldi ki. inanın ağlamak üzereyim şu an. insan daim paramaparça olur hayatında. bazen an gelir o parçalara rastlar. bir de bakar ki parça sandığı koca bir yürek olur önündee.
tekrar diyorum çok güzeldi. seçtiklerime ekledim. ve ne zaman içim dolsa da beceremesem ağlamayı güzel anınıza dökeceğim içimi. dolayısıyla. o da bana. ve belli ki ağlayacağız bir çocuğa yakışır saflıkta...
Hüzünlü Meleğim,
gülümsettin beni buruk olarak,
hiç böylesi anları tatmamış bana yaşattın anlatarak...
okul yıllarım geldi aklıma,
sadece zıp zıp zeynep zıpırlıklarıyla dolu...
aşk neydi? erkek- kız ayrı mı neydi?
söyleyenlerin suratına aval aval bakardım sadece..
belki de hep geç kalışım bundan....:/
sevgindesin
18'liğim...;)
Lise anımı hatırlattın bana Karya :Bir kış günüydü ,tenefüste kızlar erkekler biribirleriyle şakalaşıdı kartopları atılırdı . Bazende ellerindeki bir parça karbuz karışımı kızların yakalarından içeri atılırdı . işte bende normalde yapmadığım böyle bir davranışta bulunmuştum . Kızın yakasından küçük bir buz parçasın atmamla tokatı yemem bir olmuştu . Ders zili çaldı o anda ben çaktırmadan yerime oturdum ama olayın şokuyla dersten hiçbirşey anlamamıştım . Ders sonu nedense kız bir kız arkadaşını gönderip , özür dilediğini iletmişti aynı anda baktığımda bahçenin bir köşesinden baktığını görmüştüm .
Ne güzel bir yazı yazmışsın , herkesin zamanda yolculuk yaparak biryerlere gidebileceği bir yazı .
Kalemin daim olsun .