- 741 Okunma
- 6 Yorum
- 11 Beğeni
Asrın Felâketi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ASRIN FELÂKETİ
Tüm çocukların heyecanla beklediği yarı yıl tatili nihayet gelmişti. Sömestr tatili demek pencereden yağan karı seyretmek, kar topu oynamak, kimi zaman yamaçlarda, kimi zaman arabaların geçişine izin vermeden yollarda doyasıya kayak yapmak; iliklerine kadar üşüyüp, evlerine koşup annelerinin kaynattığı sıcak tarhana çorbasını içmek, bütün çocukların hayaliydi.
O gün pencereden dışarıyı seyrediyor ve ne zaman kar yağacak diye düşünüyordum. Bu yıl mevsimler mi değişti ne? Hava hala ılıman, kış ayında olmamıza rağmen ne bir damla yağmur ne de kar yağıyor, kış yaşamıyorduk. Oysa Kahramanmaraş’ta Aralık ve Ocak aylarında şiddetli kışlar yaşanır, Şubat ayında tekrar baharın gelmesi beklenir. 12 Şubat’ta Kahramanmaraşımız’ın düşman işgalinden kurtuluşunu kutlamak için günlerce hazırlıklar yapılır. Geleneksel kıyafetler giyen çeteler davullar eşliğinde mahalle mahalle dolaşır, kapıları çalar oyunlar oynanır; doyasıya herkes eğlenir, yemekler yenir ve davul sesleri günlerce kulağımızdan gitmezdi.
Bu yıl Şubat ayı gelmesine rağmen ne yağmur ne de kar yağmamıştı. Kimi zaman ev önlerindeki bahçelerde parklarda oynayan çocukların isyanı kulaklarımıza kadar geliyordu. Çocuklardan biri bu yıl kar yağmayacak kartopu oynayamayacağız diyor, diğeri yarın pencereden baktığımızda ortalık bembeyaz bir örtüyle kaplanmış olsun diyor, kendi aralarında hayaller kuruyorlardı. Tatilin son günü gelmiş ama ne yağmur ne de kar yağmıştı.
Yarıyıl tatilinin artık son gününe gelinmişti, ertesi gün okullar açılacağı için bütün aileler, tatlı bir telaş içinde çocukların okul ihtiyaçlarını karşılıyor, hazırlıklar yapıyorlar, çantalar hazırlanıp bir köşeye konuluyordu.
Evimizin balkonuna o gün hiç çocuk sesi gelmiyor, bahçede ve parkta kimsecikler oturmuyordu. Havuzun suyu bulanık, kuş sesleri azalmış, parklar bahçeler hüzünlenmiş, gökyüzü adeta kızılımsı renge bürünmüştü.
Evlerden tabak, bardak sesleri geliyor, çaylar karıştırılıyor, sessizlik bir anda bozuluyor, hava karardıkça kararıyor ve kızıllık yavaş yavaş kayboluyordu. Evimizin balkonunda otururken birkaç tane yağmur damlası hissettim, çocukların beklediği kar; bu gece mi yağacak acaba diye tefekküre dalmıştım.
Saatler hızla ilerliyor, etrafı gecenin sessizliği kaplıyor, evlerin ışıkları tek tek sönüyor. Herkes yavaş yavaş uykuya dalıyordu. Ertesi gün okul olduğu için aileler bugün erken yatıyorlardı. Yarın okula gidilecek, ziller çalacak, bayram günleri gibi sınıflar çocuk sesleriyle coşacak, kitaplar açılacak dersler işlenecek.
Ali doktor olacak, Zeynep hemşire, Elif öğretmen, Fatma polis olmak istiyor, Ömer’in hayali ise inşaat mühendisi olup depreme dayanaklı binalar yapmaktı. Çok çalışacaklardı, herkesin farklı farklı hayalleri vardı.
Gece saat 04.17 sularıydı, bir anda kendimi yattığım yatağın yanında buldum. Aman Allah’ım! Oturduğum ev yere yatıp yatıp kalkıyordu, önce rüya gördüğümü zannettim, düşe kalka pencereyi açtım ve gördüm ki ne göreyim; dışarı gündüz gibi aydınlanmıştı. Gökyüzü adeta bağıra bağıra ağlıyor. La ilahe illallah edaları gökleri sarıyor, iğneden ipliğe her şey yerinden fırlıyor, evlerin duvarları yıkılıyor, başımıza beton parçaları düşüyor. Tavandaki avize parçalanıyordu, pencereden dışarıya baktığımda çevredeki evlerin saniyeler içinde yerle bir olduğunu görüyordum.
Ailemiz evimizin bir köşesine toplanmış, birbirimize sıkı sıkı sarılmıştık. O an yaşıyor olamazdık, sanki kıyamet kopmuş; biz ve herkes ölmüştü. Zelzele bitmek bilmiyor, dakikalar sürse de sanki bize saatler sürmüş gibi geliyordu, çünkü yer kürenin kükremesi bitmek tükenmek bilmiyordu. Zelzele azalır gibi olduğunda bir anda kendime gelir gibi oldum, kalktım ayağa molozların arasından düşe kalka yürüyerek dış kapıyı açtım ve merdivenlerin çökmediğini gördüm, ailecek toparlanıp bir an önce binanın dışına güvenli alana gitmeliydik. Kâbus gibi bir geceydi. Çocuklar korkudan çığlıklar atıyorlar, eşim ise şoka giriyordu, benim hadi toparlanın kaçıyoruz dememle birlikte yalın ayak, çocuklar peşimden geliyor ama eşim şoku atlatamıyordu. Biz öldük mü yaşıyor muyuz diye hala sorular soruyordu çocuklar. Siz inin, ben annenizi getiririm dedim ve onları binanın dışına gönderdim. Hanım şokta olduğu için kolundan çekerek zor da olsa aşağıya binanın dışına çıkarmayı başardım. Aşağıya indiğimizde ortalık mahşer yeri gibiydi. İnsanlar şok içinde kimisi çığlıklar atıyor kimisi dualar ediyor, kimisi ağlıyor, kimileri de bir o tarafa bir bu tarafa koşturup duruyorlardı. Kendimizi kurtarmıştık ama yakın mahallede oturan yeni doğum yapmış kızımız ne yapmıştı, ona ulaşmalıydık. Her ne kadar sakin olmasını söylesem de, ana yüreği başka oluyor; eşim bağıra bağıra ağlıyordu. Telefonlar kesik, elektrik yok, o güne kadar yağmayan yağmur ve kar, birbirine karışmış bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Dışarısı havadaki uçan kuşu dondururcasına soğuk. Sokaklara çıkan insanların üzerlerinde pijamalar, ayakları yalın ayak İçimiz dışımız adeta tir tir titriyordu.
Evimize beş dakika mesafede oturan kızımıza 1 saat sonra ancak ulaşabildik.
Yıkılan duvarların arasından zorla çıkmış çam ağacının altında bebeğini kucağına sımsıkı bastırmış delirmişçesine yağan kar ve yağmurun altında sırılsıklam olmuş ağlayarak bekliyordu. Bebeği ve kızımı hemen arabaya aldık. Bebek eşimin kucağında olmasına rağmen yine de eşim “Bebek nerde, kızım nerde?” diye bilinçsizce sorular sormaya devam ediyordu.
Gözümüzün önünde saniyeler içinde binlerce bina yıkılmasına rağmen eşim: “Can kaybı var mı? Kimse ölmedi değil mi?” gibi sorular soruyor bende onu yatıştırmak için: “Hayır canım kimse ölmedi, sakin ol” cevabını veriyordum. Hâlbuki ortalık viraneye dönmüş, binlerce kayıp var idi. Yaşadığım depremi ancak ben bilebilirdim. Sağ kalanlar aslında mucize eseri sağ kalmıştı. Önce Allah sonra birkaç da insaflı, demirden çimentodan çalmayan müteahhitler sayesinde.
Deprem anında gündüz gibi olan gece tekrar karardı. Sanki o gün hiç sabah olmayacaktı. Artçılar arabamızı beşik gibi sallamaya devam ediyor, saatler uzadıkça uzuyordu; analar babalar, akrabalar, komşular ve arkadaşlar acaba nerede ne haldeydi?
Çaresizlik içinde bekler iken sabahın olduğunu bile fark edemiyordum, küçük kızımın annesine, annem donmuş diye bağırması tüylerimi ürpertiyor, acaba gerçek mi diye kontrol ediyor; kızımı teselli etmeye çalışıyordum. Karlı boranlı gecenin aydınlanması ile, birkaç saniyede yerle bir olan evleri gördükçe kanımız donuyordu, artık acı gerçekler ortadaydı.
06.02.2023 yılında gece saat 04.17’de 7.7 büyüklüğünde olan deprem 11 ilimizi etkilemiş bizimle birlikte çevre illerimizde yıkılmıştı. Gidecek ne evimiz, oturacak ne de eşyalarımız kalmıştı. Bir yudum su ve birkaç parça ekmek bulmak için saatlerce dolaştık, yıkılan binaların arasında, yardımsever bir vatandaşın ekmek getirerek dağıttığını gördük, onun sayesinde birazcık ekmek bulabildik ve bu duruma o kadar sevindik ki aç kurtlar gibi yemeye başladık, çevremizde bizim gibi ekmek arayıp da bulamayanlar ile de ekmeğimizi paylaştık. O gün zengin ile yoksulun eşitlendiği gündü.
Arabadan inip enkazlara doğru gittiğimizde bizi kurtarın çığlıkları molozların arasından geliyordu, kurtarma ekipleri ile halk tek vücut olmuş o enkazdan bu enkaza koşuyorlardı. Bizde elimizden geldiği kadar kurtarma ekiplerine yardım ediyorduk. İki gün küçücük bebek ile donma tehlikesi geçirerek arabamızda sabahladık. Yakıtımız bittiği için araba artık çalışmaz olmuştu. Petrollerde yakıt kalmamıştı, bir hayır sahibi yıkılan binaların arasında arabasıyla birkaç bidon yakıt getirmiş dağıtıyordu, onu görünce çok mutlu olduk. Bir bidon yakıt da bize verdi ve biz de arabaya bıraktık. Arabayı güçlükle çalıştırarak torunumuzu ve çocukları alıp Kayseri’deki akrabalarımıza bırakmak üzere yola koyulduk. Yollar deprem bölgesine yardım yetiştirebilmek için adeta uçarcasına giden tırlar ve kamyonlarla doluydu. Ya yolda yakıtımız biterse ne yaparız korkusunu iliklerimize kadar yaşadık, Allah’tan yakıt bizi Sarız yakınlarına kadar götürmüştü. Petrole girip saatlerce sıra bekledik, depomuzu doldurunca dünyalar bizim olmuştu. Şehrimize üç saat uzaklıkta olan Kayseri’ye tam on bir saatte ulaşabildik.
Kayseri iline ulaştığımızda, yol boyuna dizilmiş; yemek, çay, simit ve poğaça dağıtan iyiliksever, yufka yürekli Anadolu insanımız bizi karşıladı ve arabamızı sağa çekip durmamızı istediler. Üzerimizde bir şey olmadığını gören insanlar önce bizi battaniyeler ile sardılar, sonra karnımızı doyurdular. O an ne olduğunu anlamamıştık, sanki rüyalarımızdaki melekler oradaydı, birisi gidip diğeri geliyor, acımızı paylaşıyor ve bizim teselli etmeye çalışıyorlardı. Sanki bu bir mucizeydi. Bizler böyle insanlar sayesinde ayaktaydık ve onları hiç unutmayacaktık.
Bebeği ve çocukları Kayseri’ye bırakarak tekrar Kahramanmaraş’a döndüğümüzde manzara içler acısıydı. Her yer enkaz yığını ve her enkazın başında kurtarma ekipleri canla başla çalışıyor, bir can daha kurtaramaz mıyız diye gecesini gündüzüne katıyorlardı. Sadece Kahramanmaraş değil on bir ilde kurtarma ekipleri, madenciler, hayırsever nice insanlarımız bir can daha kurtarabilmek için mücadele ediyorlardı. Kahramanmaraş merkezli deprem Hatay’ı, Adıyaman’ı, Malatya’yı, Gaziantep’i, Kilis’i Osmaniye’yi Diyarbakır’ı, Elazığ’ı, Adana’yı ve Şanlıurfa’yı yerle bir etmişti. Taş taş üstünde kalmamış, sağlam zannettiğimiz nice binalar bir kaç saniye içinde yerle bir olmuştu. On bir ilimizde günlerdir can pazarı yaşanıyor, enkazdan çıkarılanların bir çoğu vefat ettiği için hastaneler cenazelerle dolmuştu, her biri tanınmaz hale gelmişti. Bir can daha kurtulamaz mı diye herkes son ana kadar direniyor, yaralılar çevre illerdeki hastanelere gönderiliyordu. Bir süre Kahramanmaraş’ta kaldıktan sonra Kayseri iline gönderilen yaralı akrabalarımızın durumunu öğrenmek için Kayseri!ye geçtik, Şehir Hastanesi’ne gittiğimizde ambulanslar nefes almadan yaralı taşıyor, hastanenin önünde hasta yakınları ise ağlıyordu. Bir anne feryat ediyor, diğerleri ağlıyor; kimisi de başını öne eğmiş öylece bekliyordu. Kimisi annesini, kimisi babasını kimisi de evladını bekliyordu. Anneye destek olabilmek için yaklaştığımda on bir yıl sonra çocuk sahibi olduğunu bebeğin küvezdeyken sevk edildiğini ve o telaşla sevk edilen bebeklerin birbirine karıştığı için tüm bebeklerin DNA testinden sonra ancak gösterilebileceğini söyledi. İçten içten ağlayan Ayhan’a sorduğumda babasını ve üç kardeşini kaybettiğini; annesinin ise iki ayağının kesildiğini söyledi ve ekledi. Bu hayatta yaşarsa eğer “Bir annem bir de ben kaldım abi.” dedi. Herşey o kadar acıydı ki anlatılamazdı. İnsan hayatı bu kadar basit miydi? Çocuklar eşler dostlar göçüp gitmişler. Anneler çocuksuz, çocuklar annesiz babalar kimsesiz kalmıştı. Ülke tek yürek olmuş, 81 ilden gelen vatandaşlarımız kurtarma ekiplerine yardım ediyor. Tüm illerimiz depremzedeleri ağırlıyor, yaralılar ve hayatta kalanlar için yardımsever halkımız elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Biz yaralı akrabalarımızı ziyaret ettikten sonra tekrar Kahramanmaraş’a döndük. Enkaz kurtarma çalışmaları son hızla devam ediyordu.
Kurtarma ekiplerinden birisi sesleniyordu: “Buradaki pijamalı bayanı gördünüz mü? Çocuklarını çıkarıyoruz, çok şükür yaşıyorlar diye seslendi.” fakat çocukların yerlerini gösteren anne ortada yoktu, görmediniz mi diye sağa sola sordu ama gördük buradaydı diyen olmadı, çocukların birisinin bilinci yerindeydi, yardım ekipleri bize sizin yerinizi anneniz gösterdi dediler, bilinci yerinde olan çocuk bizim annemiz üç yıl önce öldü diye cevap verdi, ama nasıl olur herkes şaşkınlık içinde ağlıyordu, bu durum mucizeydi, sanki ölen anneleri mezardan çıkıp melek olup gelmiş, onları kurtarmıştı.
Yine aynı şekilde bir erkek çocuğu farklı enkazlara giderek farklı yerlerde insanların yaşadığı yerleri kurtarma ekiplerine tarif eder, enkazlar da insanların sağ çıkarıldığını duymuştum ama tarif eden çocuğunsa hiç bulunmadığını söylediler.
Bir kaç dakika içinde hayatımızın değişeceğini evsiz eşsiz dostsuz, akrabasız kalacağımızı hiç düşünmemiştik. Biz deprem olacağını biliyorduk neden tedbir almamıştık, neden depreme dayanıklı evler yapmamıştık, lüks evlerde otuma hayali kuracağımıza neden depreme dayanıklı evlerde oturma hayali kurmamıştık, bu ülkenin müteahhitleri neden depreme dayanıklı evler yapmamıştı? Bu felaketi sevdiklerimizin canlarıyla ödemek bu kadar kolay mıydı? 50.500 vatandaşımızı kaybetmek çok acıydı. Kahramanmaraş merkezli deprem asrın felaketiydi, komşu illerimize de maddi manevi çok zararlar vermiş, çok canlar almıştı. Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Hatay, Elâzığ, Kilis, Osmaniye olmak üzere herkesin hayalleri yerle bir olmuş, gözümüzden sakındığımız nice canlarımız enkazların altında kalmıştı.
Artık Ali’nin, Elif’in, Fatma’nın, Zeynep’in, Ömer’in hayalleri yoktu. Onlar deprem şehitleriydi.
YORUMLAR
Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın. Millet olarak çok büyük kayıplar yaşadık.
Depremde ölen vatandaşlarımıza rahmet, kalanlara sabır diliyorum.
Ömer Gündoğan
Bir ulus olarak insanlık olarak mateme boğulduk hala bu yaşanan acılar için tek bir önlem bile alınmış olmaması dahada üzücü kutlarım çalışmanızı
Ömer Gündoğan
Sn Omer Bey,
Izmir depremini yasayan biri olarak bu depremde bir cok arkadasimizla elimizden ne geliyorsa durmaksizin calistik. Yuregimiz daglandi. Bir cok bisiklet grubu girilemeyen koylere yardim ulastirdi. Akliniza ne geliyorsa battaniye disinda cocuklara oyuncak, kukla dikimine kadar... her turlu detay dusunuldu. Kimileri is makinesi, kimileri bebelere bez, mama....Inanin yazinizi okuyunca o gunler aklima geldi. Halkimizin tek yurek olmasi. Umarim bundan sonra boyle durumlar yasanmaz. Insaat sektorunde gerekli izinler tam kontroller yapilmadan verilmez. Kurallar esnetilmez. Kayiplari olan vatandaslarimiza sabir,guc ve kuvvet diliyorum.
Duyarli kaleminizi saglik
Saygi ile
Ömer Gündoğan
Yürekleri dağlayan müşterek acımız hiç unutulmamalı. Yitirdiğimiz tüm canları rahmetle anarken onlara borcumuz, deprem bilincini uyandırıp gereken önlemlerin zaman yitirmeden alınmasını sağlayarak yeni kurbanların verilmesinin, önüne geçmektir.
Derin bir acıyla paylaştığım yazınıza yürekten teşekkürler, tebrikler.
Saygılarımla.
Ömer Gündoğan
Ömer Gündoğan
Okuduğumda tahmin etmiştim güne geleceğini.Zira sosyal sorumluluk arz eden durumlardaki yazıları okuyan olmuyor genellikle.Seçkinin güne getirmesine sevindim.Yüreğimiz yanarak okumalı ibret almalıyız eksikliklerimiz den.Ancak böylelikle istikamet düzelir.Kutluyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.
Ömer Gündoğan
Pek kimse okumaz… Ama yorum bırakılabilecek bir yazı. Tebrikler 🙏
O masumiyetle dolu yarıyıl tatili, umut ve heyecanla beklenirken, kaderin vahşi cilvesiyle yeryüzüne çöken felaketin ardında derin bir sessizlik bıraktı. Hayaller, kar tanelerinin hafif dokunuşunu beklerken, depremin sarsıcı gerçekliği karaltılarını çekip aldı.
Gökyüzü, ağlamaklı bir tablo çizerken, yeryüzü çocukların umut dolu gözlerini bir anlığına kararttı. Kayak yapma hayali, şimdi enkaz altında kalan hayallerin arasında kaybolmuş, o ışıltılı tatil günleri, yıkılmış duvarlar ve acı dolu çığlıklarla kararmıştı.
Kahramanmaraş’ın kahramanca direnişi, binlerce canın kaybolduğu acı bir hikayeye dönüştü. Şehrin sokakları, sadece sükunetle değil, aynı zamanda yıkılmış umutlarla dolup taşan bir sessizlikle doldu. Depremin izleri, sadece fiziksel değil, ruhsal bir çöküntüyü de beraberinde getirdi.
Gökyüzü, sanki kendi hüzünlü şarkısını söylercesine griliğe bürünmüş, acının ve kaybın gözyaşlarıyla yoğrulmuştu. Enkaz altından yükselen çığlıklar, insanlığın derinliklerine dokunarak, her bir kalbi biraz daha parçalıyordu.
Kurtarılamayan hayallerin ardında, yok olmuş umutların izi silinmiyordu. Gecenin karanlığında, yıldızlar bile bir anlığına gözyaşıyla parlıyormuş gibi görünüyordu. Depremin yaralarını sarmak için çaba sarf eden insanlar, sanki gökyüzünden bir el uzanmış gibi, umut kırıntıları topluyorlardı.
Ve o çocuklar, Ali, Elif, Fatma, Zeynep, Ömer… Onların hayalleri, sadece bir depremle değil, aynı zamanda insanlığın kalbinde bıraktığı yara ile de sonsuza kadar hatırlanacaktı. Sanki rüzgar, masumiyetin izlerini silmiş, ama onların anıları, kalplerimizde dimdik ayakta duracaktı.
O masum yarıyıl tatili, bir felaketin karanlığında son buldu, ancak umut tohumları, yeniden filizlenmek üzere toprak altında bekliyordu. Depremin ardında, insanlık birbirine kenetlenmiş, gözyaşlarıyla sulanan yeni bir umut bahçesi ekmeye hazırlanıyordu.
Selamlar