- 165 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Keçileri Kışlatmak
Bir alt yaylaya inme vakti gelmişti Ekim sonlarında. Yüksek yayla düzlükleri yeşilliğini gri rengin göze hoş olmayan tonlarına bırakmış, sular da iyice azalmıştı. Keçiler soğuk havalardan hoşlanmaz. Göç başlamalıydı. Yaylacılar yaptıkları, yağ, peynir benzeri yiyecek ve yatak-yorgan, kap kacaklarını kağnı arabalarıyla alt yaylaya taşındılar. Alt yayla diye adlandırdığımız yerleşim alanın adı yöresel deyişle Kışla’dır. Ahmet’te keçileriyle göçe katılanlar arasındaydı.
Kışla yakınlarındaki otlaklar da gürdür. Dağların yamaçlarından doğan suların oluşturdu derin vadilerin yamaçları zengin bitki örtüsü barındırır Karadeniz Bölgesinde. Vadileri süsleyen bitki örtüsünün yanında keçiler için kolayca atlayacakları, sırtların kaşıyacakları kayalarda mevcuttu. Keyfine diyecek yoktu Ahmet’in. Otlaklar gür ve genişti. Keçilerin sütü eksilmemişti. Bazı günler köye yakın otlaklara yönelirdi sürüsüyle. Böyle günlerde yayla düzlüklerinde hasret kaldığı köy çayırlarında bulunan meyvelerden nasiplenirdi. Sabahleyin kışladan köye, akşama doğru da köyden kışlaya gidip dönen kadın ve genç kızları yakından seyretmenin zevkinden mahrum etmezdi kara gözlerini.
Sayılı günler gibi mevsimler de çabuk geçer. Vadileri yeşil yapraklarıyla süsleyen, gürgen, huş, ıhlamur benzeri ağaçların yaprakları yeşilden sarıya, sarının koyu tonlarına dönüştü. Sert esen rüzgârlar gazellenen ağaçların yapraklarının dökülmesini hızlandırdı. Günler iyice kısaldı. Sonbahar tüm güzelliğiyle veda etti. Keçiler için teke katımı da yapıldı. Bazı günler Cin dağı ve Sahara Dağı’nın dorukları aksakallı dedelerin sakalları gibi beyazlaşıyordu. Kış çarığıyla, çorabıyla geliyorum diyordu. Kışla ’da konaklayan köyün büyük çoğunluğu hayvanlarını önüne katıp köye döndü.
Kışla ‘da az sayıda küçükbaş hayvancılık yapanlar kalmıştı. Bunlardan birisi de Ahmet’ti. Kasımın daha haftası dolmamıştı. Bir gün sabaha on santimden fazla karla bezeli doğayı şaşkınlıkla seyrederek uyandılar. Kar yağışı devam ediyordu. Artık yılın son göçüne sıra geldi. Altı ay sonra görüşmek dileğiyle veda edildi Kışla ’ya. Sürülerin hedefi köy çayırları ve köyü çevreleyen kırlardı. Çobanlar sürüleriyle karları çiğneyerek köye yaklaştığında öğlen olmuştu. Kar yağışı durdu. Köyün çevresindeki toprakları kapatacak düzeyde yağmış olan karlar ısınan havanın etkisiyle eridi. Küçükbaş hayvanların çayır ve kırlarda salınması devam etti.
Gün gün soğudu havalar. Her taraf karlarla örtüldü. Koyun sürüler yeşil çimenlere yayılmaları için Nisan sonunu bekleyecekti. Ahmetlerin ve amcalarının köyün dışında, köye yakın ahır ve kömleri (koyun ve keçiler için ahır) ve küçük kulübeleri vardı. Hayvanlarını köy dışında barındırırlardı. Kulübenin karşısı engin köknar, ladin ve çam ormanlarıyla kaplıydı. Ahmet keçileri sabahleyin ormana salar, çam ve ladin ağaçlarını budar; dallardaki iğne yaprakları ve yosunları kıtır kıtır sesler çıkararak yerdi keçiler. Akşamleyin de bir miktar ot keçilerin günlük nevalesi olurdu.
Kışın ilerleyen günlerinde yağan karın yüksekliği bir metreyi aşması keçileri ormana götürme olanağı kalmadı. Ahmet, rakımı düşük, akrabasının yaşadığı bir köye gitti keçileriyle. Yanına bir de yardımcı aldı. Gittiği köye kar az düşer ve köyün güney yamaçlarında yağan kar tutunamaz, yağan karlar bir-iki gün içinde eriyiverirdi. Böyle bir köyde akrabalarının olması bir şanstı Ahmet için. Köyün çevresi meşe ormanıyla kaplıydı. Meşelerin filizleri severek yer keçiler. Fakat köylüler durumdan hiç memnun kalmadı. Karakeçi orman düşmanıdır. Köylülerin meşe filizlerini yemeleri hoş değil. Ahmet, bin bir rica minnetle muhtar ve ihtiyar heyetine bir miktar para ödeyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Çok sızlanan bazı köylülere de ilerideki günlerde birer erkek oğlak hediye edeceği sözünü verdi. Ve ilkbahar aylarının gelmesini beklemeye başladı.
Yardımcı çoban arkadaşıyla her günkü gibi meşelik ormana yöneldiler sürüyle. Ne geçmiş çobanlık yıllarında karşılaştığı ne de yaşam boyu karşılaşacağını hayal bile etmeyeceği bir olaya tanık oldu. Sürü, önü yalman(sarp) bir kayaya yaklaşmıştı. Yardımcı çoban sesini çıkarabildiği kadar gür sesle:
“Ahmet ağabey, acele yetiş keçiler keçiler…” diye haykırıp bir türlü sözlerinin gerisini getiremiyordu. Hayra alamet değildi yardımcısının telaşesi. Çobanın yanına vardı bir hamle. Gördüğüne inanamadı. “Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur.” Sözünü boş yere söylememiş atalarımız. İki keçi zaten sarp kayanın yamacında bir tutam ot görüp bir biçimde ota yaklaşmışlar. Yaklaşmışlar yaklaşmasına da lakin geri dönmeleri olanaklı değildi. Bir hayli de ilerlemişler. Acı acı meleyip yukarıya bakıyorlardı. Gel de kurtar keçileri! Varsa bir çözüm olanağın!..
Kara kara düşünceler sardı Ahmet’in dimağını. Keçilerin acınacak hallerine uzun uzun baktı. Makbul bir çözüm bulmak gerekti ama nasıl? Zamanın nasıl geçtiği fark etmedi. Yardımcı çoban sürüye sahipmiş hiç olmazsa. Çobana ne yapacağının talimatını verip köyüne doğru yola çıktı.
Çözüm fikri kafasını içinde oluştu. İş büyüklerine kabul ettirmekte keçileri kurtarma planını. Eğer planını uygulayamazsa iki keçinin sonunu düşünmek bile istemiyordu. İki keçinin maliyeti önemli değildi; vicdanı rahat etmezdi hayvanların meleye meleye ölmelerine. Baba evine ulaştığında hava kararmıştı. Olayı anne- babasına anlattı. Kurtarma planı için annesi razı olmuyordu. Planını uygulayacaktı. O gece yarı uyku yarı uyanık karabasanlarla dolu bir gece geçirdi.
Sabahleyin köydeki akraba ve tanıdıkları bir bir ziyaret etti. Kimler yoktu aradıklarının içinde. Bıyıklı Hasan, Topal Zeki, Kör Recep, Kaba Hüsnü, Deli Bekir, Uzun Ahmet, Tilki Osman, Hoca Fehmettin, Çito Ayhan, Pehlivan Ekrem… Kendi babası. Köylü seferber oldu. Baba evinde kahvaltı yapıp yanlarına mazmanların keçi kılından büktükleri kalın ve uzun urganları alıp keçilerin sıkıştığı kayanın başına geldiler.
Ahmet’i urganlara bağlayıp kayadan aşağı keçilere doğru saldılar. Keçilere yaklaşırken ayağını altından bir taş koptuğunda kemiklerinin içi sızlıyordu. Esmer yüzü taze yağan karlardan da daha beyaz oldu. Yaptığı iş her babayiğidin işi değildi. Yukarıdan bağırarak söylenen “ bravo Ahmet, bravo, az kaldı keçilerin yanına ulaşmana” sözlerini duymuyordu.
Keçilerin yanına vardı. Hayvanlar soğuk bir gece yaşamışlardı. Aç ve susuzdular. Gözlerinin ışığı sönmek üzereydi. Ahmet, önce keçileri sağlamca bağlayıp sırayla kayanın başına çekilmelerini başardı. Sonunda salınan iple kendisi çekildi yukarıya. Arkadaşları sırayla sarılarak Ahmet’i kutladılar. Keçiler şaşkın şaşkın aşağıya bakıyordu…
Yaşamının en akıl almaz, Azrail’le buluşmasına ramak kalmış bir gününü yaşadı. Ölümle randevulaştı adeta.“Hayat demek mücadele demektir. Hayatı kazanmak için mücadeleyi kazanmak gerekir.” Özdeyişinin gereğini yapmanın buruk sevincini yaşadı Ahmet.