- 409 Okunma
- 5 Yorum
- 6 Beğeni
ANAYASADA VİŞNE SOPASI
ANAYASADA VİŞNE SOPASI
... Nush ile uslanmayanı etmeli tektir,
... Tektir ile uslanmayanın hakkı kötektir... Ziya Paşa
27 Mayıs ihtilali neredeyse senesini dolduruyordu. O yıllarda, ikiz kardeşimle birlikte, şehrimizin tek orta dereceli mektebi olan Ereğli Ortaokuluna devam ediyorduk.
Günümüzde hayli kalabalık sayılan, fakat o yıllarda hiç te çok görülmeyen altı erkek çocuklu bir aile idik. Ben ve ikiz kardeşim, ailemizin en küçük iki çocuğuyduk. Babamızı kaybedeli tam üç yıl olmuştu. İhtilalden iki yıl evvel, genç yaşta babamızı kaybetmenin engin ezikliğini hala içimizde taşıyorduk. Komşu ve akrabalarımızın pek çoğu, babamızın ölümünden sonra bizlerin, otorite boşluğu münasebetiyle zıvanadan çıkacak, yaramaz birer sokak çocuğu olacağımız kanaatindeydiler. Fakat görüntü hiç te öyle olmamıştı. Annemiz, aile çadırımızın orta direğinin çok erken denebilecek zamanda göçmesine rağmen, nasırlı elleriyle her badireye karşı koyarak çadırımızın yıkılmasına karşı koymuş, babamızın eksikliğini hiç mi hiç aratmamıştı. Sabır ve metanetiyle birlikte, otorite ve dirayetini kullanarak tüm çocuklarını tam disiplini altında tutmayı başarmıştı.
Eskiden olduğu gibi ben ve ikiz kardeşim, okul zamanı ortaokula, yaz tatillerinde ise Kur’an mektebine devam ediyorduk... İlkokul sıralarında devam ettiğimiz mahallemizin Yeşil Cami imamından icazetimizi çoktan almış, artık şehir merkezinde bulunan ve bir bakıma tekâmül mertebesinde olan Merkez Kur’an Kursuna gidiyorduk kardeşimle birlikte...
Kardeşim ve ben, dış görünüm olarak birbirine hiç benzemeyen ayrı yumurtadan olma, ruh bakımından ise birbirimizin aynı özelliklerine sahip ikiz kardeştik. Ben, sarışın, yeşil gözlü, iri yapılı, kardeşim ise, esmer, karakaşlı, kara gözlü, bana oranla daha zayıf yapılı iki kardeş görüntüsü arz ediyorduk. İlk bakışta bize kimse ikiz demezdi, ama biz ikiz olduğumuzu o kadar iyi biliyorduk ki... Onun içinden ne geçse aynısı benim içimden de geçiyordu. Ona bir kötülük yapacak olsalar ben, bana bir kötülük yapacak olsalar o, aslan kesiliyorduk birbirimizi korumak için. Lakin tek başımıza kaldık mı da, birbirimizi yiyorduk sanki... Her yalnız kalışımızda mutlaka kavga ediyorduk. Annemin tiz sesiyle:
_Eşşek sıpaları, gene kavga mı ediyorsunuz? Gelirsem canınızı alırım!
Diye bağırmasıyla kavgayı ancak bırakabiliyorduk. Neyi paylaşamıyorduk ki? Çocukluk işte. Fakat yine de o kadar seviyorduk ki birbirimizi, anlatmak mümkün değil...
O yıllarda, siyaset bilimine karşı da yeni, yeni yakınlıklar duyuyorduk. Hele hele büyüklerimizin mütemadiyen altmış bir anayasasından bahsedip durmaları, bizim de dikkatimizi mıknatıs gibi o konulara çekiyordu ister istemez... İhtilal sonrasında, askeri idareden hür ve demokratik rejime geçilebilmesi için yeni anayasa hazırlıkları sürdüğünden, gerek radyo, gerek basın ve kamuoyunun neredeyse tamamı, yeni anayasayı konuşuyorlardı. Bizden küçük olanlar, anayasayı annelerinin yaptığı bir pasta çeşidi sanıyorlardı belki, ama biz anayasanın ne olup olmadığını pekâlâ anlayabiliyorduk. Geçmişte parti başkanlığı da yapmış olan rahmetli babamızın:
_Sakın ola siyasete bulaşmayın! Siyaset, bir pıtrak gibi paçanıza yapışmaya görsün, tövbe billah oradan söküp atamazsınız!
Uyarıları kulaklarımızda çınlamasına rağmen, biz siyaseti çok sevmiştik. Belki de irsi idi, kim bilir...
Yeni devam ettiğimiz Merkez Kur’an Kursu, şehrimizin tam merkezinde bulunan ve barı tabir edilen suni bir tepe üzerinde yapılmış olan şehir içme suyu deposuyla karşı karşıya duruyordu. Yazın, İç Anadolu’da hüküm süren kara ikliminin belirgin özelliklerinden olan bunaltıcı sıcaklarında şehir su deposunun tahliye borusundan devamlı bir surette akan buz gibi suyuna doyum olmuyordu. Hoca Efendi, ’’on dakika mola’’ dedi mi, soluğu koyun sürülerinin yalağa koştuğu gibi, hep birlikte tahliye borusunun başında alıyorduk. Kursumuzda çeşme olmadığı için, Hoca Efendi, aramıza yeni katılan talebelere abdest almasını da bu meşhur deponun buz gibi berrak suyunda tarif ediyordu, gür sesiyle:
_Önce niyyet ediliiirr... Üç kerre eller yıkanııırr... Üç kerre yüzler yıkanıır!
Diyerek izahatına devam ederdi. Arada bir de:
_Unutmayın haaa... Her şey üç kerreeee!
Demeyi de hiç ihmal etmezdi. Kur’an kursuna kaydımızı en büyük ağabeyim yaptırmıştı. O, müderris olan dedemizden çokça din eğitimi aldığından olmalı ki, hocalarla pek sık görüşür, pek te güzel sohbetler ederdi. Mahallemizin tabii senatörü ilan edilen annemizden duyduğu bazı cilalı lafları da büyük bir ciddiyetle kullanırdı. Hoca Efendiyle ilk karşılaşmamızda da ihmal etmemişti o nükteleri:
_Muhterem hocam, bu çocuklar benim en küçük biraderlerim olurlar.
_Ohh, ohh... Maşaallah, maşallah!
_Bundan böyle yaz tatillerinde rahle-i tedrisatınız için evvel Allah, sonra size
emanettirler efendim.
_Ömürleri uzun olsun, merak etme muhterem kardeşim...
_Unutmayın hoca efendi, bunların eti sizin, kemiği bizim...
_Ohh, ohh... Maşallahı, maşallah!
_Okusunlar, iyi adam olsunlar. Acımayın hoca efendi! Kalırsa el beğensin, ölürse yer beğensin...
_Ömürleri uzun olsun. Maşallah, maşallah!
Hoca efendi, Arapçadaki ’’ayn’’ ların üstüne basa ’’maşallah’’ dedikçe bizim katıla, katıla gülesimiz geliyor, kardeşimle birlikte gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk.
Kurs hocamızın adı Abdullah idi. Hani ismi ile müsemma derler ya, aynen öyle...’’Allah’ın kulu’’ anlamına gelen ismi gibi, gerçekten Allah’ın iman dolu, ihlâslı bir kuluydu Abdullah hoca efendi. Ağarmaya başlayan sakalı ve çoktan karlar yağmış saçlarıyla kâmil bir insan görünümündeydi... Hoca efendi, orta boylu, sarışın, mavi gözlü, nur yüzlü, çok ta ihlâslı biriydi. Şehirde onu bilmeyen, tanımayan yok gibiydi. O, olgun başaklar misali başını öne salmış, elinden hiç eksik etmediği doksan dokuzluk yeşil püsküllü siyah tespihini çekerek şehrin kırık dökük kaldırımlarından geçerken, herkes ellerini ceplerinden çıkarır, çözükse ceketlerinin düğmesini ilikler, saygı ile selam verirlerdi. Nasıl görürdü o haliyle bilmiyorum ama hiç birini karşılıksız bırakmaz, büyük bir titizlikle elini kalbinin üzerine koyarak alırdı verilen tüm selamları.
Kardeşim ve ben, her nedense merkez kursuna hiç istekle gitmiyorduk. Bir türlü ısınamamıştık bu mektebe. Annemizin sıkısı, hoca efendinin bir kopyası olan ağabeyimizin korkusu olmasa, bir gün bile gitmeyecektik o kursa... Evden Kur’an torbalarımızla çıkıp, çarşıyı, pazarı dolaşıp geri eve dönmek istiyorduk her seferinde. O yaşlarda şöyle dört başı mamur düşünemiyorduk besbelli. Annemin deyişiyle: ’Biz okuyup ta başkaları mı âlim olacaktı sanki? Biz okursak, biz öğrenecektik. Hazreti Ali bile, ’’bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’’ derken bizim isteksizliğimiz de ne oluyordu ki? Gel de anlat... Çocukluk işte!’ Bir türlü canımız okumak istemiyordu. İşte o, çokça olan isteksiz günlerimizden birinde, her zaman olduğu gibi yine ezberimizi yapmadan gitmiştik kardeşimle birlikte. İçimizden öylesine dualar ediyorduk ki... Hoca efendiye bir şeyler olsa da bizi dinlemeye çağırmasa diyerek. Daha ne dualar ama nerdee... Maşallah hoca turp gibiydi. ’’Sen’’ dedi, eliyle beni göstererek ve ilk te beni çağırmıştı önündeki rahleye! Altı sahifelik ’’Yasin-i şerifin’ birinci sahifesini biraz kısa olduğu için çok rahat okuyuvermiştim, lakin ikinci sahifenin ikinci satırından bir türlü geçemiyordum üçüncü satırına... Önceleri pek güzel nasihat ediyordu hoca efendi ama artık sesini yükseltmeye başlamıştı. Birkaç defa yüksek sesle azarlamasına rağmen, bir türlü sökememiştim... Fevkalade öfkelenen hoca efendi, ağabeyimin; ’’eti senin, kemiği benim’’ ifadesini hatırlamış olmalı ki, elindeki lastik gibi vişne sopasını omuzlarıma gücünün yettiğince vurmaya başlamıştı! Canım çok yanmıştı. Şüphesiz benden sonra sıra kardeşime gelecekti. Başına geleceği çoktan sezinlemiş olmalıydı ki, otuz civarında sırasını bekleyen talebenin arasından zıpkın gibi fırlayıverdi ve kollarımdan tuttuğu gibi bağırmaya başladı:
_Kalk lan birader! Anayasada fişne sopasıyla adam dövmek var mı be!
Diyerek, içinden ve içimden geçenleri gürleyiverdi. Hoca efendi vişne sopasıyla kardeşime doğru yürürken o, anlaşılmaz bir çabuklukla dershaneden kaçmıştı bile. Tabiî ki ben de fırsatı ganimet bilmiş ben de kaçmıştım son sürat. Yüksek barıdan yokuş aşağı çılgınca koşuyorduk. Her gün kurstan sonra ağabeyimin uzun çarşıdaki dükkânına uğruyor, tekmil veriyorduk kışla nöbetçileri gibi. Kurstan son sürat dükkâna gelmiştik ama hoca efendinin manyetolu telefonu bizden hızlı çıkmıştı... Vukuatımız çoktan ulaşmıştı ulaşacağı yere.
Dükkânımız, uzun çarşının takriben orta yerinde ve uzunca bir mağaza idi.
iki bölüm halinde olan dükkânın arka kısmında ardiye tabir edilen büyük bir deposu vardı. Ön kısmında, tereklerinin çoğu boş, derme çatma bir takım inşaat malzemeleri bulunuyordu. Ardiye kısmında ise keser ve kürek saplarından başka hiç bir şey yoktu. Daha dükkâna adımımızı atar atmaz, ağabeyim çekti ardiyeye her ikimizi de birden... Çok öfkeli idi. Bir yandan ardiyenin kapısını kapatıyor, bir yandan olanca sesiyle bağırıyordu:
_O mübarek zatı hanginiz kızdırdınız bakıyım? !
İkimizden de çıt çıkmıyordu. Tekrar etti hiddetle:
_Cevap verin, hanginiz dedim m! ?
Başlarımız önümüzde, kolumuz savunma vaziyetinde, yeni tabirle gardımızı almış bir şekilde yalvarırcasına bağırıyorduk:
_Valla billa bi daha yapmayacağız abi!
Ağabeyim o zamana kadar önünde duran keser saplarından birini kaptı.
Vişne sopasından kaçarken kestane sopasına yakalanmıştık. Kardeşim biraz zayıf olduğu için evimizde ona fazla yüklenilmiyordu. Ben de kursta kısmetime düşeni yemiştim zaten... Bu durumları çok iyi bilen kardeşim, her zaman var gücüyle beni savunmaya çalışırdı. İçinde taa o yıllarda adalet terazisini kullanma istidadı olmalıydı ki, yetmişli yılların başında hukukçu olmuştu zaten. O gün de beni savunmak istiyordu:
_Kuran ekmek çarpsın ki bi daha yapmayacağız abi! .. Vişne sopası sert gelince anayasa aklıma geldi inan olsun ki...
Diye bağırınca, ağabeyim olanca öfkesiyle:
_Anayasada vişne sopası yok öylemi! ? Al öyleyse kestane sopası da mı yok!
Diyerek sallayınca keser sapını, kardeşime değmesin diyerek nasıl kaldırdımsa kolumu, keser sapı olanca hızıyla küütt diye iniverdi koluma. Sapan taşı yemiş sığırcık gibi çırpınmaya başlamıştım dükkânın ardiyesinde. Kardeşim üzerime kapanmış, iki gözü iki çeşme:
_No’lur ölme bilader... No’lur ölme!
Diye bağırıyordu sesinin çıktığınca. Bilekten alınan darbeyle ölünmeyeceğini ikimizde biliyorduk ya can havli işte... Nitekim ölmemiştim ama kendimi meşhur sınıkçı Havzan Durmuş’ un önünde bulmuştum.
O sıkıyla olacak ki, her ikimiz de Kur’an mektebinin tekamül kısmını bitirmiş, öbür taraftan da yüksek tahsillerimizi tamamlamış, vatanını milletini seven iki meslek sahibi olarak memleket hizmetine koşmuştuk. Boşa söylenmemiş olmalı:
_’’Nush ile uslanmayanı etmeli tektir, tektir ile uslanmayanın hakkı kötektir.’’
Halil Şakir Taşçıoğlu
YORUMLAR
Bazen gerekiyor abi. O anayasa kızılcık sopası bazıları için gerekiyor.
Her ne kadar karşı olsak bile bazen gerekiyor.
Güzeldi ağabeyim var ol.
Selam ve saygılar.
halilşakir
sağ olun, var olun.
iyi ki varsınız,
Onur verdiniz üstadım...
Kadir bilir asil gönlünüze kalbi şükranlarımı,
selam, sevgi ve de saygılarımı iletiyorum.
Geçmiş zamanlarda helede yazları Kur'an kurslarına çok gitmiştir sizin gibi bir çok çocukta. Ancak sopa ile değilde güzellikle nasihat ile tatlı sözler ile öğretilseymiş keşke daha verimli ve anlamlı olurmuş. Çocukluktan bir dolu yaşanmışlıklar... Kutlarım yürekten değerli Hocam ...
halilşakir
eksik olmayın efendim,
sağ olun, var olun.
iyi ki varsınız,
Onur verdiniz üstadım...
Kadir bilir asil gönlünüze kalbi şükranlarımı,
selam, sevgi ve de saygılarımı iletiyorum.
Ömrü güzel olası Anadolu'm canı üstat; Harika, Anlaşmışçasına Yörük ve Türkmen ailelerin evlat yetiştirmede izlediği yol... Boş zamanlarımızda camiye kuran kursuna " Elif Beyden, Amme cüzüne..." Kaleminize yüreğinize sağlık.
halilşakir
sağ olun, var olun.
iyi ki varsınız,
Onur verdiniz üstadım...
Kadir bilir asil gönlünüze kalbi şükranlarımı,
selam, sevgi ve de saygılarımı iletiyorum.
Anayasada ne kaldı ki hocam
hikayeniz çok güzeldi ibretle baştan sona okudum
Allah Razı olsun her birinizden
öyle yetiştirildiğimiz toplumumuzdan
şu hallere düşeceğimiz aklımızın ucundanda geçmezdi
şimdi ne anayasa kaldı ne kanun kaldı
elinize yüreğinize sağlık
hayırlı geceler
halilşakir
sağ olun, var olun.
iyi ki varsınız,
Onur verdiniz üstadım...
Kadir bilir asil gönlünüze kalbi şükranlarımı,
selam, sevgi ve de saygılarımı iletiyorum.
Sevgili üstadım, bu güne kadar onca şiirinizi beğeni ile okudum ancak bu paylaşımınız beni çok şaşırttı şayet ironi değilse bu çağda adeta şiddet güzellemesi yapan hatta sonuçta şiddet yararlıymış gibi bir çağrışımı da hissettiren bir sözle bitirilmiş ve de çok geçmişte yaşanmış olumsuz bir örneği sayfanıza yansıtacağınız hiç aklıma gelmezdi, aslına bakarsanız hoş da olmamış.
:( Esenlikler diliyorum.
Gönül Pınarı tarafından 1.2.2024 23:11:39 zamanında düzenlenmiştir.
halilşakir
bunu saklamaya çalışmak başı kuma sokmaktan
başka bir şey değildir, bunun niceleri hala diyanete
bağlı kurslarda aynen devam etmesine rağmen, ne sizden
ne sizin gibi düşünenlerden hiç bir tepki gelmemiştir bren bu
yaşadıklarımın acısını şiirlerimle mevcut dikta yönetiminden çıkartmaya çalışan
27 sene MHP il ve ilçe başkanlıklarımdan sonra sayın bahçelinin de aynı yere tükürmesinden sonra partimi bile bırakmış Türklüğün bekasından başka hiç bir
düşüncesi olmayan aydın bir ferdim. o kursta okuduğumuz kardeşim en son KONYA cumhuriyet savcısıydı ben de inşaat mühendisiyim. doğruyu eğriyi yazacağız ki nesil muhakemesini yapıp doğru yolu seçsin...selamlar...
Gönül Pınarı
İnsansan Eğer.
Sabi sübyan demez, tutar elini
Susar garip kızan, bağlar dilini
Kader denmez cehaletin gelini
Çıkta pişmanım de! insansan eğer
Bilmez aşkı meşki aklı oyunda
Adi sinsi yılan, girmiş koyunda
Acep ne var cinsi aslı soyunda
Çıkta pişmanım de! insansan eğer
Geçer yıllar, gitmez sine yarası
Kar etmiyor, malı mülkü parası
Gelmez mi sanılır, hesap sırası
Çıkta pişmanım de! insansan eğer
Nasıl kıyar insan körpe sabiye
Oyuncaklar elinde, üstte abiye
Yazı denmez, sapıklığa tabuya
Çıkta pişmanım de! insansan eğer
Duyun şu çığlığı, duyun o sesi
Görün zorda olan, kısık nefesi
Dar edilmiş alem gönül kafesi
Çıkta pişmanım de! insansan eğer
Hiç mi imanın yok, dine atarsın
Her sözüne bin bir hile katarsın
Debelenme, daha dibe batarsın
Çıkta pişmanım de! insansan eğer ..