- 197 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÖRT MEVSİMLİK AŞK-5
İki kişinin birbirini sevdiğini nasıl anlarsın dedi bir tanesi. Anlayamazsın dedim. Anlama şansın asla yok çünkü kimsenin kalbini açıp bakamazsın. Kalbini göremezsin bazı insanlar vardır ki tam bir kara kutudur. Yüzünden hareketlerinden asla anlayamazsın. Ve söylediklerine inanmaktan başka çaren yoktur. Başta seni çok sevdiğini söyleyen sonradan seni hiç sevmediğini de söyler. Benim yapabildiğim tek şey gözlere inanmak. Gözler yalan söylemez. Dilin söylediğini gözler onaylamıyorsa o kalpten size fayda gelmez arkadaşlar dedim. Abi sen filozof falan mısın mahvettin bizi akşam akşam dedi bir tanesi. Hayır dedim, ben içindekilerini diliyle söyleyebilen birisiyim. Ve şuan size sadece içimdeki duygulardan yola çıkarak konuşuyorum. Ben çok âşık bir insanım dedim.
O esnada Nur arkadan boynuma sarıldı ve kulağıma bende seni çok seviyorum dedi. Bu defa erkeklerden bir uğultu çıktı. Ve abi birbirinize çok yakışıyorsunuz sanki birbiriniz için yaratılmış gibisiniz, Allah sizi ayırmasın dedi. Ben tüm yüreğimle âmin derken Nur normal bir şekilde söylemişti. İşte ilk ayrılık tohumu o zaman ekilmişti gönlüme. Sanki gelecekte olacaklardan ipucu verir gibi. Sanki hayat gelecekte çekeceğim acının bir parçasını hissettirmişti. Tabi benim gözüm aşk ile kör olduğu için anlamamıştım. Şimdi düşündükçe bütün parçalar yavaş yavaş birleşiyor. Yapbozu şimdi düşündükçe birleştirebiliyorum ve resmi şimdi görebiliyorum.
O zaman görebilseydim nasıl olurdu bilmiyorum. Belki görmemezlikten gelirdim. Belki sorgulardım. Ama inan, beni sevmeseydin yine beni sevmen için çabalardım. Bazı âşıklar kendilerini, zaten beni sevmiyor ben neden seveyim ki diye şartlandırıp unutmaya çalışır. Ben seni beni sev diye sevmedim. Ben seni sadece sevdim. Karşılık beklemeden. Üzülmeni asla istemedim seni üzen ben isem kendimi senden sakınacak kadar çok sevdim. Senden ayrı kalınca bedenime saplanan kızgın demirlerin acısına dayanamadım. Ama seni üzenin ben olduğumu bildiğim için acıyı çekmeyi kabullendim. O acıyla yaşamaya alıştım. Belki sesim yüksek çıkmadı sana ah etmedim edemem de. Sana ne kötü bir söz söyleyebilirim nede söyletirim.
Kusursuz insan yoktur. Mutlaka senin de eksiklerin vardır. Ya da yanlışların olmuştur. Bence insanları yaptıkları hatalarla ve yanlışlarla değerlendirmek, sadece onları görmek, hatanın en büyüğüdür. Çünkü insanlara bakarken içindeki iyiliği görmek gerekir. İçindeki sevgiyi görmek gerekir. İçindeki saygıyı görmek gerekir. Bir insanın kalbini göremezsin demiştim ya göremezsin, bilemezsin içinde kopan fırtınaları. Çünkü insanlar sevdiklerini üzmemek için bazen kopan fırtınaları içinde yaşar ve gözlerinde sadece senin mutluluğun yansır. Sende mutlu olduğunu sanırsın. Hâlbuki seninle olmaktan mutlu değildir. Ama senin mutluluğunu mahvetmemek için mutlu olmaya çalışırlar. Ya da mutlu gibi yaparlar. Senin onun gözünde aslında diğer insanlardan hiçbir farkın yoktur. Ama içindeki insani duygu ele verdirmez gerçek duygularını. Bir yere kadar.
Şimdi düşünüyorum da, seninki öyle bir şeydi galiba. Benim mutsuz olmamı istemiyordun. Benim acı çekmemi istemediğin için sürekli yaralarımı sardın. Hani kanadı kırık bir kuş bulursun seversin, karnını doyurursun, iyileştirirsin ve sonunda hayatın kollarına geri bırakırsın ya. Sende öyle yaptın ama iyileştirirken açılan yaraları göremedin. Kırık kanadım iyileşti ama kanayan bir yarayla uçmaya çalışıyorum. Konacak bir dal yok ya da göremiyorum. Sanki ömrümün sonuna kadar hiç durmadan uçacakmışım gibi hissediyorum.
O gece biz kalkmadan hiç kimse kalkmadı oradan. Oturdular uzun uzun bizi dinlediler. Oturdular uzun uzun bizi seyrettiler. Gerçekten iki gecede unutulmaz gecelerdi birisinde adrenalin dolu bir gece diğerinde duygu dolu bir gece. Yarın akşam yola çıkacaktım lojmana geldiğimizde yine aynısını söyledin bana yanında uyumak istiyorum dedin. Kıyamadım yine sana o gece kollarımda uyuttum seni. Sabaha kadar güzel yüzünü seyretmekten uykusuz kaldım bende. Sabah uyanınca sen yine mi uyumadın dedin. Gerçekten bazen abartıyorsun. Neden uyumuyorsun bu akşam yola çıkacaksın nasıl gideceksin dedin. 10 gün boyunca geceleri uyumaya bol vaktim olacak şu anı uyku için heba edemem dedim. Sonra indik arabadan ve yemekhaneye gittik kahvaltı için. Bu gün son gündü. Bu akşam yola çıkacaktım. Hiç gitmek istemiyordum. Bir ara departman şefine başkası yok mu o gitsin demek geldi içimden. Ama yoktu benim gitmem gerekiyordu. Akşam yola çıkmadan son kez görüştük. Sarıldım sıkı sıkı bırakmak gelmiyordu içimden. Derin derin kokusunu çekiyordum, içimi kokusuyla doldurmaya çalışır gibi. Geç kalacaksın, biraz daha durursan hiç gidemeyeceksin dedi. Gitmek istemiyorum ki dedim. Gitmezsen kovulursun o daha kötü olur sadece 10 gün dayanabiliriz dedi. Kulağına seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun dedim. Tabi ki biliyorum dedi. Hakkını helal et diyecektim ki sus dedi. Veda konuşması yapma gideceksin ve geleceksin, geldiğinde helalleşiriz dedi.
O gün ayrılığın verdiği hüzün, kalkmayacaktı gelene kadar yüreğimden. İnsan en sevdiğini, canını geride bırakıp gidebilir miydi? Gittiğinde geride canı mı kalırdı sadece? Her şeyimi geride bırakıp gidiyordum bir yandan el sallayıp bir yandan gözlerimden akan yaşları saklamaya çalışıyordum. Ağlamak istemiyordum ama gözlerim, yüreğim söz dinlemiyordu. Sana öyle veda etmiştim. Sen sevmesen de vedaları. O 10 gün nasıl geçti neler yaşadım hatırlamıyorum. Belki hatırlamak istemiyorum. Her gün konuşuyorduk ama bir şeyler eksikti sanki yemek yiyemiyordum. Uyuyamıyordum. İçimden çalışmak bile gelmiyordu ama işimi bitirmek zorundaydım yoksa süreci uzatırdım. Sensiz geçirdiğim 10 gün hayatımın en yalnız 10 günüydü. Ben öyle bir yalnızlık yaşamadım. Ben öyle bir hasret çekmedim hayatımda. Her gün bir tırnağımı çekiyorlardı sanki. Her gün güneş içimden doğuyor, batana kadar yakıp kavuruyordu beni. Sana belli etmiyordum üzülme diye. Sen beni iyi mutlu zannet diye belki bu yüzden olmuyor mu her şey. Sensiz mutlu olduğumu düşündürmüştüm sana sensiz daha iyi olduğumu düşündürmüştüm. O an düşünemedim işte o ihtimalleri ben yalnız seni düşünüyordum. Üzülmeni istemiyordum.
Dönmeme 1 gün kalmıştı. Ben işleri hızlıca bitirdim sadece sistem çalışıyor mu diye kontrol kalmıştı. Oradaki yöneticim. Senin transferini isteyelim buraya orada personel bulması kolay demişti hem maaşını da iyileştiririz demişti. Bende iki kat maaş verseniz gelemem ben demiştim. Nedenini sordu gözlerime baktı anladım dedi anladım seni oradan koparmaya paranın gücü yetmez ama oradan uzaklaşmak istersen bir gün mutlaka beni ara seni kendi kadromda görmek isterim demişti. Sanki içine doğmuşçasına. Bende anlamadan ararım demiştim geçiştirmek için. 10 gün içerisinde çok sevmişlerdi beni. Uğurladıkları gün hepsi keşke kalabilsen demişlerdi. Bende keşke demiştim. Nur’un âmin demesi gibi.
Yola çıktıktan sonra bitmek bilmedi o yol bana saatler geçiyor ama yol bitmiyordu. Uyumak istiyordum. Zaman hızlı geçsin diye rüyadan uyanırım diye korkudan uyuyamıyordum. Her şey bir rüyadan ibaretken. Mevsim yazdı ama benim içime bahar gelmiş çiçekler açmıştı. Nur’uma kavuşacaktım. Tekrar ona sıkı sıkı sarılabilecektim. Kokusunu hissedebilecektim. Hasret çeken gönlüm vuslatına erişecekti. Hasret kötüydü ama kimse bilmiyordu ki vuslatı güzel yapan hasretti. Hasretlik olmasa vuslat asla olmazdı. Hasretliğin sonu vuslat olduğunda hasretlik çok daha güzeldi. Kavuşma hayaliyle uyuya kalmışım. Uyandığımda çok az bir yolumuz kalmıştı bir anda kendimi ilk defa geliyormuş hissine kapıldım. Hepsi rüya mıydı yoksa. Ben yenimi geliyordum buraya. Daha hiç işe başlamadım mı yoksa? Nur diye birisi yok muydu? Öyle korktum ki anlatamam. İşte bu yüzden uyuyamıyordum geceleri uyanmaktan korktuğum için.
Geldiğimde öğle yemeğine az bir zaman vardı senin yanına gelmek istedim ama biliyordum benim oraya gelmemi sevmiyordun. O yüzden öğle yemeğini bekledim. Söylemedim de sana geldiğimi sürpriz olsun diye. Nerden bilebilirdim ki olacakları. Yemek vakti uzaktan seni seyrettim yemek sırasına girdiğinde arkandan bende sıraya girdim. Ve hanımefendi müsaade ederseniz biraz acelem var sıranızı verir misiniz demiştim sende gayet kibar bir şekilde tabi buyurun dedikten sonra fark etmiştin benim olduğumu. Sonra herkesin içinde boynuma atlamış sarılmıştın bana sıkı sıkı. Elim ayağıma dolaştı o an ne yapacağımı bilemedim o kadar insanın içinde kulağına ne yapıyorsun demiştim utanarak. Sen beni özlemedin mi yoksa demiştin. Çok özledim ama herkesin içinde neden böyle yaptın ki dedim. Tutamadım kendimi hem ne olacak zaten herkes biliyor bizi bir şey olmaz demiştin. Oysa kalabalık ortamda sevmezdin sarılmayı el ele dolaşmayı çekinirdin.
O gün yemek başka tatlıydı bana. Ben öyle doyduğumu hiç hatırlamıyorum. Sen yemek bitene kadar Nalan’la yaptıklarını anlatmıştın ama inan ben seni seyretmekten ne anlattığını hatırlamıyorum. Bazen kızardın bana beni dinlemiyorsun söylediklerimin bir önemi yok mu diye. Gözlerinden kendimi alamıyordum ki aklımı veremiyordum söylediklerine. Seni görmeye seni seyretmeye doyamıyordum. Bazen de dalıp gidiyordum hayallere gözlerine bakarak. Gelecek gözlerimde canlanıyordu sanki. Her gün bir tuğla daha koyuyordun hayalimin inşaatına. Yavaş yavaş yükseliyordu göklere. Her geçen gün daha büyüyordu. Enkazı çok büyük olacaktı ve ben altından kalkamayacaktım. Kalkamadım da şimdi kurtulma umudumda yok.
Akşam bir yerlere gidelim dedim. Olmaz dedin sen yorgunsun, bugün dinlen yarın çıkarız dedin. O gecede ben sana sarılarak uyumak istedim ama söyleyemedim işte. Sabaha kadar kokunla uyumak sana sarılmak, sabah uyanınca ilk seni görmek istiyordum ama söyleyemedim. Şimdi düşünüyorum yaşadığım pişmanlıkları, keşke söyleseydim ve olmasaydı istediklerim, bu kadar acı çekmezdim galiba insanın içinde olma ihtimaliyle yaşayamıyor. Keşke söyleseydim ya da keşke yapsaydım böyle olmazdı belki, dediğin zaman içi yanıyor insanın. Tecrübe böyle kazanılıyor ama tecrübe kazandıktan sonrada hayatı kaybediyorsun. Tecrübeni uygulayacak bir hayat kalmıyor artık. Tecrübe kazanmak güzel ama uygulayacak zaman kalmaması çok kötü. İnsan kendi hayatını iyileştiremedikten sonra başkasının hayatını düzeltmeye çalışmak saçma geliyor bana. Çünkü insanoğlu yaşamadan ders çıkarmıyor hiçbir şeyden. İlla o acı olayı yaşaması gerekiyor yoksa söylenenler boş geliyor. İşte bana da öyle söyleniyordu bir daha aşık olacaksın, çok seveceksin diye. Hayır diyordum hayır bir daha sevmeyeceğim. Ama hayat bana sözümü yedirdi. Ve karşıma seni çıkardı. Geçmiş te konuştuğum büyük sözün cezası gibi seni çıkardı karşıma sonra koparıp aldı ellerimden. Bana da acı bir tecrübe bıraktı.
Ertesi gün işten sonra yine buraya gelmiştik. 10 gün ayrıydık ve içimizde olan biteni anlatmalıydık birbirimize. Sen yine o taşın üzerinde oturuyordun. Bende uçurumun kenarında içimde yaşadıklarımı atmaya çalışıyordum denize. Bir ara yanıma neden gelmiyorsun dedin. Kafamdan o 10 günü atmam lazım dedim. Yerinden kalktın ve sen geldin yanıma. O zaman beraber atalım 10 günü yalnız sen yaşamadın demiştin bir süre sarıldık birbirimize, ayaklarımızın ucundan akıyordu sanki 10 gün yaşadığımız bütün sorunlar. Akıp denizin maviliğine karışıyordu. Ben o zaman hiç geri gelmeyecekler zannediyordum. Bir daha o kadar hasret kalmayacağımızı düşünüyordum. Sıkıca sarıldın üşüdüm hadi gidelim geç oldu dedin. Hiç bir şey yapmamıştık eğlenmemiştik, konuşmamıştık ama sanki ikimizde hafiflemiş gibiydik çünkü beraberdik ve birbirimize aşk dolu gözlerle bakıyorduk.
O gece seninle uyuyamadım ya, uyku uğramadı yanıma. Sabaha kadar boş tavana bakıp hayaller kurmuştum. İçimden seni göğsüme yatırıp uyuduğumuzu hayal etmiştim ama yine uyuyamamıştım. Sabah uykusuz uykusuz kalktığım. Seninle kahvaltı yaptık. Sonra işe gittik. O gün Ahmet aradı beni. Sesi çok kötüydü. Sevgilisiyle kavga etmiş, galiba ayrılacağız diyordu. Bende biraz kendi haline bırak birkaç gün sonra ararsın barışırsınız dedim. Gerek yok gitmek isterse gider, seviyorsa döner demişti. Ne kadar tuhaf gelmişti bu sözler bana. Seviyorsa döner ne demekti. Sen sevmiyor muydun, sevmediğin biriyle nasıl bu kadar hatıra biriktirebilirdin, bu kadar nasıl zaman geçirebilirdin. Gerçekten bir anda buz kesmiştim. Akşam buluşalım biraz kafa dağıtmam lazım dedi bana. Tamam dedim, Nur’la konuşayım beraber gelir biraz dertleşiriz dedim. Tamam dedi. Sonra Nur’u aradım durumu anlattım. Nur düşünceli birisiydi, olur hatta Nalan’da gelsin hep beraber biraz eğleniriz demiştin. Sonra Nalan’la konuşmuşsun olur demiş Nalan. O gece olacakları nerden bilebilirdik ki.
İşten sonra yemek yemeden hazırlandık ve çıktık. Sonra Ahmet’i aldık. Sakin bir yere gittik. Yemek yedik. Nalan ile Ahmet ısınmışlardı birbirlerine. Sohbet koyuydu, şakalar yapılıyordu. Ahmet unutmuştu sanki her şeyi. Çok şaşırmıştım. Bu kadar gamsız nasıl olabilirdi insan. Bir ara kulağıma eğildin iyi ki Nalan’ı getirmişiz bak ne güzel eğleniyorlar dedin. Evet dedim bende. İyi ki getirmişiz. Unuttu Ahmet, Nalan sayesinde her şeyi, hâlbuki sabah sesi çok kötüydü dedim. Sanki Nalan Ahmet’e ilaç gibi gelmişti. Ama korkuyordum. Çünkü Ahmet’i iyi tanıyordum maymun iştahlıydı. Nalan iyi kızdı onu üzmesini istemiyordum. Bir ara Ahmet’i sigara bahanesiyle dışarı çağırdım. Nalan nasıl kız dedim. Ahmet sanki onu bekliyormuş gibi hemen girdi söze, ben çok hoşlandım ondan kafalarımız uydu dedi. Ve Murat kardeşim biraz ağzını arasana dedi. Bende kardeşim bak öncekiler gibi olacaksa hiç bulaştırmayacağım seni kıza hatta bozarım işini baştan söylüyorum dedim. Yok, kardeşim diğerleri gibi değil derken gözlerindeki ışıltıyı gördüm. Peki dedim ama kızı üzersen karşında beni bulursun ona göre dedim. Üzmem kardeşim dedi ve içeriye geçtik.
Oturduktan sonra, Nur bir ara kulağıma eğildi ve ne kadar iyi anlaşıyorlar değil mi? Dedi. Evet dedim Nalan bir şey mi söyledi yoksa sana dedim. Bir şeyler söyledi ama şimdi daha erken dedi. Bende değil Ahmet’te bana dedi. Eğer Nalan Ahmet’ten hoşlandıysa sen Nalan’a çıtlat bende Ahmet’e çıtlatayım sevaba gireriz dedim. Gülüştük seninle. Onlar bizim ne konuştuğumuzu umursamıyorlardı bile kaptırmışlardı kendilerini birbirini tanımaya çalışıyorlardı. Yemekten sonra ben Ahmet’in hadi eğlenmeye devam diyeceğini düşünürken Ahmet, geç oldu kızları fazla tutmayalım malum yarın çalışacaksınız uykusuz kalmayın dediğini duydum. Benim söyleyeceğimi Ahmet’ten duymak çok şaşırtmıştı beni. Gerçekten bir şeyler hissetmişti Ahmet bir şeyler. Çünkü onun uykusuz kalmasını istemiyordu. Ve Ahmet de tanışmıştı aşkla. Benimle dalga geçen Ahmet ne söylediğinin girdiği yolun nereye gittiğini bilmiyordu. Ama öğrenecekti ve ilerde bana hak verecekti. Belki benim kadar şanssız olmayabilirdi ama aşkın tadı değmişti damağına artık bırakamazdı. Artık devamlı isteyecekti, başkasını görmeyecekti. Ama bilmiyordu yakında öğrenecekti.
O akşamdan sonra Ahmet beni daha sık aramaya başladı devamlı Nalan’ı soruyordu. İki kelimesinden biri Nalan’dı ama farkında değildi. Yavaş yavaş dalgalı okyanustan Nalan limanına yaklaşmış, demirlemek için fırsat kolluyordu. Numarasını mı istiyorsun dediğimde zaten var aldım ben numarasını ama ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Nasıl başlayacağım konuşmaya dedi. Kızlarla nasıl konuşması gerektiğini bilmeyen Ahmet, her gün daha çok şaşırtıyordu beni. Aşk işte, insanın içine düştüğü an dili lal oluyor, gözleri kör ediyordu. Bende öyle değil miydim? Ne konuşacağımı bilemiyor günlerce kendi kendime provalar yapıyordum. Şimdi Ahmet düşmüştü aşkın tuzağına ve kurtulamayacaktı. Her gün arıyor, her gün buluşalım diyordu. Bu kadar çabuk nasıl oldu diye soramıyordum. Çünkü aynısını yaşamıştım. Sadece önümden geçmişti aşk. Kokusuyla büyülemiş. Rüzgârıyla yakıp yıkmamış mıydı? Biliyordum o duyguyu, biliyordum o fırtınayı, esip geçmişti gönlümden. Taş üstünde taş bırakmamıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.