Okul İçin Ağlayan Bir Çocuk
Okul İçin Ağlayan Bir Çocuk
Köylerde henüz elektriğin gündemde olmadığı; yol, su ve okul problemlerinin halledilmeye çalışıldığı yıllar. Bin dokuz yetmiş öncesi 68-69 yılları. Aslında bir yönüyle, yani okulun olması bakımından şanslı bir köydü köyümüz. Çünkü okul açılmış ve önce üç yılda sonra da beş yılda olmak üzere mezunlar bile vermişti. Benden 3 yaş büyük abim iki senedir okula gidip geliyordu. Artık ben de gitmeliydim. Fakat herkes yaşımın küçük olduğunu ve beklemem gerektiğini söylüyordu. Ama benim okuma aşkım engel tanımıyor, gönül ferman dinlemiyordu. Okul açıldığı, derslerin başladığı zaman gelince günlerce “ben de okula gideceğim” diye tutturuyorum. Ağlama faslı uzayıp da susturamayınca o zamanlar köy ihtiyar heyetinde birinci aza olan babam aynı zamanda okul müdürü olan öğretmen Mustafa Türköz hocaya varıyor ve “hocam kaydetmeseniz de abisiyle gitsin gelsin, ağlayıp duruyor, bir türlü susturamadık” diyor. Mustafa hoca, “tamam Ömer ağa, gelsin gitsin”, diyor. Uzun bir süre bir, hatta iki dönem kayıtlı öğrencilerden daha fazla bir özenle derslere devam ediyorum ödevleri yapıyorum.
Dönem sonu muydu yıl sonu mu tam hatırlamıyorum. Müdür Mustafa Hoca’nın “Yahu Ömer ağa, bu ötekilerden daha iyi okuyor, gel şunu kaydedelim, diye artık kaydımı da yapıyorlar ve dünyalar benim oluyor. Böylece okula resmi olarak başlıyoruz. Bu arada yakın köyümüz Topaç’tan rahmetli Ömer Bilir hoca ve yine Yozgat’ın Karga köyünden Akif Başer (Allah hayırlı ömür versin) de köyümüzde öğretmenlik yapıyorlar. Biz artık Ömer Bilir’in sınıfındayız. Acayip bir okuma açlığı ve yarışı içindeyiz. Nerde eski püskü bir gazete yahut paket yapılan yazılı bir şey görsek hemen satır satır okuyor anlamaya çalışıyoruz. İkinci sınıfta okulumuza minik bir kütüphane diyebileceğimiz birçok çocuk kitabı geliyor. Bunları kapış kapış okuyoruz. Dede Korkut Hikayeleri’nden Kan Turalı ve Deli Dumrul; Ömer Seyfettin’den Diyet o zamandan okuduğum bazı kitaplar..