- 470 Okunma
- 8 Yorum
- 5 Beğeni
KENDİNİ SEV
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Etrafımda yaşanan yabancı bir hayat var adeta. Hiç yetişemediğim,hiç bilemeyeceğim,ulaşamayacağım bir hayat etrafımda dönüp duruyor. Korkuyorum Efsun hayatı hiç bilememekten,hiçbir şey anlamadan göçüp gitmekten...Sanki Rüya’nın konuşmalarından sonra hiçbir şey başaramayacağım sanıyorum."
"Dinliyorum seni de ne kadar çok büyütüyorsun yaşamayı,o anın tadını çıkar ve geç git işte. Dert etme hiçbir şeyi. Çok derinlere gidiyorsun ve ben de bundan korkuyorum. Yeniden hastalanacaksın diye endişeliyim açıkçası."
"Korkma canım sadece anlamlandıramıyorum bir şeyleri. Neyse yakınmayı bırakayım en iyisi. Çaylarımızı bitirelim de alışveriş yapalım.Yolda da laflarız".
"Tamam canım,kalkalım".
Aynı kasaba ve mahallede yaşayan arkadaşların tanışması Zuhal’ in ilkokul ikinci sınıfta okular açıldıktan bir ay sonra sınıfa geldiği gün başladı. Zuhal okula geç başladı çünkü ailesiyle bu kasabaya köyden yeni gelip amcasının yanına taşınmışlardı. Onu sınıfa birinci dersin yarısında okul müdürü getirdi. Öğretmeni Yurdagül geleceğini biliyordu ve arkadaşlarına kendini tanıtmasını söyledi.Zuhal kendini tanıttı. Efsun bu yeni gelen,sarışın kısa kıvırcık saçlı,yeşil gözlü kızı çok sevimli buldu ve boş olan yanına oturmasını işaret etti. Efsun kadim dostu olacak kızın bıcır bıcır kendisini tanıtmasının ardından yanına oturmasıyla ona kendini tanıttı. Az sonra ders başladı.Tıpkı bitmeyen dostluğun başlaması gibi.İlk başta Zuhal tedirgindi; çok konuşan ve neşeli bir çocuk olmasına rağmen konuşmaya çekiniyor,sessiz,sakin oturuyor;sorulara yavaş ve heyecanlı cevaplar veriyordu. Efsun ise onunla konuşmak istiyor ve teneffüste yanlarına gelen kızlarla sorular soruyordu. Konuşmalardan anladıklarına göre Efsun ve diğer üç kızla aynı mahallede oturuyorlardı.Zuhal henüz bir hafta önce gelmiş olduğundan evden de çıkmadığından hiç karşılaşmamışlardı. Efsun yeni arkadaşını çok sevmiş o gün teneffüste oyunlara onu da çağırmış diğer arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Okula kendileri gidip geliyorlardı. Zuhal’ i o gün okula amcası getirmiş ve almaya da yengesi ve annesi gelmişti. Yengesi çıkışta mahalleden kızları görünce birlikte gidip gelmelerini söyledi. Efsun ve diğer kızlar da çok sevindiler. Zuhal birkaç güne açıldı;artık kendi gibi davranıyor;güvenli,sıcak ve huzurlu konuşuyor;arkadaşlarıyla zaman geçirmekten mutlu oluyordu. Dersleri iyiydi. Okul çıkışında Efsun ve diğer üç kızla birlikte okula geldikleri gibi eve de birlikte gidiyorlar ve hep beraber ders çalışıyorlardı. Boş zamanlarda da mahallede oyun oynuyorlardı ve Zuhal hayatının en güzel günlerini geçiriyordu.
İlkokul yılları ileride hatırlayınca en sevdiği yıllar olacaktı. İleride İlkokul’una dair hatırladığı başarılı,sevilen bir kız olduğuydu. Arkadaşlarıyla mahalledeki pazar kurulma yerinde pazarcıların sattıklarını sergilediği hafif "U" şeklinde, altı boş taşların arasında oynadıkları oyunları,okul kantininde arkadaşlarıyla çalıştığı ve birlikte portakallı eti cin yedikleri günlere özlemle bakıyordu şimdi. Kaldıkları kasabada evlerinden okula giden iki yol vardı. Birisi ana caddeden geçiyor ve çoğunlukla arkadaşlarıyla okula buradan gidiyorlardı. Dönüş yolları mahalle arasından ana caddeye çıkan diğer sınıf arkadaşlarının da oturduğu yerden geçiyordu. Hep birlikte mutluydular. Şimdi kimin başlattığını hatırlamadıkları alışkanlıkları vardı. Birbirlerine içinde gazetelerden kestikleri çiçek ve ünlü resimleri olan mektuplar yazıp veriyorlar,birlikte şarkılar yazıyorlar,kışın karın kesilmesinden faydalanıp caddedeki yolu ikiye bölen yerdeki küçük çam ağaçlarının altına durup üzerlerine karlar yağdırıyorlardı. Birbirlerine yazdıkları mektuplar Efsun da ve Zuhal’ de de yoktu şimdi ama diğer arkadaşlarıyla yazdıkları şarkının birinci dörtlüğünü hatırlıyorlardı. İlkokulları böyle eğlenceli ve başarılı geçti.
Bu arada aynı mahallede olmalarına rağmen birbirlerine gidip gelmeyen, tanışıklıkları merhabadan öteye gitmeyen aileler dost oldular. Çoğu zamanları -tabii işten arta kalan zamanlarda- birlikte geçiyordu. Zuhal’ in ailesi amcalarının üst katına taşınmışlardı. Zuhal’ in kardeşi Hilal’le birlikte paylaştıkları bir odaları bile vardı. Derslerine çalışıyorlar,birlikte maket oyuncaklardan biriktirdikleri minicik ev eşyalarıyla oynuyorlar ve peçete,kartpostal, kalem koleksiyonu yapıyorlardı. Her şey çok güzelken babalarının çalıştığı fabrika kapanacaktı ve işveren işçilerinden bazılarını İstanbul’daki ana fabrikaya geçirmek istiyordu. Zuhal ve ailesi çok mutluyken buradan ayrılmak istemeseler de gideceklerdi. Aile ve çocuklar için tek teselli Efsun ve ailesinin de gidecek olmasıydı. Zuhal’ in amcasının o kasabada kendine ait kırtasiyesi vardı; o ve ailesi orada yaşamaya devam edecekti. Arkadaşlarıyla ve mahalleliyle vedalaşmaları Efsun’larla aynı gün oldu.Kadim dostlar beraber gittiler o herkesin hayran, herkesin gitmek istediği ama yaşamanın zor,gidenin bin pişman olduğu İstanbul’a. İki aile yola çıkarken tüm komşular özellikle Efsun ve Zuhal’ in arkadaşları da vardı.Arkadaşları onlara desenli beşli sabun hediye ettiler. Vedalaşıp birer kamyon ve birlikte gittikleri minibüsle yola koyuldular.
İstanbul’da fabrikaya yakın kenar mahallede birer ev bulmuşlardı. İki hafta önce iki arkadaşın babaları İstanbul’a gelmişler ve evleri ayarlamışlardı. Bu evlere yerleşmeleri üç günlerini aldı. Kenar mahallede kendileri gibi taşradan gelmiş, oraya yerleşmiş, kıt kanat geçinen insanlar yaşıyordu. Gecekondulardan oluşan mahallede Zuhal ve Efsun’ların evi yan yanaydı. İlk başlarda evle uğraşan ailelere mahalleli sıcak yaklaştı. Ancak kızlar arkadaşlarını özlüyordu. Çünkü bu mahallenin çocukları onları aralarına almadılar.Daha önceden büyükşehre gelmenin üstün bir şey olduğunu düşünen ve bunu yeni gelen kızları aşağılamak için bir neden olarak gören diğer çocuklar iki arkadaşa akran zorbalığı yapmaya başlamışlardı.İki kız birlikte oynuyor,birlikte okula gidip geliyorlardı.Efsun rahat,kafasına hiçbir şeyi takmayan,olayları hep olumlu tarafından düşünen,kendi içinde huzurlu olan bir yapıdaydı.Zuhal ise daha nahif,alıngan,insanlara laf söyleyemem ve sonrasında üzülen bir kişiliğe sahipti. Bu özelliklere sahip iki kız mahalledeki çocukların davranışlarından farklı etkilendi. Efsun umursamazdı.Zuhal ise kendisini küçük düşmüş,suçlu ve huzursuz hissediyordu.
Okular açıldığı birinci ayın sonuydu;iki kız kendilerini kabul edemeyen diğer çocuklarla arkadaş olmaktan,onlara kendilerini kabul ettirmeye çalışmaktan yorulmuşlardı. Lacivert bir akşamda Zuhal’ lerin gecekondularının bahçesinde iki dost sedirde oturmuş yıldızları seyrediyorlardı. Efsun,Zuhal gibi içine kapanık ,naif yürekli,ince düşünceli değildi ve ikisine de söylenen sözlerin karşılığını verirdi, kendisini de Zuhal’i de ezdirmeyen bir karaktere sahipti. Daha rahattı, olayları,insanları umursamaz,fevri olduğu kadar eğlenceli de biriydi. Bunların yanında içine attıkları, buruk yanı olan iyi yürekli kızı bir tek Zuhal anlardı. İki kız bahçede sedirde oturup yıldızlara bakarken ilk konuşan Efsun oldu.
-Biliyo musun en çok göcüme giden gonuşmamızla dalga geçmeleri,sankim kendileri de göylü değel? Hepsini dövmek geliyo içerimden.
-Sorma kendileri de bizim gibi köylü gibin gonuşurmuşturlar he mi Efsun.?
-Tabiin öyledir hem gecen gün Ahmet odevini yapmadan ogula gelmiş ögretmen de gızdı ya ne sevinmişem. O mudur dalga gecen.
O sırada içeride misafirlikte olan Efsun’un annesi ve Zuhal’in annesi dışarı çıktı. Artık eve gitme zamanıydı. Onlar gidince az önce Efsun’la dersini yapan Zuhal uyumak için yattı.
Yarınki gün ve diğer günler iki kız birlikte zaman geçirdiler.Zamanla diğer çocuklar da onlarla uğraşmaktan vazgeçti.İkisi de şivelerini düzeltti.Zaman her şeyin olduğu gibi ortama alışmalarına ilaç oldu. Zaman böylece geçti gitti.
Liseye başladıkları sene ilk defa birbirinden ayrılan kızlar için zor zamanlar yeniden başladı.Farklı liselerde okumaya başladılar.Efsun rahat,hazırcevap,umursamaz olduğundan kimsenin laf söylemesine aldırmaz ve derslerine rahat çalışırdı.Zuhal gittiği lisede de sessiz ve içine kapanık olduğundan alay konusu oldu.Sınıf arkadaşlarına kendini kabul ettiremedi. İlk sınavlardan zayıf almaya başlayınca da sınıflarında ayrı dalga konusu oldu.Derslerine sınıfında dalga konusu olduğu için çalışamıyor hep olan olayları düşünüyor,ağlıyor,uyumuyor ve derste uyukluyordu. Tabii Efsun arkadaşını yalnız bırakmadı. Hep derdini dinledi,yanında oldu.Zuhal bir süre sonra takıntılara başladı.Ellerini sürekli yıkıyor,takıntılı düşüncülerde kayboluyordu. Bir süre böyle gitti.Tabii okulda daha çok dalga konusuydu.Okulda ellerini sürekli yıkıyor,bir söylediğini tekrar ediyor,merdivenlerde aynı taraftan yürüyor,yerdeki çizgilere basmamak için zıplıyordu. Arkadaşları da onun bu yaptıklarını fark edip daha çok güldüler,eğlendiler. Bu takıntıları ilk sınavdaki düşük notları yerini iyi notlara bırakmışken yeniden düşük notlara bıraktı. Son sınıftaydı. Takıntıları çoğalınca ailesi psikiyatriste getirdi.İlaçlarla tedavi edilmeye başlandı ama son sınıftaydı ve üniversite sınavına çalışamadı.Üniversiteyi kazanamadı. Okulu bitince takıntıları sınavı da kazanamamasından dolayı arttı. Sınavı kazanan Efsun ise arkadaşına üzülüyordu ve aynı yerde oturmasından dolayı hep yanındaydı.Okulu da İstanbul’da kazanmıştı bu da iki dostun ayrılmayacağı anlamına geliyordu.Efsun hep arkadaşına destek veriyordu,boş zamanında hep onun yanındaydı.Fakat Zuhal o kadar kötüye gitmeye başlamıştı ki artık lavabodan ayrılamıyor ve sürekli düşüncelerinden korkup dua ediyor ama iki dakika sonra aklına başka şey gelince nerede olursa olsun dua ediyordu. Misafirlikte ve her yerde bu hareketleri tekrarlıyordu. Artık kendisine engel olamıyordu.Efsun’da arkadaşına yardım edemediği için üzülüyor derinlerde olduğunu düşündüğü arkadaşının yanında olamıyordu.Çünkü artık aralarına görünmez duvar örülmüştü.
Hayatı sarıp sarmalayamıyorum,hep uzakta,hep dışarıda hissediyorum kendimi. Sanki beni sarmalayan görünmez olan bir kıyafet giymişim üstüme.Hayatı anlamlandırmam diğer insanlardan farklı oldu ve adına "derindesin sen" konuldu. Ben derinde miydim yoksa anlatamıyor muydum kendimi?
Bunları on sekiz yaşında hastane odasının soğuk duvarlarına bakarak kahverengi deri kaplı ajandasına yazdı Zuhal.
Hafızasını kaybetse yaşanılanlar hiç olmamışcasına kaybolur muydu yeryüzünden?Hiçbir şey olmamış gibi olur muydu insanların aklında? Bunları düşünmek zihninin derinliklerinden ruhuna yapışırken kendini kaybolmuş hissediyordu.
İnsanların aklındaki "kendisini" merak etmeden duramıyor;hakkında kötü düşünülme ihtimali bile suçluluk duymasına neden oluyordu.Neydi ki bunun nedeni?Kendini suçlu hissettiren başkalarını kendinden çok önemseten neydi?"Elalem ne der" sözünün insanın hayatını bu denli azaba sokmasını anlamıyor fakat bunu düşünmek bile kendini haklı görme ibaresi olduğundan kendini tekrar suçlu hissediyordu. Bu kısırdöngüde anlamsız takıntılarıyla savaşmaktan hayatın akışında sıkışıp kalmaktan korkuyordu. Hayatın anını yakalamak bir yana geçmişin bataklığında batıp duruyordu.
Bunları anlatmaya kalksa Efsun "derindesin boş ver insanları,zaten hiçbir günahın suçun yok" diyordu. Onu Efsun da anlamasa kim anlardı. Zaten anlatmaya çalıştığı hiçbir şey diline geldiği gibi yankılanmıyordu zihninde,ruhunda.Zihni ve ruhu hep bir bataklıktaydı ve çıkmaya çalıştığı zamanlarda anlatıyor ama anlattığı kalbindekini yansıtmıyor ruhu hafiflemiyordu.
Neydi onu bunaltan bu kadar?. Hastane odasında düşünüyordu. Pısırık duruşunun ailesini rencide ettiğini, platonik duygularını istemsizce belli etmesini, okuldaki sessizliğini kullanan,dalga geçen herkese cevap verememesinden dolayı hak vermesiydi suçu. Suçu pısırıklığından, tembelliğinden,sevgisini yanlış ifade edip şımarık damgası yemesinden,kendini gösterip aptal,pısırık olmadığını ispat etmeye çalıştıkça havai görülmesindendi.Belki diyerek kendini yedi bitirdi.Oysa beklide hiç öyle düşünmemişlerdi.Bunları ve bir çok düşüncesini Efsun’a anlatmak istedikçe söylemek istediği duygular ifadesini bulamıyor kelimeler çarpışıp duruyordu dilinde.
Hastanede bir ay kaldı.Gecelerce kalıp kalıp sabun tüketmekten elleri yara içinde,düşüncelerine gem vurmadığı için esaret düştüğü yalnızlığından ve uykusuzluktan bitap düşmüş haldeydi.Teşhisi belliydi.Obsesif Kompulsif Bozukluk.Takıntı hastalığı denilen ruhuna kazınan bir döngü yaşamını çekilmez hissettiriyordu. Hayatı böyle geçecek diye düşünmekten ve acılı günlerin esirliğinden tahliye olmayacağı hissinden kurtulamıyordu.
Bir ayın sonunda taburcu olduğu hastaneden yeniden dünyaya gelmiş ama endişeli bir huzurla ayrıldı.Artık ellerini yıkaması ve sonu gelmez düşünceleri büyük ölçüde azaldı. Bazı düşünceler devam ediyordu.Mesela hayatta yaşadığı ve yaşamadığı her şey.Hayal kırıklığımız değil de pişmanlıklarımız daha acı verir bazen.Hayalleri olmaz gözüyle yani umudun kör bakan gözleriyle bakmayınca insan üzülmeyebilir de pişmanlıklarının geri dönüşü olmamasından kurtulamaz.
“Keşkeler hayatımızın kara yanı. Anlatamadığımız kadar içimizde anlamlandıramadığımız kararmış yanımız. Ömrümüzü öyle olsaydı ya da olmasaydı diye karabasanlarla çentiklediğimiz. Her keşke kalbimizde kara deftere çizdiğimiz sonsuz acımız. İşte bazen ruhu bunlarla beslenip acıya alışıyordu” diye yazdı Zuhal. Onun hayatında yaptıklarından ve yapamadıklarından pişman olduğu çok şey vardı.Bunları hastaneden çıkınca odasında kahverengi deri kaplı ajandasına yazarken Efsun finallerini vermiş ve huzurla arkadaşının yanına gelmişti.
Başkaları ne der diye yaşamaktan gerçek acılarını göremezdi. Gerçek olan, herkesin gördüğü veya göremediği ama adı acı olan her şeyi görmekten biçare, hayatını anlamsızca acılara boğan oydu.
Buz tutmuştu yüreği oysa yangın yerinden yeni çıkmıştı. Sanki kanayan yaralarına tuz basar gibi yanıp kavrulmuş ve işte sonunda soğumuştu içi. Düzeldim derken bu ruhundaki hezeyanlar nedendi pekala? Şimdi de onu yangın yerinden kurtaran doktorlar ve haplar acılarını buz kayası gibi yapmıştı . Yani acıları şekil değiştirdi. Yangınla yok olmadım;düzeldim derken şimdi içinde gizli bir buz devi vardı .
Bu buz devini yalnız Efsun’a anlatabilirdi. Öyle de yaptı.
"Evet düzeldim Efsun, bak ellerim yara değil,dün giydiğim çorabı bugün de giydim, bir yere otururken,dokunurken korkmuyorum. Kirli mi diye düşünmüyorum.Ama sıkıntılarım insanlar ne düşünür. Bundan kurtulamıyorum.Ben kötü biri miyim Efsun?"
"Zuhal’im sen iyi birisin,bunu kötü insan sorgulamaz zaten,sen hep ince düşünceli oldun,kimseyi kırmadın, güldüysen, şımarık değil neşeli, sevdiysen nahif duygular yaşadın demektir. Bırak başkalarını. Başkalarının düşüncesini kontrol edemeyiz ve ne düşündüklerinin önemi de yok. Çünkü sen onlar düşünüyor diye şımarık ya da kötü olmuyorsun. Düşünme artık tatlım."
Zuhal içinde huzurlu çiçekler açtı. Kendini suçlu ve kötü hissetmediği nadir zamanlardan biriydi. Yüreğine masum bir ferahlık çöreklenmesiyle gitmesi hızla oldu bitti. Efsun okuldan, derslerinden ve daha önce bahsettiği sevgilisini anlattı. Biraz gülüştüler. Bir aradayken her zamanki gibi nasıl zaman geçti bilemediler . Özellikle Zuhal için Efsun’la geçen zamanların kalbine verdiği hafiflik o yokken yerini ağırlık ve huzursuzluğa bırakıyordu. O gidince yine az önce Efsun’un sözleriyle avunduğu düşünceler bir karabasan gibi çöreklendi ruhuna ve zihnine. Girdabın içinde kaybolurken yüzünde hiçbir ifadenin olmadığını yanından geçerken gözünün iliştiği aynada gördü. Ne garipti. Zihnindeki karmaşanın,kasırganın insanların farkında bile olmaması çok saçma geldi. Çünkü hep dışarıdan anlaşılıyor sanıyordu. Oysa içindeki gizlemek istediği, açığa çıkmasından korktuğu hiçbir şeyin kimse farkında değildi. Buna sevinirken zihni muzur bir sesle "ya lisede Füsun ve Fulden’e sıkıntılarını anlatırsan daha çok sevilir ve arkadaşın olurlar sanıp içindeki boşluğu doldurmak için anlattığın dertlerin. Onlar içinden gülmüş ya da her şeyini anlatıyorsun diye seni ayıplamışlarsa" dedi. Efsun’la konuştuğu ve rahatladığı anlar geride kalıp tekrar çıkmazın çaresizliğinin kollarındaydı.Sıradan yüzlerin hiçbir şeyi açığa çıkarmayan bakışlarıyla, kendi bakışlarının da bir açık vermediğini bilerek yüreğindeki fırtınayla ve zihnindeki savaşla yaşamaya devam etti.
İnsanların düşünceleri için kendi yaşadığı acıları örneğin bitmeyen takıntıları, bu takıntıların verdiği çıkmazlık hissi, lisede arkadaşlarının yaptığı hiçbir şeyi aklına getirmezken kendi acılarının farkına varacağı olaylar hastaneden çıktıktan sonraki üçüncü ayda meydana geldi.
Babaannesinin durumunu haber veren amcası babaannesinin bir haftadır hasta olduğunu ama iyi hissettiğini ve kendisinin haber verdirmediğini şimdi ise onları çağırdığını söylediği telefonu açtığında sabahın sekiziydi. Apar topar ilk otobüsle köye giden Zuhal ve ailesi babaannesinin onlar gelmeden yarım saat önce öldüğünü öğrendiler. İçinden inanılamazlık dolu bir çığlık koptu. Nefes alamadığını, hayatın son bulduğunu ve ciğerleri,kalbi her bir uzvunun yaralanmış gibi ağrıdığını hissetti.
Zaman tarihin sayfalarından geçmiş miydi yoksa o mu zamanın içinden geçmemişti? Bilmiyordu. İnsan yaşadığı acının içinde kaybolunca geçip giden zamanı fark etmiyordu. Zuhal’in babası cenazeden on gün sonra,o ve annesiyle kardeşi iki ay sonra İstanbul’a döndü. Hayatın bir canını aralarından alıp götürmesiyle yaşamanın anlamını sorgulamaya daha çok başladı Zuhal. İlaçlarının etkisiyle bu sorgulama çok sürmedi. Zamanla bu tür düşüncelere kafasında cevaplar bulmaya ve sahte huzura kavuşmaya başlamıştı. Yaşamanın aile olmanın önemi var mıydı bilmiyordu ama ailenin sevgisi tek ve en gerçek duygu ve olaydı. Bu düşünceler, duygular arasında kaybolmamak için Efsun ’un ve ailesinin desteğiyle resim kursuna gitmeye başladı.
Resim kursu iyi gelmişti. Zaten yeteneği vardı ve başarılı olduğunu her fırsatta kurs öğretmeni söylüyordu.Altı ay sonra sergileri oldu. Zuhal’in resimleri en beğenilenler arasındaydı.
O gün başarının sihrini ailesi ve Efsun yüzüne yayılan tebessümle fark etti.
Takıntılarından kurtulmuş,suçluluk duygusundan kurtulamamıştı. Bir pençe gibi boğazına sarılan bu duygu bazen nefes almasına engeldi. Bunu kurstan arkadaşı Rüya’ya anlattı. Efsun’dan başka kimseye içini dökmemişti daha önce. Bir yanılgı içindeydi; arkadaşı çok olmazsa kötü insan demektir sanıyordu.Arkadaşlığa çok önem veriyordu.Herkesle arkadaş olmak istiyor ve güveniyordu.Oysa hiçbir kimse kimsenin içinin güzelliğini göremez,herkes baktığı kadar anlar karşısındakini. Yaşadığı her sıkıntıyı anlattı. Her şey güzel gidiyordu. Hayatı bir rutine girmiş ve huzurluydu da.
Resim sergisi günü Rüya’nın hiçbir resmi beğenilmedi. Resim sergisinin geliri Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlanacaktı. Zuhal ’in beş resminden üçü satıldı. Zuhal çok mutluydu. Çıkışta tüm kursiyerler ve öğretmenleri kahve içmeye bir cafeye gittiler. Oradan da çıkarken vedalaşacaklardı ki Rüya yüzünde manalı bir tebessüm, ağzında tükürür gibi laflarla Zuhal ’in derinlerinde yara açtı. Söylediği söz "benden sana tavsiye kimseye güvenme,sırrını anlatma,çok naifsin,çıplak gibisin her şeyin ortada." Alaylı bir ton ve gülüşle sözlerine devam etti "ay herkese her şey anlatılmaz kendini apaçık ortada koyuyorsun. Hem sen başkalarının derdi yok mu sanıyorsun. Kimse anlatmıyor. Sana karşı kullanırlar cicim" diyerek hiç vedalaşmadan Zuhal’in yanağından makas alıp arkasını dönüp gitti.
Zuhal’ in cicim lafı ve diğer laflar hem komiğine hem de sinirine gitmişti. Çok düşündü eskiden olsa çok kötü olurdu. Ufak bir sızı sardı içini, üzülmüştü Rüya‘nın hareketine ama boş vereceğine kendisine sözü vardı. Hemen üç aydır gittiği psikologdan randevu aldı.Gidince de Efsun’la,annesi ve kız kardeşiyle konuştu.Annesi “Efsun’la dışarı çıkın ,gezin,dün baban para bıraktı biraz alışveriş yapın.”dedi. Zuhal yük olmamak için “hayır” diyecek oldu. Annesi “Sakın kızım almazsan üzülürüm sen bize yük olmazsın. Al bunu lütfen” deyince Parayı aldı.Efsunla dışarıya çıktılar.
İşte o gündü bir yerde çay içip alışverişe çıktıkları. O gün değer verdikçe insanların çirkinleşebileceğini gördü. Güven zamanla kazanılan bir şeydi ve güven çok zaman geçmesiyle alakalıydı. Bir de şu vardı ki hislerine de güvenmeliydi.Rüya’yı ilk gördüğünde kötü bir his doğmuştu içine ama o bu hissi önemsemeden her şeyini konuşmuş ve cevabını almıştı. O gün Efsun ‘la çay içip çıktıklarında alışveriş için biraz yol yürüdüler. Yürürken Efsun ona dert edeceği bir şey olmadığını anlatmaya çalıştı. Zamanla psikologuyla konuşmak da ona iyi geldi.
Zamanla ailesinin,Efsun’un doktorların,psikologun sayesinde düzeldi.Hayatı anlamlandıran her şey sadece düşüncelerde ve onda saklıydı.Zaten en büyük zenginliğe sahipti. Ailesi,kadim dostu ve yakın çevresi onu seviyor ve belli ediyorlardı. Onu tanımayanların ya da tanıyor zannedenlerin düşüncesine bakmamaya başladı. Onun yaşadı olayları ve hislerini bilmeden konuşanların sevgisi de düşüncesi de kendilerine kalsın diye düşünmeye başladı.
O artık hayata tutunan huzurlu bir bireydi.
YORUMLAR
Çiğdem Karaismailoğlu
Arkadaşlık, anlayış, paylaşım, çıkarsız sevgi olgunlaştırır gençleri; yaşama bakış açısını farklı görüş ve deneyimlerle ergin ve anlamlı kılarak dengeye yönlendirir.
Değerli yazınız bu anahtar kavramları güzel ve akıcı bir üslupla irdelemekte.
Tebrikler, sevgiler, esenlikler.
Çiğdem Karaismailoğlu
Yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Sevgiler ve esenlikle...
Belki de defterde yazmışımdır.
Ablama gittiğim bir akşam bize dönüp en çok kimi seviyorsunuz diye sordu. Tereddüt etmeden;
- Tatbiki annemizi dedik, Devam etti.
Benim iki evladımda bu soruyu sorduğum da ne cevap aldım biliyor musunuz? Önce kendimizi seviyoruz anne dediler. Çok üzüldüm yanlarından ayrılarak diğer odaya geçtim. Yüzümdeki ifadeyi gören çocuklarım yanıma gelip
- Anne bize kendimizi sevmemizi sen öğrettin. Kendimizi sevmeyi öğretmeseydin senin bizim için en kıymetli olduğunu anlayamazdık.
O gün anladım ki çocuklardan öğreneceğimiz çok şey var. Ve o günden sonra ''kimi çok seviyorsun '' diye sorduklarında
- Önce kendimi seviyorum diyorum.
Sevgilerimle🌸
Çiğdem Karaismailoğlu
Sevgililer
Ümmühan Yıldız
Çok güzel anlattığınız okurken keyif aldığımı söylemek istiyorum.
Çiğdem Karaismailoğlu
Çiğdem Karaismailoğlu
Sevgililer
ÇOK YAŞA SEN
Gün güzelliğini ve yüreğine selam olsun canım arkadaşım benim.
Dimdik kale'n ve dimdik kalem'in asla yıkılmasın.
Seni seviyorum
Çiğdem Karaismailoğlu
Sevgimlesin Gül/üm.
Sanırım anlamadın. Anlayabileceğin bir dille yorumlayım …..
Efsunnnnn Zuhal'in resim sergisini gezdiğinde gururlu bir şekilde ona sarıldı ve "Seninle gurur duyuyorum, diyebildiiiii. Zuhal. Olcay da İçindeki gücü gördüm, yaşadıkların seni daha da güçlendirdi" dedi. Zuhal ise tebessümle şarkısını bitirippp "Evet, hayat zorlayıcı olabilir, ama insan içindeki güzellikleri bulmalı ve onlara odaklanmalı" diye karşılık verdi.
İkisi birlikte geçirdikleri anıları düşündü ve hayatın zorluklarına karşı birbirlerine destek olduklarını fark ettiler. Efsun, "Hayat bazen bizi sınar, ama seninle bu zorlu yollarda yürümek güzel" dedi. Zuhal ise "Evet, dostluk her şeyin üstesinden gelmemize yardımcı oldu. Birlikte yaşadık ve birbirimize destek olduk" diye ekledi.
İki arkadaş, hayatta karşılaştıkları zorluklara rağmen birbirlerine olan desteğin ne kadar değerli olduğunu biliyorlardı. Dostlukları, yaşadıkları her deneyimde birbirlerine güç veriyordu.
Son 55 dk içinde bu kurulun bu yazıyı fark etmesi MÜKEMMEL…. Seçki kurulu bizim Bakanlar kurulu kadar başarılı 😂😂😂😂…
Hepsine Selamlarrr…
Çiğdem Karaismailoğlu
Bu son cevap verişim size laf anlatmaya çalışmayacağım artık.
Bu yazıyı okumaya tenezzül edebilecek pek okuyucu kitlesinin burada olduğuna asla inanmam. Okusalarda anlayacakşarına inanmam. İnanmak sadece bir din için geçerli değil elbette.. Lakin okuduğunu anlama konusunda Türkiye 🇹🇷 dünya sıralamaında pekte iyi bir sıralamada değil.
Bismillahirrahmanirrahim
Resim kursundaki başarısını ve sergilerini paylaştığı günler, Zuhal için hayatın anlamını yeniden bulmasına yardımcı oldu. Efsun, onun yanında olmaya devam ederek destek verdi. Birlikte geçirdikleri zamanlar, acılarına karşı bir nebze olsun direnç kazanmalarını sağladı. Yavaş yavaş, içindeki buz devi eriyip yerine sıcak bir güneş doğdu.
Hayat, zamanla ve sevdiklerimizle paylaştığımız anılarla şekillenir. Her ne olursa olsun, dostluk ve sevgi birçok sıkıntının üstesinden gelmemize yardımcı olabilir. Zuhal, Efsun sayesinde anladı ki gerçek anlam, içsel huzur ve sevdiklerimizle geçirilen zamanlarda gizlidir. Bu bilinçle, yaşamın anlamını, acılara direnerek, sevgiyle ve anlamlı anılarla doldurmaya karar verdi.
Elhamdülillah….
Çiğdem Karaismailoğlu
ya da siz neden okudunuz? Yazdığım yazımı tabii ki eleştirebilirsiniz ama anlaşılmaz olarak yorumlayamazsınız.Düzetilmesini de istemedim.
Ya sabır ya Rab
CaNMaYBuL
Zaten yorumladım. Yorumu okumamış olanız enteresan 😂😂😂