- 169 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAHVEYE ABLAM GELDİ
Babam, kovularak, evi ve köyü terk etmek zorunda bırakıldığında, ben henüz bir buçuk yaşındaymışım, ablam da benden iki yaş büyük. Çok az şey var hafızamda, Tepeören’deki evimizle ilgili. İki katlı, iki yanlıklı, ahşap, kerpiç örmeli ev. Alt kat hayvan ahırı. Bizim de hayvanlarımız var mıydı ; hiç hatırlamıyorum. Yan tarafımızda, Bayram dede ve oğlu Yaşar amca, eşi ve çocukları oturuyordu. Sanırım, annemin ilk eşi ile akrabalıkları olmalı ki ; iki yanlıklı , aynı evi paylaşmışlar. Bayram dede, iki büklüm , yaşlı bir adamdı. Bir de eşeği olduğu kalmış aklımda.
Annemle babamı, hiç bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Özellikle babamdan sonra, oldukça zor günler geçirdiğimizi, yoksulluk çektiğimizi hatırlıyorum. Köyün ikinci, varlıklı ailesi, Arslanların bahçesine, yevmiyeci olarak çalışmaya giderdi annem. Bir de küçük bahçemiz vardı. Oradaki tek anım olarak ; annemin ikinci kızı, Nermin ablamın, bir kurbağayı yutmaya çalışan yılanı kovalayıp, kurbağayı kurtarmaya çalıştığı aklımda kalmış. Evde, harçlık isteyen ablalarıma, ağabeyime verebilmek için, mukavva şeker kutusunu kurcalayıp bozuk para bulmaya çalışan annem de halâ gözlerimin önünde. Yıl 1961 olacak ki, annemin bir gazetede, Adnan Menderes’in idam haberini okuduğu da hafızamda yer bulmuş.
Ölen ilk eşi, sanırım, ağabeyimi okutmasını vasiyet etmiş anneme. Tepeören’den, Pendik’e Orta okula gitmeye başlamıştı ağabeyim. Özellikle bu durum annemi çok zorluyordu. Bir gün akşam yemeği için, yer soframızın etrafında toplanmışken, ağabeyimin cebindeki şişkinliği fark eden annem, onun küçük, plâstik bir top olduğunu görünce, öfkeden küplere bindi.
- Valla Fikret’e aldım anne ! diye ayağa kalkıp kendini savunmaya çalışan, anneme yalvaran ağabeyim, annemin öfkesine ve dayağına engel olamamıştı. Oynamak kısmet oldu mu , hatırlamıyorum ama en azından bana alındığını duyduğum ilk oyuncak o top olmuştu.
Tepeören de, din eğilimi yüksek olan insanların yaşadığı bir yerdi. Annem de, abdestinde namazındaydı. Hatırladığım ilk Ramazan ayında, ben de oruç tutmaya heves etmiş, annemlerle birlikte niyetlenmiştim. Bildiğim en yakın akrabamız olan Mustafa dayımın oğlu Musa ağabey, ağabeyimin yaşlarındaydı ve beni koruyup kollardı. Ben yine oruca niyetli olduğum bir gün, köyün iki bakkalından biri olan, köy içindeki, Muharrem amcanın bakkal dükkânının önünde bisküvi yiyordu. Köyün diğer bakkal dükkânı ve bitişiğindeki kahve , merkezde, yol kenarında, bahçe içinde, Ağanın damadı, Nazif amcanınkiydi. Musa ağabey, beni görünce, bir tane bisküvi de bana uzattı. Ben oruçlu olduğumu unutup, ağzıma attıktan biraz sonra, oruçlu olduğumu hatırlayıp, ağlayarak eve gittim. Annem beni, çocukların, yarım gün tekne orucu tuttuklarını, benim orucun bozulmuş sayılmayacağını ısrarla anlatıp, zorlukla sakinleştirmişti.
Tek akrabamız dediğim Mustafa dayım, ellili yaşlarda, orta boylu, göbekli, güleç yüzlüydü. Beni de severdi doğrusu. Kahvede onu görür görmez yanına koşup, elini öperdim. O da beni asla boş çevirmeyip, her defasında bir yirmi beş kuruş harçlık verirdi. Kahvenin bahçesinde berberlik yapan, bizim evin az ilerisinde oturan, İmam Hasan amcaya babam, benim için tembih etmişti ; kafamdan estikçe ona tıraş olmaya giderdim. Nazif amcanın bakkal dükkânına da tembih etmiş babam, bizi boş çevirmemesi için. Arada köye uğrayıp ödeme yaparmış, hem berbere hem de bakkala.
Mukaddes ablam köyde okula başladığında, ben de çok heves ettim ve ısrarla okula gitmek istedim. O zamanlar köyün öğretmeni Hüsnü bey de anlayışlı biriydi. Benim ablamla birlikte, kayıtsız olarak okula gelmeme izin vermişti. Ben birinci sınıfa başladığım sene, annem Pendik’e taşınmaya karar vermiş. Pendik, Dörtyol’un alt tarafında kiraladığı bir gecekonduya taşındık. İlk eşinden olan iki ablam, köydeyken mi evlendiler, yoksa Pendik’e taşındıktan sonra mı ; hiç hafızamda yok. Tahminime göre, ilk eşinin vasiyeti üzerine , ağabeyimi okutmaya çalışan annem, köyde oturarak onu okutamayacağına inanmış. Zira ağabeyim köyden gelerek başarılı olamamış orta okulda. Sırf bu yüzden Pendik’e taşındığını tahmin ediyorum.
Pendik’te ev temizliğine gitmeye başlamış annem. Büyük ablamın da, eniştemle birlikte Almanya’ya işçi olarak gittiğini duydum. Diğer ablam Kartal - Soğanlık’ a gelin gitmiş. Daha önce anlattığım şekilde ablam ve ben, Süreyya Paşa ilk okuluna kayıt olduk. Ben Pazar günleri, Pendik pazarında su satmaya başladım. İkinci sınıfa başladığımda, annem beni babamın yanına, Kurtköy’e gönderdi.
Kurtköy’e geleli, henüz bir ay bile geçmemişti. Kahveye de, okula da bayağı alışmıştım. Kahvede babama yardım edip garsonluk ederken, boyum yetişmediğinden, sandalyeye çıkıp, çay yapmayı bile öğrendim. Kahve pişirmeyi ise, daha sonraları öğrenecektim.
Nisan ayı ortalarına gelmiştik. Kışın son günleri geride kalmaya başlamış, kahvenin bahçesindeki ağaçlar yapraklanmaya, çiçekler ise açmaya başlamıştı. Yola bakan cephe, komple çiçeklikti. Güller, zambaklar, sardunya ve ortancalar ekiliydi çiçekliğimizde. Akasya, Çınar ve Ihlamur ağaçlarımız vardı. Bahçenin tam ortasındaki kara çınarın, altı yüz yıllık olduğu söylenirdi. İki tane adamın, zor kucaklayabileceği kadar kalın bir gövdesi vardı bu kara çınar ağacının. Bahçenin uç tarafında, tam köşede, yine oldukça yaşlı, bir de Yeşil Çınar ağacımız vardı, onun yanında da su kuyusu. Kahveye su taşıdığımız köy çeşmesi, bu yeşil çınarın az ilerisinde, Remzi ağabeyin kahve ve bakkal dükkânının tam karşısındaydı.
Yine Nalbant Ahmet amcanın kamyonu, yine bizim kahvenin yakınında, yolun kenarında durdu. Nalbant Ahmet amca yine seslendi :
- İncirliiii ! İncirliiii ! Bak sana kimi getirdim !
Mukaddes ablamdı bu defa, elinden tutup kamyondan indirdiği ve kahveye, babama doğru getirdiği.
Annem, benden sonra, bu defa da ablamı göndermişti, babama. Çünkü bir kez daha evlenmişti.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.