- 250 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'' VEREMLİ KIZ '' KİM BABA ?
Kurtköy’ ün sonradan geldiği bilinen, sadece iki ailesi vardı o zamanlar : Bayburt’lu Ahmet ve Hayri Çakan kardeşler. Her ikisi de , köyün inşaat ustalarıydı. Kahvesi ve bakkal dükkânı olan Konya’lı lâkaplı İsmail Özdemir amca, aslen Konya’ lı falan değil, Kurtköy’ün en eskilerindenmiş. Bebekliğinde, Konyalı oyun havası’ na dayanamayıp , hemen oynamaya başladığı için o lâkabı almış. Aslında, eskiden lâkabı olmayan pek insanımız da yokmuş zaten. Sanırım, soy adı kanunumuzun geç çıkmasından kaynaklı olacak. Arnavut Hayrettin ve Arnavut Refik amcaların da kökeni herhalde Balkanlara dayanıyordur. ( Benim annemin babası, Arnavut Halil dedem de Makedonya- Üsküp kökenliymiş ) Hakkı ve Süleyman Erdem’in babası Mustafa ustanın ve Ormancı Ömer amcanın eski ev sahibi Hilmi Boyacı amcanın da Kastamonu kökenli olduğunu sanıyorum. Hereke’li Mustafa amcanın ise Hereke kökenli olup olmadığını kesin olarak bilmiyorum. Kahvemizin tam da karşısındaki eski, tek katlı evde oturan Muhittin Öz amca, babamın köyünden az ilerideki Kadıllı köyünden gelmiş. Onun eşinin, babamın akrabası olduğunu, ancak yıllar sonra öğrendim. Babaannem de aynı köydenmiş ve herhalde oradan akrabamız olacak. Hüsmen Koca, Kadir Altay, Ali Tunçbilek amcalar, muhacir olarak anılıyorlardı. Yıllar önce , Bulgaristan’dan göç etmişler. Bunun haricinde Ahmet Yıldız’ın babası Mehmet amcanın ve Altan ağabeyin babası Hüsnü amcanın ise ’’ Adalı ’’ olduklarını duyuyordum. Hangi adadan gelmişler, ne zaman gelmişler, bilmiyorum. Sabri ve Sami kâhyaların da , babamın köyü Mollafenari’ den geldiğini duymuştum. Bir de babam vardı elbet , Tepeören’den gelme ama aslen Mollafenari köyünden. Bayburtluların haricinde herkes, yerli sayılıyordu, çünkü , köye yerleşeli çok olmuş .
İki tane Çankırı lı Satılmış amcalar vardı : Biri sırtında çuvalla köyleri dolaşıp, eski kap- kacak toplayan Satılmış Kantar, diğeri ise elinde, tahtadan yapılmış, bölmeli bir düzenekle, köyleri dolaşıp leblebi satan Satılmış amca. Özellikle Satılmış Kantar amca, çoğu zaman, geceleri bizim kahvede yatardı. Bazen de macuncu gelirdi köye.
Bacaksız Kadir lâkaplı berberimiz ise, bir zamanlar Almanya’da yaşamış, sonradan - galiba sınır dışı edilip - tekrar ülkeye dönmüş. O zamanlar, Pendik Taşlıbayır’ dan gelip gidiyor. Ben ona sık sık saç tıraşı oluyordum.
Akşam üzereydi. Okuldan çoktan dönmüş, bulduğum boş bir masada derslerimi çalışıyordum. Kahvenin yola doğru açılan kapısından içeri, köşeli kasketli, babamdan az daha yaşlı, oldukça esmer, sırtında yüklüğü, elinde ise, okul çantasını andıran, kulplu, ahşap bir çanta ile , adının Tahsin Kâhya olduğunu sonradan öğrendiğim adam girdi.
- Selâmun aleyküm.
- Ooo! Aleyküm selâm Tahsin Kâhya !
- Nerelerdeydin yahu sen ? Bu sene geç kaldın. Kış başlayalı çok olmadı mı ? Yazın çobanlık eder, kışları ise genelde bizim kahvede geçirirmiş )
Yüklüğünü ve çantasını kahvenin bir köşesindeki peykenin üzerine bıraktı. Kumaş paltosunu duvardaki çivilerden birine asıp cevap vermeye başladı :
- Bu sene memlekete uğradım biraz. Yeni döndüm.
-İncirli, ver bakalım şu güzel çayından. Özlemişim yahu ! Babam hemen kapıp getirdi çayını.
- Hoş geldin Kâhya.
-Hoş bulduk İncirli. Nasılsın görmeyeli , iyi misin ?
- Çok şükür Kâhya. Sen nasılsın ?
- Sağ ol, sağ ol , ben de iyiyim. Daha sonra cebinden metal tütün tabakasını çıkarıp bir sigara sardı. Diğer cebinden çıkarttığı ağızlığa takarak, tüttürmeye başladı.
Bazı yaşlılar, böyle tütün tabakalarını ceplerinde taşır, sigarayı öyle sarar, bir kısmı da onun gibi ağızlığa takarak içerlerdi. Babamın da bazen ağızlık kullandığını görmüştüm. Babam ,ilk zamanlar, yeşil paketli Üçüncü sigarası içerdi. İleriki zamanlarda, kiremit rengi paketli, İkinci - Köylü sigarası içmeye başladı. Gençler Birinci ya da Bafra sigarası içerdi en çok. Biraz yaşlılar Gelincik, Yenice, Kulüp sigarası. O yıllarda henüz, filtreli sigaralar yoktu.
Hava iyice kararıp, soba harlandığında, lüksler yakılıp müşteriler doluşunca, Tahsin kâhya, ahşap çantasını masanın üzerine koyup açtı. Adının gramofon olduğunu öğrendiğim, plâk çaları çıkarttı. Bir plâk takıp, kolunu çevirmeye başladığında, kahveyi hüzünlü bir ses kaplamaya başladı. O anda, herkes sustu, oyunlar bırakıldı, kulaklar gramofondan çıkan sese odaklandı. Babam, sigarasını yakıp, köşeli şapkasını da çıkarıp, ocaklığın yanında, radyonun altındaki masaya yerleşti. Yanık bir türkü çalıyordu . Öyle ki bir anda kahvede matem havası oluştu ama kimse babam kadar etkilenmemiştir herhalde.
Babam öylesine derin çekiyordu sigarasını ve öylesine uzaklara dalıyordu ki, o yemyeşil gözleri, bir anda, sularının bolluğu ve durmadan akmasıyla meşhur , Kurtköy’ün çeşmeleriyle yarış etmeye başlamış gibiydi. Bağırmıyor, susuyordu , ağlamıyordu belki de ama o yaşlar ne kadar hızlı akıyordu öyle ! Babamı, daha önce hiç böyle görmemiştim, hiç kimseyi de böyle görmemiştim ben. Öyle oldum ki ; babama baktıkça ağlayacak gibi oldum. Aslında, yüzü pek gülmeyen, asık suratlı görünen babam, nasıl oluyor da bu kadar yufka yürekli oluyordu ?
’’ Veremli Kız ’’ idi gramofonda çalan türkü :
’’ Her gün doktor gelip gider, herkes bunu merak eder.
Zavallı kız verem olmuş, yaprak dökümünü bekler.
Penceresi siyah perde, zavallı kız düşmüş derde.
Doğru söyle anneciğim, yatılır mı kara yerde ? ’’
Türkü bittiğinde, oyunlar yeniden başladı ama kahveyi öyle bir sigara dumanı kaplamıştı ki ; kapının üzerindeki pencerelerin ikisi birden açılmak zorunda kalındı. Halâ yerinden kalkamadığını gördüğüm babamın yanına yaklaşıp, o atmosferin yarattığı duygusallıkla babama soruverdim :
- Veremli kız kim baba ? İki koluyla birden sarılıp, bu defa ağlayarak cevap verdi :
- Annemdi benim oğlum, annemdi ! Yani senin Mukaddes babaannen ! Daha otuzuna varmadan, verem olup öldü !
Mukaddes babaannem , yirmi sekiz yaşında, o zamanlar yoksul hastalığı olan vereme yakalanmış, henüz gelişmeyen tıp da kurtaramamış onu. Ablamın adı da Mukaddes. Demek ki babam , ona annesinin adını vermiş.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.