Cimriye ve Ziyanettin
- Ziyanettin!.. Kaç kere söyleyeceğim sana, şu yumurta kabuklarını çöpe atma diye!
Dikkatlice çıkardı onları çöp kutusundan; güneşe serdi kurutmak için, şöyle bir geçirip ip gibi akan suyun altından. Uyuyamazdı yoksa akşam, kabukları havanda dövüp güzellik maskesine katmadan.
Özenle kahvaltı masasını toplamaya başladı. Çekmeceden çıkardığı dondurma çubuğuyla sıyırdı, kaselerin dibinde kalan erik ve kuşburnu marmeladını. Raflarda sakladığı küçük pet şişelerden birinin içinde sulandırarak buzdolabının yanındaki tezgahın üzerine bırakırken gözleri de sofradaydı.
-Bu maydanozlar neden yenmedi Ziyanettin?
-Dişim kesmiyor Cimriye!
-Allah Allah!.. Kurban bayramından kalan kavurmalar hamutuyla gitmiş, bilmem nereye?
Kaçan keyfini yakalamak için kendine Türk kahvesi hazırlayan Ziyaneddin bey, buzdolabını açıp İsviçre’den getirttiği lindlerden bir tane almak üzereydi ki Cimriye hanım eşini bir eliyle itekleyip, kapılar kapanmadan otobüste yer kapmaya çalışan yolcu gibi koşturarak bir hamlede yeni yaptığı içeceği dolaba atıp kapısını kapattığında, Ziyanettin bey de söylene söylene dışarı çıkıyordu.
- Üst üste binmiş mülteciler gibi ne diye tıka basa dolduruyorsun dolabı ıvır zıvırla!
Cimriye hanım kocasına umursamaz bir tavır atıp, içilmeyen kahveyi bir dikişte hüpletti. Fincandaki telveleri yumurta kabuklarının içine koyup mutfak işlerini bitirdi. Salondaki duvar saatinin ve televizyonun kumanda pilini söktü, elektrik sigortasını indirdi, musluk vanalarını kapattı, üzerini değiştirdi, şapkasının altından fırlamış dağınık ve dik dik duran saçlarını şöyle bir eliyle düzeltti, sırt çantasını takıp aşağıda onu bekleyen eşinin yanına gitti.
Öğle sonrasıydı, evlerinin yakınında bulunan Çamlık Ormanına yürüyüşe çıktıklarında.
Cimriye hanım dere kenarında durup evden getirdiği bulaşıkları yıkarken, Ziyanettin bey temiz ve ılık havanın tadını çıkarıp nefes egzersizleri yapıyordu. Oldukça enerjik edayla iki kilometre daha yürümek istediğini söyleyince Cimriye hanım:
- Ziyanettin fazla yürüyüp de eskitme ayakkabıları. Bak benimkilere gıcır gıcır, daha yedi yıl oldu alalı.
Ayaklarından çok gözlerini gezdirmeyi seven Cimriye hanım aklında akşama ne yemek pişireceği düşüncesiyle etrafı kesiyor ısırgan otu, ebegümeci türevi otlarla, o sağlıklı leziz mantarlardan arıyordu. Dere kenarında sulu sulu meyveleri görünce içini bir sevinç kapladı. Olgunlaşmış kıpkırmızı böğürtlenlerin kimisini ağzına atıyor kimisini de evden getirdiği poşetlere dolduruyordu. Ancak yine de içinden Ziyanettine kızmayı ihmal etmiyordu.
Hiçbir şeyi beğenmezdi o, mis gibi taze taze sebzelerdi işte. Pazarda bunların kilosu kim bilir kaç paraydı.
Bir keresinde ormandan topladığı mantarları komşuları Nurettin bey ve Ebru hanımın ızgara yaptığı bir güne denk getirip pişirmişti de onlara sadece bir tane göz hakkı verip, karşılığında büyük bir tabak dolusu tavuk kanadıyla kuzu pirzolayı nasılda alıp götürmüştü evine... Hem kendileri çok kazançlı çıkmıştı hem de komşuları için mutluydu. Hiç vermeyebilirdi de ama seviyordu komşularını o günde eli açıklığı tutmuştu. Ne de olsa bir tane mantar yeterdi ikisine, öylesine bağlılardı ki birbirlerine, birinin yediği giderdi diğerinin midesine.
Derenin diğer ucunda stepler halinde konumlandırılmış, çardaklı ahşap masa ve sandalyeleri, kırmızı pötikare örtüleri ile gayet sevimli bir mekandan çıkıp göbeğini tek eliyle ovuştura ovuştura gelirken yoldan; halka halka kesilmiş kızarmış patatesler, çıtır çıtır köy biberleri, o leziz köftelerle buz gibi yayık ayranını karnında dans ettirip günlük sporunu tamamlayan Ziyanettin bey de Cimriye hanımın yanına dönmüş oldu.
- Ziyanettin! Bu millette ne kadar aç gözlü yahu! Gidip marketten manavdan almazlar, baksana bir tane bile mantar bırakmamışlar koskoca ormanda, hepsini toplamışlar.
Ziyanettin bey dudaklarına astığı neşesinin yerini hiç değiştirmeden "yukarıdaki ağaçlardan topladım" diyerek yol kenarından satın aldığı incirleri gösterince Cimriyenin hoplayan sinirlerini yatıştırmayı başardı.
Eve gitmek için caddeden karşıya geçmeleri gerekiyordu.
O bölge akçaağaçlarının yoğun olduğu bölgeydi. Cimriye hanım birkaç dal kırdırıp evde tahta kaşık ve dalların özünden şurup yapmayı planlarken tam caddenin ortasına varmışlardı ki incir torbasından çıkan iki arı kolunu ısırınca incir dolu torbayı fırlatıp attı Ziyanettin.
Cimriyenin dilinde bir çığlık, hızla gelen aracın şoförüne bir sitem:
- İncirleri ezdin!..
Ah Ziyanettin ah! Sen de ne yaptın ne ettin en sonunda bir çuval inciri ziyan ettin.
EbRuAsya//
(İZ BIRAKANLAR ALBÜMÜNDEN YENİDEN PAYLAŞIM)
YORUMLAR
Cimrilik konusunda kadınlar erkeklerin eline su dökemez de isimlerin izinden gidince hoş olmuş bu öykü. Abartılı diyebiliriz ama edebiyatta mübalağa sanatı da var. yazmaya devam edin, sevgiyle...
Rû //
hoş geldiniz afet hanım
çok teşekkür ediyorum değerlendirmeniz için
huzurla sevgiyle
Eğer Ebru bir yazıya böyle bir başlık koyduysa, yazının içeği de başlığın hakkını verir. Diye düşündüm.
Okudum yanılmamışım.
Tebrikler kardeşim.
Rû //
sağ olasınız
çok teşekkür ediyorum
saygı selamlarımla
Ziyanettin kelimesi ile başlayan yazınızın ilk birkaç satırını okurken oldukça garipsemiştim yazınızı
Ama birkaç satırını daha okuyunca da tatlı gülümsemelerim hafiften kahkahalara dönüştü
bu yazınızla
Ahenkle yazılmış yazınızı okudukça aldığım hazzı tadı anlatabilmem mümkün değil ki
Neredeyse hece hece İkinci okuyuşum da yetmedi
Üçüncü okuyuşumda bile hep gülümsedim hep tatlı tatlı
Yüreğinize sağlık
Elinize kolunuza bereket
Çok değerli kaleminizin daim olması dileklerimle
Aklıma düşurmeseydiniz inciri iyi idi ama))
Gerçi gram altınla yarışıyor
Bu arada iyi de komsularınız varmış))
Selam ve dua ile
Rû //
evet.. incir benimde çok sevdiğim bir meyvedir
olgunlaşanları yere düşmeden toplayayım diye
nerede bir incir ağacı görsem altına çadır kurasım gelir:)
birbirine zıt karakterler olarak kurguladığım komşularımız
çok sevimliler bizi epeyce güldürdüler
sayfa ziyaretiniz ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum
selam ve saygı ile