- 146 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Sohbetimize Başlangıç Olsun
Hani tarihi meşhur bir kıssada Gazneli Mahmud’un sarayına bir köylü gelir. Saraya bakar kocaman, içinde enva-i çeşit nimetler var. Hayatı boyunca köyden çıkmamış olan ihtiyar köylü şaşırır kalır. Nihayetinde köylüyü Sultan Mahmud’un huzuruna çıkarırlar. Sultan Mahmud daha önceden bir av sırasında misafir olarak evinde kaldığı köylüyü hemen tanır. Hoş beşten sonra köylü Sultan Mahmud’un sırtına okkalı bir şekilde vurarak samimi bir şekilde sorar: “Yahu Mahmud, bu sarayı sen mi inşa ettirdin, yoksa babandan mı miras kaldı?” Sultan Mahmud ne desin? Terslese, azarlasa olmayacak. Köylünün ekmeğini yemiş, evinde misafir olarak kalmış. Ne de olsa müslüman; kul hakkı denen bir şeyde var. Ne şiş yansın ne kebap, kabilinden; “Babamdan kaldı” deyince, köylü bir iç çekerek cevabı patlatır: “Senin yapamayacağın belliydi. Ormanda yolunu kaybeden nasıl böyle bir saray inşa etsin!”
Kıssa bu ya, ne kadarı doğru ne kadarı yalan bilemem. Dilden dile günümüze kadar ulaşmış. Şimdilerdede bizim camimizin hocasıda birkaç haftalığına anavatanımıza yani Türkiye’ye memleketine gitti. Bende bir ilim olduğundan değil, beni yetiştiren hocalarımdan bana sirayet eden bilgilerden dolayı, sağolsun giderken camiye vekil olarak beni bıraktı. Hal böyle olunca ‘camii cemati’ diye niteleyeceğimiz, ekseriyetle ihtiyar gençler ile muhabbet etme imkanımız hasıl oldu. Oldum olası yaşlı insanların anılarını dinlemeyi çok severim. Onların hayat tecrübeleri bize ışık tutmak için yeterde artar bile...
Bir sohbet esnasında (adını vermek belki doğru olmayabilir, bu yüzeden amca diye yazacağım) bir amca başından geçen bir hadiseyi şöyle nakletti:
<<Bir izin zamanı Kıbrıs’a gitmek üzere iskele yakınlarında bir çay bahçesinde vapur bekliyordum. Bir başıma oturmuş beklerken gözüm biraz uzağımda yine yalnız başına oturan pala bıyıklı birisine takıldı. Şöyle bir göze göze geldik, ama muhabbet yok. Neyse efendim, biraz zaman geçince pala bıyıklı adam garsonu çağırdı, kulağına bir şeyler fısıldadı. Az sonra garson yanımda bitti: “Şu karşı masada oturan bey efendi size ikramda bulunmak istiyor, ne içersiniz efendim?” diye sordu. “Bir çay alırım” dedim garsona, sonuçta adam bir nezaket göstermiş, bir ikramda bulunmak istemiş. Garson bana bir çay verdi, akabinde de pala bıyıklıya bir çay götürdü. Çayı içtikten sonra bu kez ben garsonu çağırarak: “O bey efendiye sor bakalım, ne içmek isterse, götür, benim ikram ettiğimi söyle” dedim. Garson dediğimi yaptı. Pala bıyıklıda benim gibi çay istedi. Biraz zaman geçince ikimizde çaylarımızı bitirdik. Pala bıyıklı yerinden kalkalarak masama geldi. Sert bir şekilde masanın üzerine vurarak: “Sen neden bana çay ısmarlıyorsun? Benim çay alacak param yok mu?” diye sordu.
Sözün burasında amca bana dönerek: “Hoca sen olsaydın, ne cevap verirdin?” diye sordu. Beklemediğim bu soru karşısında şaşırdım tabii. Biraz düşündükten sonra: “Amca sonuçta ilk çayı o pala bıyıklı amca ısmarlamış. İnsanın doğasında, kendisine yapılan iyiliğe karşı iyilikle karşılık vermek vardır. Siz bana bir çay ısmarladınız, buna mukabil vaktim vardı, teşekkür mahiyetinde bende size bir çay ikram etmek istedim” diyebilirdim. Yahut “Benim param yok muydu? Siz de bana çay ısmarladınız. ‘Ben sebebini soruyor muyum?’ da diyebilirdim” deyince, amca: “Olmadı! Yanlış cevap verdin ve bir tartışmanın fitilini ateşledin” dedi. Tabii bende bir merak uyandı: “Sen nasıl cevapladın o pala bıyıklının sorusunu?” diye sordum. Amca, kulağıma küpe olacak olan şu cümleyi söyledi: “Çaylar sohbetimize başlangıç olsun, istedim.”
Onlar bir çay vesilesi ile bir sohbet başlangıcı yaparak yolculuklarını güzelleştirmişler. Şimdi soralım kendimize, en son kiminle doyunca bir sohbet ettik? Aynı apartmanda yaşadığımız kaç komşumuzla sohbet ediyoruz? Tanımadıklarımızı bir kenara bırakalım, kaç tanıdığımız arkadaşımızla muhabbetimiz devam ediyor?
Telvizyon, bilgisayar, cep telefonu gibi aletler sayesinde hayatımızı dijital ortamlara taşıdığımızdan beri aile içinden tutunda yakın arkadaşlarımıza, komşularımızdan tutunda akrabalarımıza varıncaya kadar birçok kişiyle sohbet edemez olmadık mı?.
Eskiden tuzu, kahveyi, şekeri bahane ederek sırf bir iki dakika kelam edebilmek için birbirlerinin kapılarını tıklatan ninenlerimizin, annelerimizin yerini, birbirine tenezzül etmeyen, sokakta gördüğü zaman yönünü değiştiren, bayramda, seyranda dahi birbirlerini ziyaret edemeyen garip bir nesil almaya başlamadı mı?Aile içinden, eşimizden, çocuklarımızdan başlayarak sohbete başlangıç olacak vesileler aramamızın zamanı gelmedi mi?
Tatlı tatlı sohbetler edebileceğiniz insanların her geçen gün artması dilek ve temennilerimle...
Yusuf Akkaya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.