9
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
735
Okunma
SOĞUKKUYU nedir desem.
“ İzmir’in Bayraklı ilçesine bağlı bir mahalledir” der gülersiniz.
Anadolu’muzun garip bir köylüsüne sorsam:
Hemen cevap vermez, başını anlamlı anlamlı sallar, acı acı güler:
“Bilmez miyim hiç? Kara lastik ayakkabı. Bağcığı yoktur. Ama yüzünde bağcık deseni vardır. Yazın yakar, kışın dondurur. Yıkarsın parlar. Cilası sudur. Çarıktan sonra icat edildi.”
Sabırlı, kanaatkâr, gani gönüllü koca yürekli insanların ocağıdır köylerimiz.
Yazları ellerinde azık çıkınları. Kör sabahlarda düşerler tozlu yollara. Ekin biçerler tırpanla, orakla. Biçtiklerini yığın yaparlar. Sarı sıcaklarda bebeklerini yığınların gölgesine belerler. Yorulurlar, ciğerleri yanar. Çam bardaktan döşlerine döke döke, kana kana su içer:
“Şükürr” derler.
Yığınlardan gıcırtılı kağnılarla harmanlara taşınır ekinler. Dövenlere koştukları öküzlerle döner ha dönerler buğday saplarının üstünde. Saplar ezilir deneler başaklardan ayrılır. Akşama doğru hafif bir yel eser harmanların üstüne. Köylünün yüzü güler. Sarılırlar yabaların sapına. Malamayı savururlar yele karşı. Samanlar ileriye konarken, sarı altın buğday seçleri önlerine yığılır.
Çuvallanan buğdaylar yine kağnılarla ambarlara taşınır.
Kimsenin ekini ne tarlada kalır ne de harmanda. Keşik yaparlar. Oğulları askerde olanlarla, kimsesi olmayanların buğdayları da el birliğiyle kaldırılır.
Kara kış kaşlarını çatıp apak karlarıyla köyün üstüne çökmeden, kazanlar kurulur, buğdaylar haşlanır. Damlara serilir kurusun diye. Ak saçlı ebesiyle yamalı zıbınlı torun nöbet tutarlar damların üstünde. Buğdaylar kurusun, kuşlar yemesin diye.
Sokularda tokmaklarla buğdayları döver köyün kadınları. Oyalı yemenili, çiçekli entarili genç kızlar tek kollu el değirmeninde bulgur öğütürler. Maniler söylerler yavuklularının üstüne.
Patlıcanı haşladım
Doldurmaya başladım
Dediler yârin gelmiş
Oynamaya başladım.
Su gelir akmayınan
Dereyi yıkmayınan
Seven yâre doyar mı?
Uzaktan bakmayınan
Pilavlar yapılır. Yufka ekmeğiyle yenilir. Türküler söylenir. Gülünür, oynanır.
Düğünler kurulur. Halaylar çekilir, sinsinler oynanır, güreşler tutulur. Köye gelen misafirlere kalaylı taslarla çalkama sunulur.
Kara değirmenlere taşınır bir kısım buğday, öğütülür. Yeğimlik un olur.
Hep böyle midir? Hacaliler çıkar bazen fakirin evinin önüne, ev yapmak ister. Kara Bayramlar pes eder şehre göçer. Iraz nineler dikilir karşılarına evlerinin önüne ev yaptırmazlar. Kerpiçleri kırarlar.
Kır Abbasları vardır köylerin. Yaşlıdırlar ama yiğittirler. Haksızlıklara karşı çıkarlar.
Bazen de Abdi Ağalar zulüm yapmak isterler huzurlu köylülere. Her Abdi ağanın bir ince Memedi vardır. Kuşanır silahını dağlara çıkar. Ağaya, ağalığa karşı gelir.
Kamyonlar yanaşır köylere. Şinik şinik ölçer alırlar köylünün alın terini. Basarlar gaza, bırakırlar köylünün üstüne egzoz gazını, şehrin yolunu tutarlar. Öğütülür buğdaylar koca koca fabrikalarda.
Fırınlarda pişirilip ekmek olur, gelir şehirlinin sofrasına. O gün bitmediyse ekmek, ertesi gün bayat olur. Yenmez çöpe atılır.
TOHUM
(Bir buğday tanesinin hikâyesi)
Doluydu tohum dolu doluydu
Yaşamdı yükü gebeydi cana
Bir gün düştü ürkek ürkek toprağa
Su dedi tohum nemliydi toprak
Sonra ışık dedi üstündeydi güneş
Bu suysa sendeki ve güneşse üstümdeki
Bende de kökler var beslemeye hasret
Dallar var gökyüzüne hasret
Durdu kıpırdandı hazla çatladı tohum
Kök verdi salkım salkım dal verdi yaprak yaprak
Sonra baş verdi
Başağında dolu dolu can verdi
Sallanırken usul usul diyordu ki gururla
Benim işim bu kadar
Alsın artık benden benim tohumum nöbeti