- 264 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMIN MÜŞTERİLERİ ( KURTKÖYLÜLER )
Gözlerimi açtığımda, başımda tavla değil yastık, altımda pösteke yerine yatak, üzerimde de yorgan vardı. Hava henüz tam aydınlanmamıştı ama birlikte yattığımızı anladığım babam, çoktan kalkmış, kahveyi gelecek müşterileri için hazırlamaya çalışıyordu.
- Uyandın mı oğlum ? Başımı sallayarak cevap verdim.
- Haydi kalk bakalım ; üzerini giyinip elini yüzünü yıka . Yatağımdan doğrulup kalkınca, duvar dibindeki peykenin etrafına dizilmiş olan beş sandalye ile çevrilen kısma, babamın yatağımızı serip, beni de akşam yattığım yerden buraya taşıdığını anladım.
Ocaklıktaki, babamın gösterdiği , sarı musluk takılı küpten akan suyla ellerimi ve yüzümü yıkadım. Betondan bir lavabosu vardı bu küpün. Elimi yüzümü kurulamam için babamın gösterdiği, peşkir denilen havlu ıslak ve kirliydi. Ocaklıkta, tezgâhın üzerinde, kömür ateşiyle yanan mangalın üzerinde su güğümü ve üzerinde iki adet çaydanlık vardı. Onlar da pek temiz görünmüyordu. Babamın, temizlik yönünden zayıf hatta kötü olduğunu ilk günden fark etmiş oldum.
Tuvalet ihtiyacım için, babamın tarif ettiği gibi, bakkal dükkânının duvarına gittim. Duvarda ’’ Buraya işeyen eşşektir ! ’’ yazısını görünce, zaten çekine çekine gittiğim bu duvar dibinden uzaklaşmak istedim ; utanmıştım. Nitekim, öyle de yaptım ; yolun karşısındaki, köy tuvaletine kadar gittim.
O duvar dibinin tuvalet olarak kullanılmasından hiç hoşlanmayan, bu yüzden o duvara ’’ Buraya işeyen eşşektir ! ’’yazan , bizim de kahvemizin mal sahibi, bitişikteki bakkal dükkânını çalıştıran Küçük İbrahim, İbrahim Ağa lâkaplı, babamın az büyüğü olan adamdı. Kısa boylu, göbekli, yarım kel, esmer, biraz da asık suratlıydı. O zamanlar köylülerin çoğunda olduğu gibi, av ve güreş meraklısıydı.
Babam, mangalı ve sobayı yakmış, çayı demlemiş, müşterilerini beklemeye başlamıştı. İlk müşterisi, Hamza dayı oldu. Kısa boylu, zayıf, tek bacaklı, koltuk değnekli, az köşeli küçük kumaş şapkalı, özellikle bana karşı sevecen, babamdan oldukça yaşlı, ileride de çok seveceğim iyi adam.
- İncirli ; çocuk uyuyabilmiş mi gece ? Babam hemen onun çayını doldurup getrdi.
- Valla, mışıl mışıl uyuyordu. Yatağa alırken bile haberi olmadı.
Biraz sonra da, babamın asıl köyü olan, dedemin ve amcamın yaşadığı köy olduğunu daha sonra öğrendiğim, Gebze- Mollafenari köyünden gelme olan, koyuncu Sabri Kâhya ve oğlu Sami Kâhya kahveye geldiler.
- Selâmun aleyküm !
- Aleyküm selâm kâhya. Yerlerine oturduktan sonra da önce Hamza dayı ;
- Merhaba kâhyalar !
- Merhaba ! Kahveye girenlerin selâm vermeleri, kahvedeki herkesin bu selâma karşılık vermesi ve oturduklarında da da mutlaka herkesin tek tek ’’ Merhaba ’’ demesi hiç aksatılmayan güzel bir gelenekti.
Kahvelerde genellikle, baba- oğul birlikte bulunmaz, her biri ayrı kahveye giderdi. Baba yanında sigara içmenin ve oyun oynamanın ayıp sayılacağı için bu böyleydi. Ancak bu baba oğul istisna idi ama oğul Sami Kâhyanın babasının yanında sigara içtiğini iddia edemeyeceğim ; çünkü emin değilim. Sabri kâhya oldukça yaşlıydı. Meşin, kulaklarını da kapayabilen, bir şapkası vardı. Oğlu ise, köşeli, kumaş, köylü şapkası kullanırdı. Sabri kâhya, her gün çayına, bakkallarda da satılan, OPON adında bir hapı çayında eritip öyle alırdı.
Kahveyi karanlıkta açan babam, hava ışımaya başlayınca, yanmakta olan lüksü kapattı. Diğer müşteriler de yavaş yavaş gelmeye başladı. Bu arada İbrahim ağa da gelmiş, dükkânı açmıştı. Babam, ocaklıktaki bozuk para fincanından aldığı elli kuruşu bana uzatarak ;
- Haydi bakalım , git bisküvi al da kahvaltı yapalım dedi. Acıkmıştım. Hemen parayı alıp, bitişikteki kapıdan dükkâna koştum.
- Oooo, hoş geldin Küçük İncirli, diye karşıladı beni İbrahim Ağa. Demek sen bizim İncirli’nin oğlusun he ? Adımı öğrenmiştim artık, yadırgamadım.
- Evet İbrahim amca.
- Ne istiyorsun bakalım ?
- Bisküvi alacağım.
- Hangisinden ? diye sorup teneke kutularda, açık olarak teşhir edilen çeşit çeşit bisküvileri gösterdi. Benim gözüm hemen kremalı bisküvilere gitmişti bile.
- Kremalı olsun, dedim. Parama göre, sayarak gazete kâğıdına sardığı bisküvileri uzatıp verdi.
- Haydi bakalım, afiyet olsun. İyi bak kendine. Hiç bir şey demeden, paketi alıp kahveye koştum. Radyonun altındaki masanın başına kuruldum. Babam hemen bir paşa çayı kapıp geldi. Ben yemeye başladıktan biraz sonra, kendine de bir çay doldurup yanıma oturdu.
Beni dün görmeyip, tanımayan müşteriler geldikçe, kim olduğum sorgulanmaya devam edildi. Bir de Tekir kedi gelip ayaklarıma dolanmaya başlayınca da çok sevindim. Kremalı bisküviden bir parça da ona verdim ; yediğini görünce mutlu oldum. Babam ’’ Tekir de senin kedin olsun ’’ deyince mutluluğum iyice katlandı.
Koyuncu İsmail Kâhya’nın üç oğlu da müşterilerimizdi. Nihat, Ali, Ahmet Çorbacı kardeşler. Baba Nihat lâkaplı büyükleri, kilolu, yiğit yapılı, orta yaşlı, esmer ; Yörük Ali lâkaplı ortancaları, daha cana yakın, şakacı, güler yüzlü, ince, uzun boylu, yine orta yaşlıydı. Çakır Ahmet lâkaplı küçükleri, ise daha yakışıklı, süsüne oldukça düşkün, yeni yetme delikanlıydı. ( Daha sonraları Nihat ve Ali kardeşlerin çifte düğünlerine tanık oldum )
Yine koyuncu , Arnavut Refik amcanın iki oğlu ; Halit ve Ferit Dülekkâr kardeşler de müşterilerimizdi. Kurtköy’de Hilmi Ve Cemil kahyalar , Hakkı Köse ve oğlu Adem Köse de koyuncuydu. Cemil kahyanın İrfan ve Mustafa adlı iki oğlu vardı. Hilmi kahyanın ise, daha sonraları arkadaşım olan Sabahattin ve Selâhattin Güler isimli çocukları vardı.
Kurtköy’den, Pendik- Kartal arasındaki Yunus Çimento Fabrikasına her gün, yürüyerek gidip gelen, Yahya Poyraz amcanın Necmi ve Karakaş Ümran adındaki iki oğlu da müşterimizdi. Tunay Salcı,Tahsin Güler, Raşit ağabey, Bahattin Güler, İbrahim ağanın oğlu Hasan Yörük, Demirci Hasan Ustanın, Şükrü ve Fikri Özcan adındaki çocukları, Metin Kıv, Ali Çat, Mehmet Öztürk, Yaşlı, âmâ Osman Tatlı dede, torunu Osman Tatlı, Ferit Tay,Yaşar Süngü, Adem Köse. Abdullah Koyuncu, Fikri ve Esat Özdemir kardeşler, Muhacir Salih Koca, kuzenleri Ahmet ve Mehmet Koca, Hasan ve Hüseyin Tunçbilek kardeşler,
( Tam altmış sene öncesini hemen şu anda anlatmaya çalışıyorum. Mutlaka isimleri aklıma gelmeyen çok değerli Kurtköy’lüler olacaktır. Ne olur alınmasınlar. Aklıma geldikçe onları da anlatmaya çalışacağım. )
İki orman memuru müşterimiz vardı. Rıza amca ve Ömer Arslan. Yukarı köylerden gelen odun kamyonlarını kontrol etmekle görevliydiler. Rıza amca, resmî, yeşil elbisesinin üzerine, köşeli köylü şapkası giyerken, Ömer Arslan, resmî ormancı şapkası giyerdi.
Öğle saati yaklaşınca, elinde çantasıyla, kısa boylu, göbekli orta yaşlı bir adam geldi kahvemize. İki kapının arasındaki köşeye, tahta masanın üzerine bir takım malzemeler çıkartıp dizmeye başladı. Bacaksız Kadir lâkaplı berbermiş bu adam. Belli günlerde gelip, kahvenin köşesinde berberlik yapıyor.
Tam öğle saatlerinde, kravatlı, uzun, ince boylu, babam yaşlarında, güleç yüzlü bir adam geldi kahveye. İbrahim ağa ile kâğıt oynamaya tutuştular. Selâmi öğretmenmiş. Pendik’e doğru giderken, Şeyhli köyünden sonra gelen Yayalar köyündenmiş aslen. Kurtköy ilk okulunda öğretmen.
Babam onun çayını benden gönderince, şaşırmış olacak ki ;
- Bu da kim incirli ? Kimin oğlusun oğlum sen ? diye merakla sordu. Öğrenince de, beni sorguya çekmeye başladı.
- Kaç yaşındasın, okula gitmiyor musun ? Tek tek cevap verdim :
- Sekiz yaşındayım öğretmenim. Pendik Süreyya Paşa ilkokulunda ikinci sınıftaydım.
- Eeee, şimdi gitmiyor musun ?
- Annem, beni buraya, babamın yanına gönderdi öğretmenim.
- İncirli, bu çocuğu yarın getir, okula yazalım. Böyle olmaz ! Okula gelmesi lâzım bu çocuğun. Göndermezsen suçlu olursun !
- Tamam Selâmi bey ; yarın getiririm.
Kahve tenhalaştığında, babam bez çantamı kontrol ettiğinde, kimliğimin, önlük ve yakamın, defter ve kitaplarımın çantamda olduğunu gördü. Bir kaç da çamaşır ve kıyafet koymuştu annem , koluma tutuşturduğu o bez çantaya.
Şimdi yarını beklemeye başladım. Hayatımda bambaşka bir dönem başlıyordu. Bu kahve hayatını kabullenmek zorunda kalmıştım ama nihayetinde okula başlayacaktım. Okumanın ne kadar önemli olduğunu, hatta insanın kendi geleceğini, kaderini okumak sayesinde yeniden yazabileceğini birilerinden duyduklarım sayesinde, kafama işlemiştim. Öyleyse, okuyarak bu sefil kahve hayatından da kurtulabilirdim sonunda.
Beynim bana mesajını göndermişti : Okuyacaktım !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.