KOTORDA BİR GÜN (DEVAM)
,...
yüzünde gülümsemesiyle orta yaşlı bir garsonla karşılaşıyorum. Türkçe bilip bilmediğini soruyorum.
’’ Turk! Gu le gu le’’ diyor.
Şaşırıyorum. Kovuluyor muyum acaba nedir? diye düşünürken
’’Seni seviyorum’’ diyor.
’’Tamam’’ diyorum içimden anlaşırım ben bununla, ancak İngilizce olarak devam ettik konuşmamıza. Çok fazla vaktim olmadığını bir kruvasan yiyip kahvemi içene kadar da telefonumu şarj etmek istediğimi söyledim. Ne kadar sürede hazır olacağını sordum. ’’Hemen’’ dedi.’’ Oturun siz, hemen geliyor.’’
Karadağlıların özellikle kış aylarında çalışmayı sevmediklerini hatta üşengeç olduklarını çok duymuşluğum vardı. Karadağ sınır kapısında yolcuları otobüsten indirip tek tek pasaport kontrolü yaptıklarında sabahın ayazından nerdeyse öğlen vaktine kadar beklemiştik. Diğer sınır kapılarında görevli memurlar bizleri otobüsten indirmeden kendileri gelmiş koltukları tek tek dolaşarak ellerindeki cihaza pasaportlarımızı okutmuş kendi dillerince ’’hayırlı yolculuklar’’ dileyip uğurlamışlardı. Şimdi ise garsonun ’’hemen getireceğim’’ sözleriyle fazlaca beklemeyecek oluşum epey bir rahatlatmıştı içimi.
Telefonu şarja takıp lavabo ihtiyacımı giderdikten sonra çıkışa yakın masalardan birine oturup beklemeye başladım. Siparişimi beklerken bu lüks ve son derece şık olan mekânı da iyice bir inceleme fırsatı buldum. İkide bir de saate bakıyordum yirmi beş dakika olmuştu ama ne gelen vardı ne giden. Bir an, siparişi iptal edip çıkmayı düşündüm mekândan. Bu Karadağlılar gerçekten bir alem.
Bir grup arkadaş toplanıp iş planı yapıyorlar. İçlerinden biri diyor ki
’’Arkadaşlar!.. Biz pazartesi günü çalışmayalım.’’
’’Peki, ya salı günü?’’ diyor diğeri.
-Salı günü de çalışmayalım hazırlık yapalım. Çarşamba da sabah saat sekizden öğlen ikiye kadar çalışalım.
-Perşembe ne yapalım peki?
- Çarşamba çalıştık ya!.. Perşembe dinlenelim.
-Cuma çalışacak mıyız?
-Olur mu hiç canım?!.. Cuma günü hafta sonuna hazırlık yapalım.
Cumartesi ve pazar zaten tatil günleri olduğundan herkes sahillerde geziyor. Başka biri lafa giriyor.
-Arkadaşlar!.. Benim anlamadığım bir şey var. Şimdi biz her çarşamba mı çalışacağız?
Ve nihayet kruvasanımı getiriyor garson, ama yanında kahve yok. Dışarıya çıkıp bir sigara içiyorum. Tekrar lavaboya gidip ellerimi yıkıyor ve masama geri dönüyorum. Kahveyi beklerken bir Karadağ fıkrası daha beynimin içinde dolanıp duruyor.
Dört beş saattir evinin önündeki ağacın altında uyuyan adamın biri, hışırtı sesine uyanarak hanımına sesleniyor.
’’Hanımm!.. Hanımm!.. Bizde yılan ısırığı için ilaç var mı?’’
Hanımı telaşla:
’’Ne oldu bey, yılan mı ısırdı?
’’Yok!.. Hayır, ısırmadı ama bu tarafa doğru geliyor.’’
Kış mevsimi dolayısıyla fazla müşterileri olmamasına rağmen bu yavaş işleyiş, sıkılan canımın telefonuma düşen bir mesajla daha da sıkılmasına sebep oluyor.
-Ebru Hanım toplanıyoruz. Budvaya geçeceğiz on dakikaya.
Geçelim geçelim de ben henüz kahvemi içmedim. Garsona el işaretiyle kahveyi soruyorum, birkaç dakika sonra masama bırakıyor. Garson gelir gelmez kartımı uzatıp hesabı almasını rica ediyorum. Post cihazının çalışmadığını söylüyor. Hemen yirmi euro çıkarıp veriyorum. O, para üstünü getirmeye giderken keyifle kahvemi içip bitiriyorum. Bu arada şarjdan aldığım telefonumda maillerimi okuyarak yanıtlıyor, watsaptan gelen yeni yıl mesajlarına tek tek kutlama yazıyor ve çektiğim fotoğrafları düzenleyerek epeyce bir oyalanıyorum. Bir süre sonra yine bir mesaj düşüyor telefonuma.
-Ebru Hanım. Otobüs kalkmak üzere. Bekleniyorsunuz
Başımı çevirip halen görüş alanıma girmeyen garsona bakıyorum.
-Bende kalkacağım da...
EbRuAsya//