GARİP
…Dünden kar yağmıştı... Akşamın ayazı çıkmış hava iyice soğumuştu... Ayağındaki lastik ayakkabı delinmiş ve su çekiyordu... Kısacası hali perişandı... Ne yapsın garibim karısı daha ilk çocuğunu doğururken 2 ay önce ölmüştü... Kimsesi de yoktu, yapayalnız yaşıyordu... Nerde sabah, orda akşam misali mecnun, mecnun geziyordu...
İftara yarım saat gibi kısa zaman vardı. Herkes sofrasının başında İmamın okuyacağı ezanı bekliyordu. Garip hem üşümüş, hem de iftarını açacak bir kapı arıyordu. Ama maalesef, her zaman olduğu gibi onu iftara davet eden biri çıkmamıştı yine. Ezan okunmuş herkes çoluk çocuğu ile iftarını açmıştı. Garip köy ortasında bir müddet gezindi durdu. Biraz sonra köyün camisinin önü kalabalıklaştı. Köylü teravihe geliyordu. Ama garip, hala orucunu bozmamıştı.
Genç yaşta karısını kaybetmesinin, bu perişanlığının ve köylünün vurdumduymazlığının bir kader olduğuna inanarak rabbine yakın olabilmek için aç haliyle oda teravihe gitti. Namazını eda etti. Kimseyle görüşmemek için tespihini bile çekmeden camiden çıkıp evine gitti. Buz gibi odasının kapısını araladı ve usulca yatağına yattı. Uyumaya çalıştı. Ama açlıktan karnı zil çalıyordu. Bir ara kalkıp kilere baktı yiyecek bir şey var mı diye, Ama bir hafta önceden kalmış ve küflenmiş ekmekten başka bir şey yoktu. Tekrar yatağına uzandı ve yanındaki sehpa üzerindeki yarısı donmuş sürahiden bir bardak su içip uyumaya çalıştı… Yatağında epeyce döndü durdu uyuyamıyordu. Ama iyice üşümüştü de… O gece görülmedik bir soğuk vardı… Gerek beden, gerekse zihinsel olarak yorulan Garip, bir müddet sonra derin bir uykuya daldı.
Sömestre tatili o sene ramazana denk gelmişti. O köyden olup komşu ilçede görev yapan Mehmet öğretmen ana ve babasını ziyaret için köye gelmişti. Epey bir hasbi halden sonra köyde olup biteni sordu. Garip’in eşinin öldüğünü öğrenince, “Anne onu bu gün iftara çağırın yemek pişireni de yoktur zavallının” dedi. Annesi de “peki oğlum sen git haber ver” dedi. Mehmet öğretmen, yağan onca kara rağmen Garip’in evine ulaştı. Kapıya vurdu birkaç kez ses yoktu. Bir yere mi? Gitti acaba diye düşünerek oradan ayrıldı. İkindiye yakın bir kez daha gitti ama gene kimseyi bulamadı. O gün Garip’siz olarak iftarlarını açtılar. Ama Mehmet öğretmenin içine bir kurt düşmüştü. Sonra, her halde başka birisi davet etmiştir, diye düşündü. Neyse teravih namazında söylerim, yarında bize gelir. Dedi içinden... Ama Garip teravih namazında da yoktu. Köylü iyice meraklanmaya başlamıştı. Herkes bir birine soruyordu Garip’i. Kimse nereye gittiğini bilmiyordu. Namaz çıkışında hep birlikte Garibin evine gittiler. Kapıyı çaldılar ama açan yoktu. Son çare kapıyı kırmaya karar verdiler. Ve garibin donmuş vücuduyla karşılaştılar. Mehmet öğretmenin içinde öyle bir bomba patladı ki sormayın gitsin. Yüreği param parça oldu. Mehmet öğretmen o günden sonra bir daha köye gelmedi. Bir garibine sahip çıkmayan köyde ne işi olabilirdi ki artık…
Gözlerim dola, dola daha dün kaleme aldığım bu hikâyeden sonra, Acaba RAMAZAN DAVETLERİ kime verilir diye düşünmeye başladım. Arkadaşlığın, dostluğun ve iş ilişkilerinin daha da kuvvetlenmesine vesile olan ramazan davetlerinde ne olur birazda Gariplere, öğrencilere ve kimsesizlere kontenjan ayıralım. Ekonomik yönden eskisi gibi yokluk yılları yok şükür ülkemizde, ama iftar hazırlığı yapmaya zamanı olmayan öğrenciler ve iş amacıyla mahallemizde ve yakın çevremizde insanlar olabilir.
Ben bu vesile ile ramazan boyunca yaptığınız, ibadet ve hayır hasenatınızın yüce Mevla katında makbul olmasını ve ramazan bayramınızın mübarek olmasını diliyorum.
İbrahim Alaattin ATEŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.