10
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
482
Okunma
YİĞİT MUHTAÇ OLMUŞ KURU SOĞANA
Annem !
Yılların ağır yükünü, doğduğu günden itibaren ,büyük mücadeleyle omuzlarında tek başına taşımaya çalışan annem!
Bizlere her zaman için “ el bizi hep eyi bellesin! Kötü yanınızı açığa vermeying!
Kıssadan kırmayıng! “ diyen annem !
Artık bu yükleri taşıyamaz olmuş, tansiyon, kolesterol, tiroid, şeker gibi bir çok hastalığı mıknatıs gibi kendine çekmiş, bu kez onlarla mücadele etmeye başlamıştı.
“Altı çocuğu kurk cücüğü kimi koruyup kolladım, yurt yuva sahabi ettim. Birez de ben beni dinliyim artık” deyip duruyordu.
Ben her yıl onu görmeye gidemediğim için, iki yıl bekler, üçüncü yıl yola düşer yanıma gelirdi.
Gidemezdim çünkü çok farklı yapıya sahip olan bir ailenin içine düşmüştüm.
Despot bir yapıya sahiplerdi.
Peşpeşe çocuklarım olmuş, farklı sorunların içinde boğulup kalmıştım.
Üstesinden gelmeyeceğim kadar büyüktü sorunlarım.
Ama bunları asla anneme yansıtmayacaktım.
Annemin okuma yazması olmadığı için küçük yeğenlerimden birini yanına alır” aman yavrım otobüsü şaşırırsam diye aha bu uşağı yanımda getirdim” derdi.
Benim canıma minnet!
Keşke tüm sülaleyi toplayıp getirse!
Hem benim çocuklarıma da şenlik olurlardı .
Gelirdi gelmesine ama beş günü altı etmezdi.” Yok kızzım yeter! Bir uşağım sen misin? Hele bir de gi’dim İstanbul’a!
Nuray ‘ ı da Ümid’i de kontrol ed’im . Onlar da yol gözl’or taman “ der’di.
Aslında annem gelmeden önce yol parasını gizli saklı gönderir, çocuklarıma alacağı hediye parasını bile gönderirdim ki, yanıma gelirken rahatça gelsin diye.
Annemi maaşa bağlatmıştım ama o maaş ile evin geçimini sağlıyorlardı.
Asla ona bu konu hakkında ne bir şey sorar ne de dile getirirdim.
Ben iyi kötü idare ediyordum onu.
Abim İstanbul’da tutunamamış maddi yönden epey zarara uğramış hatta uğratılmıştı.
“Uğratılmıştı “diyorum çünkü bizler gerçekten taşra çocukları idik. Masumduk, saftık! Her yüze gülen insanı dost sanıyorduk.
Bunun acısını hayatın farklı merhalelerinde herbirimiz farklı şekilde duyumsayacak , en ağır bedelleri zamanı geldiğinde en ağır şekilde ödeyecektik!
Mesut kardeşim İstanbul’a çalışmaya gitmiş o da orada kaza geçirmiş sakatlanmış epey badireler atlatmıştı.
Acaba Kilis kendisini terk edenleri böyle mi cezalandırıyordu?
Her birimizin üstesinden gelmeye çalıştığı farklı sorunları vardı .
Aslında annem diken üstünde duruyordu. Tedirgindi biliyordum.
“Ne’dek kızzım! Nasipten ötesi olm’or! Nence çalışıp çırpınsa da mahsimler olmuyuncu olm’or aney kurban! “ dedi.
“ Kul kaderine razı olucu kızzım! Ümüd’e kaç söyledim dön oğlum dön! Evin var damın var orada! deyin amma bekl’or orayı! Hele bir gid’im yavrım! Allem ed’im kallem ed’im döndürüm onları”deyip yola düştü anacığım.
Başardı da. Abim tası tarağı toplayıp Kilis’e kendi evine döndü.
Yine de annem huzurlu değildi.
Mesut sakatlanmış, abim iyice yoksullaşmıştı.
Annem bunları kafasına taka taka iki kez beyin damarlarına pıhtı attı.
İlkinde herhangi bir arıza almadan atlatmıştı annem.
Gittiğimde hastane yatıyordu. Yanında kaldım geceleyin konuştuk. Dertleştik. “ Eyiyim aney kurban eyiyim!”dedi.
Ertesi sabah abim geldi yanımıza.
“ Hadi Tülay on dakke bize gide’k! Seğe kahvaltı yaptırıp geleyim” dedi.
Anneme serum bağlı olduğu için yemek vermiyorlardı. Diğer kardeşim de annemin yanında olunca annem “git “diye ısrar etti.
Abimin motorunun arkasına bindim evlerine gittik.
Girmemle şoka uğramam bir oldu. Ev tamtakır.
Yengeme “çay koy birlikte kahvaltı yapalım Gülay” dedi ama.
Benim nutkum tutulmuştu.
Çocukluk günlerime dalıp gittim.
Babam vefat ettiği yıllarda da biz böyle kuru ekmek ve çay ile karnımızı doyuruyorduk.
“ Abi hele yengem çayı demleyinceye kadar annem bir şey istemişti çarşıdan alıp gelelim kalk bi” dedim.
Marketin önüne vardık.
Deli gibi herşeye saldırıyordum.
Yağ, tuz, pirinç , şeker, tavuk, sucuk,makarna,peynir, reçel,zeytin...Elime ne geçerse kredi kartımın limitini aşıncaya kadar aldım yığdım.
Abime “ bunları taşı abi git koy bir daha gel “ dedim
Abim yüzüme mahcup bakıyordu.
Canım abim sen bu hallere düşecek birimiydin? Ekmeğini taştan çıkarmak için kendini oradan oraya vurup durdun ama anamın dediği gibi “ olmayınca olmuyor işte!”
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı?
Abim de bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmişti!
Yandı yüreğim yandı!
Babamın kem talihini bu kez abim yaşıyordu!
Reva mıydı bu ?
”Neden “diyordum “ neden?”
Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.Ama nafile!
Süzülüyordu gözlerimden yaşlar!
Biz eve gidinceye kadar yengem evde kalan son bir paket makarnayı açmış kahvaltıda bize makarna pişirmişti. Biz eşyalarla içeri girerken sofra hazır buyurun dedi.
O salçalı kimyonlu makarnayı” ne kadar güzel olmuş! “ diye diye yedim.
Yengem sürekli” Essah mı söyl’on !” deyip duruyordu.
“ He vallah yenge! Sen bir başka bişir’on!” dedim.
Annem birkaç gün daha yattı sonra iyileşip çıktı hastaneden.
Ben Dinar’a dönmüştüm.
Ancak ikinci bir pıhtı annemin bir tarafını felç yapıp onu yatağa bağlamıştı.
O arada abim 51 yaşında kalp krizi geçirmiş kurtarılamamıştı ne yazık ki!
Haberi alır almaz yollara düştüm. O on beş saatlik yol bitmek bilmiyordu.
Maalesef gurbetlik böyle işte!
Ne yüzünü görebildim abimin ne de sarılabildim son kez ona.
Toprağa vermişlerdi onu.
Anneme ,ben gelinceye kadar kimse bir şey söylememiş , ben gelince “ ne oldu kele! Ben eyiyim taman! Niye geldin?” deyince durumu açıkladık.
Annem sadece ‘’ uyyyyy!” dedi.
“ uyyyyy!”
Beş altı kişi kucaklayıp götürdük abimin evine.
Annem o günden sonra aklını da kaybetti.
İki yıldan az bir zaman var aralarında.
Ne abime ne de anneme son kez sarılamadan!
Şimdi şiirlerin mısralarında, anıların satır aralarında ağlayarak sarılmaya çalışıyorum!
Sizce bu hasretlik biter mi hiç?
07.01. 2024
Tülay Sarıcabağlı ŞİMŞEK