- 285 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Karaltılar
Herkes özel bir akşam yemeğinin en vurucu noktasının şarap seçimi olduğunu sanır. Değildir. Öncelikle renkli, göz dolduran ana yemek gereklidir. Bu bir. İkincisi çok çeşitli eşlikçi tatlara ihtiyacınız vardır. Ana yemeğin etrafını Kaşıkçı elmasını çevreleyen pırlantalar gibi donatmalılar. Masada olmamak şartıyla tatlı bir şekilde mutlaka resme dahil olmalıdır. Çok şekerlilerden kaçının, yemek sırasında içilen şarabın tadını kaçırırlar. İdeali parfedir; Fransızların dediği gibi: ‘Parfait? Mais bien sur, c’est parfait!’ Eğer cezaevinde görüşme günü atmosferi peşinde değilseniz, mumları hiç masaya getirmeyin: Parmaklıklar arasından konuşuyor izlenimi yaratırsınız. Buna karşın şarap şişesi onun gözünün, sizin elinizin altında olmalı. Bakın şişe diyorum, şarap seçimi demiyorum. Tabi ki seçim de önemlidir ama bunu görsel bir etkisi yoktur. Chateau Ste. Michelle’in Columbia Valley’si ile Indian Wells’i arasında üç puanlık fark vardır ama bu ancak içerken farkedilir. Hiç bir kadın şişeyi görür görmez ‘Ooo, Indian Wells!’ demez.
Ama ben ‘Ooo’ demiştim Agnetha Lyngstad’ı ilk kez gördüğümde. Şirketin Avrupa’daki grubundan geliyordu. Kendi arkası ona dönük olduğu halde bakışlarımdan kim olduğunu anlayan Jared ‘İsveçli..., demişti, mali kontrolör kendisi. Sizin grubu da denetleyecek.’ Dediği de çıktı, Agnetha bizi denetledi. Güzel bir başlangıç yaptık, denetimde pürüzlere denk gelmedik ve beklenenden erken bir tarihte bizim bölüm geçer not aldı. Aradaki en büyük engel de ortadan kalkınca Agnetha’yla bir öğle yemeğine gittik. Bu testi de geçince bir iş çıkışı yanıbaşımızdaki spor temalı barda birer bira içtik. Hala puan toplamaya devam ediyor olmalıydım ki benim evde bir akşam yemeği davetini geri çevirmedi.
‘Büyükmüş evin’
‘Buranın standartlarında ortalama bir ev. Arkada büyük bir bahçesi var ama balta girmemiş orman gibi olduğu için giremiyorum. Zaten girsen bahçemizin iki tür yılanından zehirlisine denk gelebilirsin.’
‘Oh! Eve de geliyorlar mı?’
‘Eve değil ama garaja geliyorlar. Düzenli olarak değiştirilmiş derilerini buluyorum. Alien filmi gibi. Sadece arkamdan daha büyümüş versiyonları çıkmıyor’
‘Canlılarına rastlıyor musun?’
‘Az da olsa evet. Bir kaç kere de haşerat için kurduğum tuzaklara yakalananlarına denk geldim. İster istemez acılarını dindirmek zorunda kalıyorum.’
Agnetha’ya bakınca yanlış bir konudan bahsettiğimi, dahası bu konuda da yanlış bir yöne gittiğimi farkettim. İçinden ‘Barbar Amerikalılar! Yılanı görünce baltayı indiriveriyorlar’ diye geçiriyor olmalıydı. Dur bir dakika, baltadan bahsetmiş miydim?
Biraz sessizlikten sonra sordu:
‘Peki içeri giren oluyor mu?’
‘Hiç olmadı’ Yalan gibi dursa da yalan değildi. Eve en fazla bir kaç kere kurbağa girmişti. ‘Zaten giren olursa da Efe var’
Efe tüm heybetiyle az ilerimizde, büfenin üzerinde duruyordu.
‘Aman tanrım bu ne! Yaban kedisi mi?’
‘Yok değil. Onun ırkı böyle. Maine Coon... Özellikle iri oluyorlar. Tüyleri de uzun olduğu için kaplan yavrusuna benziyor. Kediler yılanlara karşı bire bir etkililer. Hem varlıklarını farkediyorlar, hem de canlarına okuyorlar.’
İlgiyle Efe’yi süzüyordu. Konunun en azından kedilere gelebilmiş olması iyiye işaretti. Sürüngenlerden memelilere varmıştık, buradan da insanlara geçebilirdik.
‘Sen de hayvan besliyor musun?’
‘Açık söylemek gerekirse, herhangi bir varlığı benim Solna’daki küçük daireme hapsetmek acımasızlık gibi geliyor’
Bana gönderme var mıydı? Beş yatak odalı, iki salonlu bir evde tek başıma yaşıyordum. Aylardan beri girmediğim odalarım vardı. Başta odalara numara vermeyi düşünmüş (Muhasebeciliğin gözü kör olsun), sonra duvarları farklı renklere boyatma yolunu seçmiştim. Krem renklide uyuyor, sıcak sarıda çalışıyordum. Bebek mavisi hiç gelmemiş ve gelemeyecek olan misafirlerin odasıydı. Turuncuda Efe kalıyordu. Garajın üzerine denk gelen su yeşili ise tamamen boştu. Yok, ev küçük değildi. Zaten Agnetha da öyle söylemişti.
‘Bu küçük dairene hapsetmek istemediklerin arasında erkekler de var mı?’
Bana bile cüretkar geldi sorum. Belki de sürekli kafamdaki sesin ‘Konuyu hayvanlardan uzaklaştır! Konuyu hayvanlardan uzaklaştır!’ diye tekrarlamasının bir sonucuydu.
Hafif irkildi, ama çok değil.
‘Bir kedi için küçük olan bir daire... Hımm.. Bir erkek için daha da küçüktür’
Kendisine büyük bir ev sunan erkeği mi arıyor, yoksa dairesini değiştirmeye hiç mi niyeti yok? Mükemmel denebilecek yüzünde bu konuyla ilgili ipucu arıyorum ama kibar ama değişmeyen ifadesi bana yardım etmiyordu. Nerede coğrafyamın (Ege’den bahsediyorum) yüzlerinden bin bir ifade geçen, her an neyi eleştirdiğini anlayabildiğiniz kızları?! Beğendi, beğenmedi, her şey ortadadır (Zaten çoğunlukla da beğenmezler). Agnetha ile birlikteyken sanki bir vitrinden cansız manken kaçırmışım da yanlızlıktan onunla yemek yiyor muşum hissi geliyor.
‘Biraz daha şarap ister misin?’
‘Aa, lütfen. Şarap güzelmiş. Nedir bu?’
‘Kaliforniyalı bir Cabarnet.’
‘Alıştıklarıma göre biraz meyveli’
Neyse ki vejetaryen değil. Ama önceki sohbetlerimizden biliyorum, deniz ürünlerini ağırlıkla seviyor. Ben ise ona inadına biftek yaptım. Şarap seçimi de etin marine edilme şeklinin bir fonksiyonu olarak kaldı. ‘Mesleki terimler kullanma! Mesleki terimler kullanma!’ diye tekrarladı iç sesim.
Birden gözleri büyüdü:
‘O da ne?’
Anlamadım. Arkamdaki bir noktaya bakıyordu. Güzel, demek ki fermuarım filan açık değildi.
Döndüm, ben de baktım. Bir şey göremedim. Yemeği Fransızların deyişi, Türklerin yazışı ile salamanjede yemiyorduk. Daha samimi olsun diye mutfakla oturma odası arasındaki kahvaltı yaptığım küçük masadaydık. Geniş bir mekandı burası; mutfakla masamızı, masamızla oturma odasını ayıran duvarlar yoktu. Türkiye’den tanıdıklar resimleri görünce ‘Oturma odası yemek kokmuyor mu=’ diye sormuşlardı. Kokmuyordu. Şimdi dönüp bakınca da her şey yerli yerindeydi. Oturma odasının duvardan duvara kütüphaneleri, şömineö kanepe, koltuklar, ottoman, hepsi olması gereken yerlerdeydi.
‘Kütüphaneinin önünde duran kitap... Açıldı, sayfalar çevrildi...’
‘Yerden gelen klimanın etkisidir. Olur bazen.’
‘Yok, yok, değil. Hava akımı nasıl ciltli kitabın kapağını açsın? Gördüm, kapak kendi kendine açıldı, sonra sayfalar çevrildi’
Bir şey yapmış olmak için kalktım, kitaba gittim. Agnetha gelmeden, hava olsun diye çıkarıp ortaya koyduğum, 1930 baskısı, ciltli ve büyük formatlı Les Trois Mousquetaires. Klimanın cılız hava akımı bir yana iki gücündeki kasırga kapağını kaldıramaz bunu. Sayfa 105 açılmış, ‘Geri dönmek için korkacak bir şeyiniz yok o zaman’ cümlesi, sayfanın başında. Eğer olayları birbirine bağlama yetiniz varsa her pasaj anlamlı gelebilir. Neyse ki benim böyle bir yetim yok; o yüzden de bu cümle bana hiç bir şey ifade etmedi. Hatta diyalog kimler arasında geçiyor, onu bile çıkaramadım. Sadece kendi durumuma gönderme yaparak D’Artagnan ile Madam Bonacieux arasında olduğunu varsayıyorum.
‘Görüyorsun, bir şey yok. Belki de sayfalar zamanla nem alıp şişmiş, kapağı da ittirivermiştir.’
‘Belki de...’
Masadaki yerime döndüm. Agnetha tedirgindi. Rahatlatmak için bir şeyler bulmam gerekiyordu.
‘Buraya yerleşmeyi düşünüyor musun?’
‘Buraya? Niye ki?’
‘Ne bileyim, iklimi güzel, sizin orası gibi ormanlık, evler büyük, arabalar büyük, şarap ucuz; sen söyle en çok neyi
değiştirmek isterdin hayatında?’
‘Aslında hayatımdan gayet mutluyum. Burası biraz... Lütfen alınma... Biraz izole.’
‘Sen de kendine dönük birisi gibisin. İzole olmak o kadar rahatsız edici olmamalı.’
‘Eğer benim seçimimse evet, ama buradayken...’
Doğru kelimeyi aramak için duraklamadı. Gözleri öncekinden daha da büyümüş gibiydi.
‘Kemal!!! Burada ne oluyor?’
Bir defa daha anlamadım. Onun bakışlarını takip edip, bir daha arkama döndüm ve bu sefer ben de gördüm. Dumas’nın kitabı kütüphaneden kanepenin önündeki sehpaya taşınmıştı. Hala açıktı. Ama uzakta olmama rağmen görebiliyordum ki artık 105 inci sayfada değildi, çünkü sayfalar teker çevriliyordu. Sanki görünmez bir el daha önce okumakta olduğu yeri hatırlayamamış, kitapta orayı arıyordu.Siz de takdir edersiniz ki bu durumu açıklamak güç olacaktı.
‘Yer değişelim mi? Yüzün pencereye dönük olur, kitap da dikkatini çekmez’
Zor zamanlarda insanın kafası her zaman çok iyi çalışmıyor. Söylediğimin saçmalığını cümlelerimi bitirmeden bile anlayabiliyordum.
Bazen doğruyu söylemek yerini yalan söylemek daha ikna edici olabiliyor. Mesela kız arkadaşınız eve gelip de sizi yatakta çıplak bir kadınla bastığında hiç kendinizi yorup ‘Tüm olan şundan ibaret: Bu kadını uzaylılar Wyoming’den kaçırmışlar. Üzerinde çeşitli deneyler yaptıktan da sonra buraya ışınladılar. Bir anda yatakta, anadan doğma halde yanımda beliriverdi’ diye durumu anlatmaya çalışmayın. Yalan söyleyin, ‘Malesef seni bu hanımla, adınız neydi bu arada, aldatıyorum. Kısmet...’ filan deyin. Ben de böyle yapmaya karar verdim ama nedense dilim benimle iş birliği yapmadı.
‘Doğrusunu söyleyeyim ben de bilmiyorum’
‘Ne demek bilmiyorum? Kemal, evinde kitaplar açılıyor, havada uçuyor, sayfaları çevriliyor. Nasıl bilmezsin? İlk defa da olmuyor belli ki’
‘Doğru, ilk defa olmuyor ama inan bana neden, nasıl bilmiyorum’
Uzandım, şarabımdan bir yudum aldım.
‘Bu eve ilk taşındığımdan beri bu durum var. Yani yaklaşık on iki yıldır. Kimi zaman kitap okunuyor, kimi zaman evin içinde dolaşılıyor. Eğer yatarsa misafir odası kullanılıyor. Bir kaç kere tuvaletin kullanıldığına bile tanık oldum.’
‘Hayalet tuvaletini mi yapıyor?!’
‘Dur bir dakika! Ben hayalet demedim. Bunu sen söylüyorsun. İkincisi, hayalet bile olsa kimse kitap okumasına şaşmıyor da, nedense tuvalete gitmesine takılıyor. Sen daha fazla sormadan söyleyeyim: Kolazette bir kalıntı yok ama sifon mutlaka çekiliyor’
Agnetha bir şey söylemiyordu. Devam ettim:
‘Asla elektronik cihazlar kullanılmıyor. Yani açılıp kapanan televizyonlar, yanıp sönen ışıklar yok. Dahası Efe de rahatsız olmuyor. Bu da iyi bir şey. Eve zamanında medyum getirdim, hiç bir şey çıkmadı. Kendime Ouija tahtası aldım, gıcır gıcır dolapta duruyor. O ya da onlar her neyse hiç bir iletişim kurmadım. Sonrasında da aldırmamaya başladım.’
‘Peki evden taşınmayı hiç düşündün mü?’
‘Niye ki? Bunu da havanın açıp kapaması gibi doğal bir olgu olarak kabul ettim. Çoğu zaman farketmiyorum bile varlığını’
‘Kemal, bu doğal bir şey değil’
‘Ne biliyorsun? Senin Solna’daki dairende hiç olmadığı için mi?’
‘Sadece benim değil, kimsenin evinde böyle şeyler olmuyor.’
‘Tekrar spruyorum, nereden biliyorsun? Bugün bana gelemesen ben de konuyu hiç açmayacaktım. Belki de bilmediğim faydaları vardır; mesela eve yılan onun yüzünden girmiyordur.’
‘Ama kedinin ona aldırmadığını söylüyordun?’
‘Bir ihtimal o da kedileri sevip, yılanlardan hazetmiyordur. Ama durum böyle bile ise bahçedeki karafatmalar üzerinde hiç bir etkisi yok. Yazın soluğu alan şömineden eve dalıyor.’
Agnetha’nın gözleri benimkilerde takılı kalmıştı. Neden sonra bakışlarını kaçırdı, bir süre gözlerini odada gezdirdi.
‘Etkileyemediğini söylediğin karafatmalar şu anda duvarda yürüyen gibiler mi?’ diye sordu.
Ne dönüp karafatmaya baktım, ne de Agnetha’ya bir cevap verdim. Artık bu yemeği hiç bir şey kurtaramazdı.
YORUMLAR
Saklambac başlıyor…
Burada gizemli perdelerin ardında saklı gerçeklerin dans ettiği bir atmosfer kurmuşsunuz…
O kadarki betimlemelerde adeta kelimeleri resim tuvaline dokundurarak, bana görsel bir şölen sunuyorsunuz. Hikaye, baş karakterin yaşadığı doğaüstü deneyimleri, Agnetha ile kurduğu mistik ilişkiyi ve evindeki esrarengiz olayları büyüleyici bir dille anlatıyorsunuz. Bravoo !!!
Her kelimenin özenle seçildiği bir şairin şiirini andırıyor. Metaforlar, dilin derinliklerine dalmış ve benim zihninde görsel imgeler yaratıyor…
Sizin karakterlere kazandırdığınız derinlik, duygusal katmanları ortaya çıkararak beni bu büyülü dünyaya çekiyorsunuz. Teşekkürler 🙏
Yazınızın ilerleyişi, adeta bir büyücünün sihirli sözleriyle beni etkisi altına alıyor. Evin her köşesinde filizlenen doğaüstü olaylar, beni düşünsel labirentlerde kaybolmama neden oluyor. Karakterlerin bu mistik dünyaya verdiği tepkiler, olayların derinliğini ve karmaşıklığını çok güzel vurguluyor….
Buradaki diyaloglar, sanki büyülü bir melodinin notaları gibi akıyor. Agnetha'nın sorularındaki şaşkınlık, karakterler arasındaki gizemli bağı daha da güçlendiriyor. Her diyalog, olayların ötesinde derin anlamlar taşıyarak benim zihninde iz bırakıyor.Ve zaman ve mekan arasında dans eden bir hikaye örgüsü ortaya çıkıyor. …
Bunu benim yazmam gerekiyordu. Kıskandım ve çok beğendim….
Tebrikler ve Başarılar Değerli Yazar…
İlhan Kemal
"Sizin karakterlere kazandırdığınız derinlik, duygusal katmanları ortaya çıkararak"
Bu öyküyü yazarken bir Defter yazarımızın, Sayın Aynur Engindeniz'in, bana defalarca getirdiği eleştiri aklımdaydı: "Karakterlerin, özellikle de anlatıcının, duygularını vermiyorsunuz" (Kelimesi kelimesine bu değildir ama eleştirisi bu anlamdaydı) Bu sefer anlatıcının karakterini olabildiğince vermeye çalıştım. Tabi ki bunu da kör parmağım gözüne yapmaya çalışmadım; okuyucunun metinden toplamasına gayret gösterdim (Bu açıklamalarım eğer bir gün okursa Aynur Hanım için) Örneğin uğruna bunca çabaya girilen Agnetha'nın saç rengi nedir? Göz rengini biliyor muyuz? Boyu kahraman Kemal'den uzun mu? Akşam yemeğine nasıl giyinip gelmiş? Dahası bu kadın ne hissediyor? Onun hislerine Kemal dikkat ediyor mu? Gerçekten kahramanın umurunda mı? Yoksa Kemal kendine dönük (İçe kapanık anlamında değil) biri mi? Sayın Engindeniz'in 'Deli Kız' karakteriyle ortak noktası var mı? Biraz okuma parçalarının altındaki sorulara benzedi ama neyse.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.